“Güncel siyasete bakış açımız”

Genel seçim gündemiyle ilgili Bursa Özgür-Der’in Ördekli Kültür Merkezi’nde düzenlediği etkinlikte Hamza Türkmen “Genel Siyasi Bakış Açımız” başlıklı bir sunumda bulundu.

İçinde yaşadığımız İslami olmayan sistemde iktidar olmak isteyen akımların seçim sath-i mailine girildiği süreçte zorunlu ve tabii ihtiyaçlarımız konusunda; yani zaruret-i hamse konusunda ne yaptıkları veya ne vaat ettikleri ister istemez gündemimizi meşgul ettiğini belirten Türkmen, “siyaset” ve “politika” kavramları arasındaki nüanslar hakkında açıklamalar yaptı.

İçinde yaşadığımız sistemde tutarlı ve nass temelli bir tarih ve toplum değerlendirmesi yapmadan seçimlerle ilgili toplumsal zemini yeterince anlayamayacağımızı belirten Türkmen, sunumuna özetle şöyle devam etti:

İçinde bulunduğumuz sistem veya sistemler ulusallığa bulaşmış bir amaca hizmet ederler ve İslam dışı bir doktrine dayanan ana aksı ya da Merkez’i oluşturan Rejim’in güncel politik görünümleridir.  Sistemler laik, materyalist, muhafazakâr veya ırkçı olabilirler. Ulus devletlerde ve genel politik seçimlerde ana aks veya Merkez yani Rejim değil, rejimin işleyiş formu olan sistem tartışmaları yapılır.  Hatta ana aksı koruyarak muhafazakarlık çerçevesinde sistem “İslam’a karşı bir İslam” anlayışı ile de restore edilebilir.

Türkiye’de Pazar günü genel seçim için sandığa gidilecek. Batının, Anglo-Sakson güç ve sermaye merkezinin Türkiye’den istediği Batılı hayat tarzına ve çıkarlarına göre bir yönetimin iktidara gelmesidir. Örneğin Fransız Le Point, Alman Der Spiegel, İngiliz The Economist gibi dergilerin bu haftaki kapak fotoğrafları karşıt spotlarıyla beraber Erdoğan portresi. Tanıtım için değil, devirmek için. Millet İttifakı denilen 6’lı masa kaptanı CHP’nin  ve destekçileri HDP-Yeşil Sol Parti’nin de istediği Türkiye’yi Amerika’ya, Avrupa Birliği’ne yakınlaştırmaktır.

AK Parti öncülüğündeki seçim ittifakı ise toplumun tarihi misyonunu, dış vesayetten kurtulmasını, sermaye açısından kimliksel taviz ve taahhütlerde bulunmadan kendi imkanlarıyla kalkınması ve güçlenmesini istemektedir. Bir tarafta yabancılaşma ve mandacılık,  bir tarafta tarihi, yerli ve İslami kültür değerlerini korumaya çalışan bağımsızlaşma niyeti…

Batıcı ittifak ekseninin Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu yasaklarla, darbe ve darbe girişimleriyle yenilemeyen halkın İslam’a hürmet eden misyonundan seçimlerde yararlanabilmek için kendisine süfle veren eski İslamcı yeni müttefiklerinden öğrenmiş olacak ki N.F. Kısakürek’in 1949 yılında Kemalist istibdata karşı yazdığı “Destan” şiirinden konuşmasında bir mısra okurken şöyle demiş:

Necip Fazıl için “Şair galiba, bu taksimi kurt yapmaz, kurtlara şah olsa / Yaşasın kefenimin kefili karaborsa..” Metin Önel Mengüşoğlu, bu ayki Umran’daki yazısında, “Necip Fazıl’ı bile tanımak konusunda İslami kesime bu kadar uzak birisine bu şüfleyi verenlere yazıklar olsun” diyor ve bu şiirdeki “Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde”/ “Bülbüllere emir ver, lisan öğren vakvaktan” /“Mezarda kan terliyor babamın iskeleti / Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti” / “Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz” gibi dizeleri de hatırlatıyor.

Kısakürek, yabancılaşmanın öncüsü CHP’nin ve resmi ideolojinin zulmünü “Destan” şiirinin sonunda 1949 yılında şu dizelerle tanımladı:

“Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap

Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve... ” son kelime yerine 3 nokta vardı. CHP’nin diktatöral iktidarı 1950’de değişip görece özgürlük ortamı belirince Necip Fazıl şiirini “Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap” diye tamamladı.

Şer’i hükümlerin yasaklandığı laik sistemin içinde İslami haklarını ve Müslümanların maslahatını savunmamız gerektiğini ayetler ışığında anlatan Türkmen, Müslümanlarla aynı yolda ve birlikte olmanın önemini vurguladı. Bu yolu bırakıp münker bir hayata; Batılılaşma, laiklik ve şirk inancına bulaşmış bir çizginin şemsiyesi altına sığınmak asla tercihimiz olmaması gerekliliğini vurguladı.

Türkmen, sistemin aksı veya zorunlu rayları üzerinde hizmet etmek isteyen siyasi ve ekonomik aktörlere de Mümtehine suresinin 8. ve 9. ayetlerini hatırlatırken gündemimizi saran seçim arafesinde öne çıkan iki adayı niteledi. Birisi kazanımlarımıza, kardeşliğimize ve değerlerimize Batıcı Aydınlanma hırsı ile bakan Türkçü ve Kürtçü hatta ırkçı bir kesimin inisiyatifinde işleyen bir ittifakın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu. Diğeri Müslümanlara yakın duran, onların taleplerine sahip çıkan bu nedenle de “İslamcı” olarak suçlanan Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan.

Batı tabii ki Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını istiyor. ABD kaynaklı Politico dergisinin kapak spotuna bakın: “2023’ün En Önemli Seçimi”.Dergide bu kapakla ilgili ne yazıyor: “Bu seçim Mustafa Kemal Atatürk’ün laik cumhuriyetinin 100. yılında yapılıyor. Eğer Erdoğan kazanırsa 85 milyonluk jeostratejik değere çok daha kalıcı bir damga vuracak. Bu Batı’yı korkutmaktadır.”

Erdoğan namazını kılan bir Müslümandır. Batıyı korkutması, Batılı değerlere dayanan Anayasal raylara veya aksa rağmen iç ve dış vesayetten kopmaya dönük hamleleridir. AK Parti iktidarının ilk yıllarında “3 Y” diye bir hedefi vardı. Yasakları, yoksulluğu ve yolsuzluğu engellemek.  Sürecinde ilk iki umdede kazanımları var ama yolsuzluk konusunda toplum ve gençler rahatsız. Atamalarda iltimas, ihalelerde kayırmacılık, zenginleşenlerin şımarıklığı ve fahşaya sapan eğilimleri, Merkez’de kalabilmek için bir Müslümana yakışmayan milliyetçi ve Atatürkçü dilin yol açtığı zaaflar… Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarıyla kökleşen mevcut yağma sisteminden de kaynaklanan bu zaaflar nedeniyle Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki iç ve dış muhalefet “Erdoğan gitsinde ne olursa olsun. Bundan daha kötüsü olamaz” sloganıyla haksız ve altında Batılı yaşam tarzı ideolojisini ve Batılı çıkarları öncelemek isteyen büyülemeye ve etkilemeye yönelik bir söylem bulunmaktadır.

Genel seçimler finaline Pandemi sürecinden ve Büyük Deprem Afetinin içinden geliyoruz. CHP İktidarının 2. Dünya Harbinde savaşa girmediğimiz halde savaşa girmiş gibi halkı yoksulluğa, açlığa, bitlenmeye ve hastalıklara düçar eden yönetimi gibi Pademide de Depremde de 2. Dünya Harbinde karşılaştığımız ağır bir afetle karşılaşmadık.

Anglo-Sakson para piyasası sermayedarların mali baskılarıyla, 2014 Gezi Olayları ve 2016, 15 Temmuz Darbe teşebbüsü ile; Güneyimizde ABD-İsrail güdümünde bir seküler Kürt devleti kurmak için PKK-PYD’ye binlerce tır modern silahlar aktarılmasıyla ve Yunanistan’a yığılan binlerce savaş aygıtı ile savunma masraflarımızı artırmasıyla; ayrıca bazı AK Parti ile birlikte zenginleşip şımaran elitlerin ve bazı yöneticilerin beceriksizliği ile de ekonomide, basit görülse de dar gelirliler için sovan-patates tedarikinde, kira ayarlamalarında ve döviz kurlarında  sıkıntılar çektik ve çekiyoruz.

Ama ilk defa Cumhuriyet tarihinde dış politikada Erdoğan hükümetleri Türkiye’ye altın olmasa bile gümüş bir çağ yaşatıyor. Bu konuda muhalefetin laf ebeliğine dayanan yalan-yanlış söylemlerine karşı ülke ve toplum dış vesayete karşı bir direniş hamlesi gösteriyor.

21 Yıllık Erdoğan yönetiminde yaşanmış bütün yanlışlara, beceriksizliklere, her türlü suistimalde bulunanlara ve KHK ile haksız yere mağdur duruma düşenler örneğinde olduğu gibi hukukun yeterince adaletli işletilememesine rağmen,“iyiye iyi kötüye kötü” deme dürüstlüğünde olanlar, nesnel bir yaklaşım içinde olanlar Türkiye ile ilgili şu gerçeği görürler:

1) Dış vesayeti aşma, ülke güvenliği ve enerji hamlesi açısından müspet bir gidiş…

2) Yol yapımı, hava ve hızlı tren ulaşımı, sağlık sektörü ve teknoloji sıçraması…

Ama Türkiye’de eksik ve zaafları gösteren değil, çapsız ve özgün bir çözümü olmayan bir muhalefet anlayışı var. Türkiye’de çoğu da 1000 yıl sürdürmek istedikleri 28 Şubat’ta “Kahrolsun İrtica” diye  ve 2007 Cumhuriyet Mitingleriyle “Kahrolsun Şeriat” diye mobilize edilen İslami değerlerimize düşman ve halkın camisiyle, örtüsüyle, inancıyla kazandığı haklara Batıcı aydınlanma hırsıyla düşman kesilen bir nefret dili var. Gündeme getirilen “Helalleşme” söylemi ise, I. Meclis’in açılış sürecinde Müslüman halka ve değerlerine kucak açma gibi bir aldatmaca.

Türkiye’deki muhalefet yaşanan kazanımlara rağmen yanlışları, kayırmacılığı, adaletsizliği nasıl aşacağını anlatacağına; ekonomik ve kimliksel kazanımların önünü nasıl açacağını anlatacağına; Suriyeli muhacirleri, Afganlı emekçileri/çalışanları Türkiye’den nasıl süreceğini anlatıyor ve tehdit ediyor. Saptırıcı yalan ve vaatlerde bulunuyor. Ulaşılan imkanları yok sayıyor. Sanki emperyal devletler Anadolu’yu işgal etmiş de teknolojik yatırımlara karşı bir imha hamlesi açmış saydıkları gibi.

İmkanları yok sayma ve yalanlamaya bir-iki örnek:

  1. Türkiye’nin ürettiği elektrikli araba Togg bir yalan ve fabrikası yok.
  2. SİHA gemisi TCG ANADOLU’nur iki bombalık işi var.
  3. Kızılelma veya Kaan uçağı bir aldatmaca
  4. Doğal gaz bir hayal ürünü, yakılan gaz Rusya’dan geliyor.
  5. Hava limanları, köprüler hatta duble yollar ülke için gereksiz şeyler. İsraf

Ayrıca Atatürk ve Ant tapıncı ve kutsamaları geri getirilecekmiş.

Ayasofya yeniden veya bir kısmı yeniden müzeye çevrilecekmiş.

Okul öncesi Kur’an okuma eğitimi yasaklanacakmış. Diyaneti de diline dolayanlar var.

K. Kılıçdaroğlu’nun C.B.’lığı adaylığını şiddetli bir şekildi savunan Sözcü ve Cumhuriyet gazeteleri bu söylemlerin savunucusu. Milli Gazete, Karar ve Yeni Asya’da yazıklar olsun ki bu tezvirata, yalan ve iftiralara 3-5 mebus koltuğu için ayak uyduruyorlar.

Bağımsızlaşma ile Mandacı eğilim arasındaki son seçim veya referandum oylamasında nerede yer alacağız veya hangi sonuca sevineceğizle ilgili konuyu Rum suresinin ilk dört ayeti çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Habeşisten hicretinde, Belazuri tarihinde belirtilen Müslümanların iç çatışmada Habeş Necaşi’sinin yanında yer aldıklarıyla ilgili rivayet de konuyla ilgili tartışmalarda değerlendirilmeli.

Kur’an’da inançta, yönetim ve hukukta, yaşayış biçiminde İslam’ın hakim olmadığı rejime de, ana aks’a da, merkezi iktidara da, devlet veya topluma da cahiliyye denmektedir. Ve bilmeliyiz ki bugünkü cahili sistemler içinde Müslüman kalmaya çalışıp insanlık ve müslümanlar için iyi işler yapsak da, hukuki ortamlar için ön açsak da “Cahili sistem içinde iyi niyetle yapmaya çalıştığımız tüm restorasyonlar, seküler aks üzerinde yapılmaktadır. Kum üzerinde değil de hadi diyelim toprak üzerinde yaptığımız tüm inşaat tasarımları geçici ve aldatıcıdır.

Tabii ki geçici de olsa mevcut şartların iyileştirilmesi önemlidir.

Ama ıslah vecibesinin ve müslihunun ilk görevi ise Resulullah’ın gösterdiği gibi Kur’an  ile  Resulullah’ın gösterdiği şekilde  “tertil” ve “talim” ile donanmak, kimliğimizi bu eksende oluşturmaktır. Sonra arınma ve kirlilikten kimliksel hicrettir: “Ve siyabeke fe tahhir, verrucze fehcur.”Bu bilince sahip insan artık “yedi başak verebilecek bir tohum”dur. Ve İslami kimlik olarak tohum kıvamına gelen şahsiyetler hergün namazlarında Rablerine “Biz” diyerek rükû ve secde ederler.  Ve ilk toplumsal görevimiz ise “şahid”lik temelli bir ümmet nüvesi ve “şüheda” nesli olabilmektir. Rabbimiz de zaten A’raf suresinde“Yarattıklarımız arasında öyle bir ümmet vardır ki hakka yönelir ve onunla adalet yapar”diyerek gündemimizin ana eksenini gösterir. Reel-politika gündemine de ancak bu önceliğimizden bakabiliriz.

Biz dağılmış bir ümmetin yetimleriyiz. Aslında ümmetin velayetini taşıyacak bir güçten tarih içinde de uzaklaşmışız. Kimliğimizi koruyarak pasaportsuz ve vizesiz hicret edeceğimiz mekanlarda cahili merkezin kontrolü altında. İslam dünyasının muhacirlerinin ulaştığı en önemli alan da Türkiye ulusal yapısı. Bu yapı içinde de sorunlar devam ediyor. İç ve dış vesayetten kurtulalım diyenlerle; Erdoğan’ı devirip iktidara gelmek için iç ve dış vesayetle iş tutma temayülü içindekiler arasında bir seçim eşiğindeyiz.

Yerel ve küresel cahili sistemde hayat sürmemiz, temel haklarımızdan vazgeçeceğimiz anlamına gelmemelidir. Tabii ki bu haklarımızı gücümüz ve kullanabildiğimiz imkanlar oranında elde etmeye çalışıyoruz. Dikkat edilmesi gereken ekonomik-sosyal alanda olsun, hukuki-politik alanda olsun kullanacağımız araçların kimliğimiz üzerinde saptırıcı olmamasıdır.

Sistem içi araçları buna seçim de dahil, seküler akstan bağımsız yani sistem ve rejim üstü bir dayanışma ve birliktelikle değerlendirmeli ve istişari kararlar vermeliyiz.

“Biz olma, şüheda olma” çabalarımızı zorunlu olarak gerçekleştireceğimiz seküler ulusal sınırlar içinde ve reel-politik alandaki tercihlerimiz nedeniyle, kimliğimizi reel-politik ideolojilerle bütünleştirmemeliyiz. Ama Müminlere düşmanlık yapan ve tuzak kuran ile düşmanlık yapmayan politikacıları ayrıştırmalı, düşmanlık yapan politikacılarla ve yetki sahipleriyle asla dostluk kurmamalıyız.

Reel-politik alanda yer alan Müslümanları da İslami sabitelere sarılıp deniz-feneri gibi dalgalara direnmeye, bağımsız-tevhidi kimliklerini yaşamaya ve yaşatmaya davet etmeliyiz.

Yine reel-politik alandaki geçici tercihlerimiz dolayısıyla da sınanmamış kolay bir gelecek aldanışı ve kolay zaferler sarhoşluğu içinde olmamalıyız.

Cahili rejimin sisteminde gerçekleştirilen seçim olayının “bir ölüm kalım meselesi” olmadığını bilmeli ve günü birlik gündemlerin anaforuna kapılmamalıyız. Seçimlerde “daha kötü”ye karşı önemsediğimize destek verilmesi, mevcut politik hali kimlik olarak benimsediğimiz manasına gelmemelidir.

Süreç reel-politikten ideal siyasete bir geçiş sürecidir. Diyelim ki genel siyasi seçim yarışını dünden bugüne değerlerimize karşı muharip olanlar ve münafık eğilimli aldatıcılar kazandı.  Kemalist dini inkılaplara ve 28 Şubat dayatmalarına, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne nasıl teslim olmadıysak, o zaman da yine teslim olmayan yeniden diriliş, direniş, şahitlik ve onur yürüyüşüne devam edeceğiz inşaallah.

Unutmayalım artık üzerinde yaşadığımız topraklar çoraklıktan kurtulma yükselişindedir.

Artık birikim ve tecrübe sahibi müminler çok daha fazla yedi başak verecek tohum olma yolundadır. Hicret edecek yer için vize ve pasaport bulamasak da bulunduğumuz coğrafyayı münbit bir toprak haline getirmekle mükellefiz.

Etkinlikler Haberleri

Bursalılar Gazze için kıyama durdu
İslami mücadelede Gazze direnişinin yeri
Rıdvan Kaya: Gazze’de yaşananlara tepkisiz kalmak, alışmak ve kanıksamak zulümdür
“Gazze, nesiller boyunca insanlığın unutamayacağı dersler veriyor”
Bursa'da "Gazze ile Dayanışma Gecesi" düzenlendi