Cumhuriyetin İlk Yıllarında Laiklik ve Din

Özgür-Der Bursa Şubesinin ‘Yakın Tarih’ başlığı altında yapılan seminerlerin beşincisi Ördekli Kültür Merkezinde gerçekleşti. “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Laiklik ve Din” konusunu Serap BULUT işledi.

Başlangıçta seminer akışı hakkında bilgilendirme yapan Serap BULUT; "DİN ve LAİKLİK nedir?", "Avrupa Nasıl Laikleşti?", "Cumhuriyet ve Laiklik" soru ve konularına cevap arayacağını belirterek sunumuna başladı.

DİN ve LAİKLİĞİN kavramsal açıklamasını yaptı. "Kur'an'a göre DİN nedir?" sorusuna dört başlıkta cevap verilebileceğini bunların Hâkimiyet ve en üstün otoritenin ALLAH olduğu ve kulları olan biz insanların O'na itaat, boyun eğmesi gerektiği, bu otorite altında meydana gelen ameli, fikri ve bunların doğuracağı sonuçlardan oluşan alanın DİN olarak tanımlanabileceğini belirtti. LAİKLİK kavramının anlam olarak dinsel olmayan, din dışı unsurlara ait olan şekilde tanımlayan konuşmacı, laiklikte dinin, devletin kesin denetimi altında olması görüşünü savunduğunu söyledi.

Batı toplumunda laikliği doğuran şartlara değindi. Çok tanrılı inanç sistemine sahip olan Yunan ve Roma medeniyetlerinde köle ve alt sınıfın maruz kaldıkları zulme karşı yeni bir çıkış yaşayan Hıristiyanlığın gelişmesi, dönemin hâkim sınıfının Hıristiyanlığı din olarak kabul etmelerini doğurdu. Egemen güçlerin çok tanrılı inanç ve kültür kodlarını Hıristiyanlığa taşımaları aslında sömürme amacı güden bu kesimin halka yaptığı zulümlerde bir değişiklik oluşturmadı aksine şekil değiştirerek devam etti. Kilisenin yenilenme hareketleriyle yerini kaybetmesi sürecinde değişmeyen tek unsur ekonomik üstünlük ve sömürgeydi. Bu bakımdan anılan gücü elinde bulunduran kesim tüm alanlarda söz sahibi oluyor ve diğer görüşleri red ediyordu. "Orta çağda kilise "gerçeği" kendisinin temsil ettiğini kabul ediyordu. Kendi dogmalarını aşacak her şey küfürdü." Laikliğin özelliklerini şöyle sıraladı: "Devrimciliktir, devletçiliğin üstünlüğünü savunur, asker-sivil-aydın kesimlerinin elitizmini savunur (devlete bunların katılımını destekler), hanedana karşıdır, eşitlerarası eşitçilik ilkesini savunur, dinsel dogmaya karşıdır, merkezci devlet en yüce değerdir, kilisenin hiyerarşik-bürokratik yapısına karşı parlamentarizmi savunur, Tanrı konusunda toplum içinde tarafsız kalır." Laikliğin, farklı ülkelerde, farklı olarak anlaşılıp, farklı olarak uygulandığına da değinen BULUT; laikliğin kimine göre din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması, kimine göre dinin güvence altına alınması, kimine göre de din düşmanlığı olarak anlaşıldığını belirtti.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet ilanı süreçlerini açtı. Oluşturulan T.C. devletinde, laiklik anlayışının yerleştirilmesini şu kronolojiyle sundu:

"25.02.1924'te: Mecliste din ve devlet ayrımı teklifi tartışılmaya başlandı. Bu önergede hilafetin kaldırılması Şerriye ve Evkaf Bakanlığının, Medreselerin kaldırılmaları da vardı. 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla başlayan gelişmelerin bir uzantısıydı bu durum tabi ki.. M. Kemal ve arkadaşları için sıra Şeriat mahkemelerine ve hilafete gelmişti. Bunları da 1924'te kaldırdılar.

Yine 1924'te: ünlü Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimi laikleştirdiler.

1926'da: İsviçre Medeni Kanunu kabul edildi.

1926'da yine : Ceza Kanunu'nun 163. Maddesi ile dini siyaset aracı olarak kullanma eylemi yasaklandı.

Aynı kanunla: Din görevlilerinin görevlerini yaparken devlet kanunları ve kurallarına karşı söylem ya da dinsel öğreti konuşmaları, yapmaları cezalandırma konusu yapıldı.

28.05.1927: Binalar üzerindeki tarihi kitabe ve tuğraların kazınması.(Tarihi eser katliamı)

1928'de: Devletin bir dini olduğu maddesi anayasadan çıkartıldı.

Aynı yıl: Kur'an dili olan yazı kaldırıldı yerine Latin alfabesi getirildi."

1923'te cumhuriyetle başlayan laikleşme çabaları beş yıllık bir dönemde resmi bir kimlik buldu.

"1937'de: Laiklik kavramı anayasaya sokuldu. Resmi devlet ideolojisi haline getirildi.

1949'da: Din esasları güden eylemler de suç kapsamına alındı.

Tabi ki bu genel başlıkların yanında, tam bir dönüşümün sağlanmasına yardımcı kanunlar da çıkartıldı. Şapka, kılık-kıyafet, unvanlarla ilgili, takvim, saat, ölçü, tatil gününün değişikliği gibi."

"Diyanet İşleri" kavramının toplum içinde oluşturulma/kurulma sürecine de değindi. Bu gerekliliğin fikir sahibinin Ziya Gökalp'e ait olduğunu belirtti. O'na göre din alanının ikiye ayrılması gerekliliği bunların eylemler ve inanç/ibadet sahası olarak belirlendiğini, birinci alanın tüm olarak meclis yasama yetkisine bırakıldığını, inanç ve ibadet sahasının ise kişiye özel bir alan ve bu alanın denetleyicisi olarak Diyanet İşleri kurumunun kurulması gerektiği düşüncesinin 1924'te çıkarılan bir kanun ile uygulandığını görmekte olduğumuzu anlattı.

Halifeliğin kaldırılması ve Şapka Devrimi meselelerini de sunumunda açan BULUT yaşanılan olayları dinleyicilere aktardı. Yenilik ve inkılâp adına Kur'an'ı Kerim değiştirilmek istenerek, içine M. Kemal'in nutuktan sözlerinin konması çabalarını, Kur'an'ı Kerim'den dünya işleri ile ilgili ayetlerin çıkartılmak istenmesini (hatta bu hususta çeşitli müzakereler yapıldığını belirtmiştir) böylelikle halkta, devletin istediği dinin oluşturulma ve inanma sürecine de değindi. Şu önemli hususların altını çizdi: "1950 öncesinde T.D.K. sözlüklerinde "Kemalizm, Türk'ün dinidir" deniliyor. Bu dönemin idarecileri İslam'ı "Arap İdeolojisi" diye tanımlıyor. Bu dönemde yazılan bir şiirde "Kâbe Arabın olsun, bize Çankaya yeter" deniyor. Araplar, bizi sırtımızdan vurdu efsanesi hep aynı zihniyetin ürünü. Yeni devlette laiklik hep dinin karşısına koyuldu. Laiklik üzerinden bir hayat tarzı din inşa edilmeye çalışıldı. İslam Tanzimatla dinlerden bir din, Meşrutiyetle ihmal edilebilir bir unsur, Cumhuriyetle iç bir tehdit olarak görüldü." Bu tarihi süreçte inanç değişikliğine direnen herkese zulümler ve kıyımlar yaşatıldığını da belirten BULUT, Şeyh Sait kıyamını andı. İskilipli Atıf Hoca, Menemen olayını da sunumunda işledi.

Bu dönemde Laikliği savunan dört kesiminden bahsetti:

1- "Laiklik din ile devletin ayrılmasıdır" : Bilim adamları, sanatçılar, üniversite öğrencileri ve basın,

2- "Laiklik dinsizlik değildir" görüşünde olanlar: Çıkarcı siyasiler,

3- "Laiklik vicdan özgürlüğüdür" savunucularının: Özellikle aydınların olduğunu,

4- "Çağdaşlaşmacılık ve Atatürkçülüktür"diyenlerin: Genelde askerler ve bazı eğitimciler olduğunu belirtti.

Bunların yanında kendilerine çeşitli adlar vererek guruplaşan kesimlerin varlığından ve yaşadıkları çelişkilerden bahsetti. Yabancı bir kurumun yaptığı Müslüman ülkeler anketinde "Müslüman mısınız?" sorusuna en çok Türkiye'de "evet" dendiğini, "şeriatle yönetilmek ister misiniz?" sorusuna ise en çok "hayır" cevabının yine burada verildiği örneklemesiyle yaşanılan çelişkiye dikkat çekti. Türkiye'nin bu rol modelliğinin Batı toplumlarınca önemsediği ve diğer Müslüman ülkelerin de böyle olması gerekliliği düşüncelerine de dikkat çekti.

Son olarak şunları söyledi: "Laiklik, bizim gibi Müslüman ülkelerin dışında bir kavramdır. Bizim dışımızda doğdu, büyüdü ve gelişti. Bizim inancımız ve tarihimiz ile hiçbir ortak yanı yok. Bu anlamda İslam ülkelerinde laikliği savunanların da iddialarına haklı bir sebep bulmalarına imkan yoktur. Batıda Hıristiyanlığın bir ürünü olan bu kavramı İslam dünyası için istemek İslam dünyasına yamamak çelişkiden, tutarsızlıktan ve zulümden başka bir şey değildir. Laiklik, her türlü alanda dini soyutlamak, sınırlandırmak ve bazı elitlerin alanlarını olağanüstü geliştirmekse tabi ki İslam bunu onaylamaz."

Etkinliğe katılanların soru ve yorumlarıyla konu son buldu.

Etkinlikler Haberleri

Bursalılar Gazze için kıyama durdu
İslami mücadelede Gazze direnişinin yeri
Rıdvan Kaya: Gazze’de yaşananlara tepkisiz kalmak, alışmak ve kanıksamak zulümdür
“Gazze, nesiller boyunca insanlığın unutamayacağı dersler veriyor”
Bursa'da "Gazze ile Dayanışma Gecesi" düzenlendi