Özgür-Der Bursa Şubesinin 2010–2011 alternatif eğitim seminerlerinin beşincisi olan "Cumhuriyetin Kuruluşunda Yeni Ulus Oluşturma ve Devrimler" konulu seminer Mustafa Başpınar tarafından Ördekli Kültür Merkezi'nde sunuldu.
Etnik temelli bir dönüşümün cumhuriyet kadroları tarafından bir dayatma şeklinde ortaya çıkartıldığını, bugünkü anlamda algıladığımız ulus düşüncesinin de bunun bir sonucu olduğuna dikkatleri çekerek konuşmasına başlayan Mustafa Başpınar; bugünkü toplumsal değişimin nedenleri üzerinde düşünürken geçmişin iyi bilinmesi gerektiği gibi aynı zamanda bu dönüşüme neden olan sosyal ve siyasal olayların güncelleştirilmek sureti ile ciddi bir analize tabii tutulması gerektiğini belirtti.
Uluslaşma serüvenine giren toplumların ortalama olarak birbirleri ile benzer senaryolara sahip olduğunu belirten Başpınar; üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki dönüşümü diğerlerinden farklı kılan en önemli taraf, cumhuriyetçi seçkinlerin kendi iktidarları uğruna halkı ve onun değer yargılarını acımasızca yok etmesidir. Evet cumhuriyet bir sonuçtur ve onu hazırlayan bir takım tarihsel gerçekler mevcuttur. Fakat kaçınılmaz olarak beklenen değişim ile direk müdahale arasında belirgin bir fark olduğuna dikkat etmek gerekir. Osmanlı da Tanzimat sonrası ağırlıkta olmak üzere gelişen bu dönüşümler daha çok evrimci bir yöntem ile gerçekleşirken, Osmanlının bakiyesi üzerinden hayat bulan cumhuriyetçi kadrolar tam olarak tepeden inmeci ve radikal bir yöntem seçmişlerdir. Halka rağmen halk için kılıfı ile çaldıkları minarelerin sayısı zamanla yıktıkları camilerin ve kurban ettikleri mazlum mustazafların sayısını bile geçer hale gelmiştir.
Kemalist kadroların ulus oluşturmada kullandıkları en önemli iki silahın laiklik ve milliyetçilik olduğuna dikkatleri çeken Mustafa Başpınar; uluslaşmada laiklik ve milliyetçilik iki ana motor konumundadır. Biri diğerini desteklemek surette konumlandırılmış ve ona göre bir anlam yüklenmiştir. Ziya Gökalp ve Muşir Ahmet gibi aydınlarca proje halinde kullanılmayı bekleyen laiklik kavramı cumhuriyet ile birlikte sahaya konulabilmiştir. Batı tandanslı laikliğin kendi asal anlamı ile uygulamaya konmasının mümkün olmadığından Türkiye şartlarına özgü bir tanımlama yoluna gidilmiştir. Çünkü gerek geç dönem Osmanlıda gerekse de Türkiye de Hıristiyanlık gibi bir din ve tüm yönleri ile kiliseye benzer bir kurum gelişmediğinden, bunların karşısında duracak rasyonalist bir sınıf da hiç olmamıştır. Bunu bildikleri ve İslam'ın halk üzerindeki itibarını tahrif etmek için ona farklı anlamlar yükleme yoluna gitmişlerdir. Dinin hayat içindeki yerini batı merkezli bir kıyaslama ile aşındırmaya çalıştıkları gibi İslam'a yeni anlamlar yükleme pişkinliğini ihmal etmemişlerdir. Onlara göre İslam'ın yaşam alanı sadece vicdanlardadır ve asla reel hayatın merkezine girmemelidir.
Tarihi okurken onun vahiy merkezli bir perspektife tabi tutulması gerektiğini, aksi halde bu okumaların eskilerin masalları olmanın ötesine geçmeyeceğini ve en önemlisi de bugünkü toplumsal ve siyasal yapının bunlar ile olan bağının anlaşılmasının mümkün olmadığını belirten Başpınar, Kemalist kadroların halkın inancını ve değerlerini yeniden tanımlamak sureti ile ülkeyi laboratuara çevirme cesaretlerinin, aynı zamanda halkın bunlar ile olan ilişkisinin sahih olmamasına bağlamak gerektiğini ifade etti.
Kemalist müdahaleciliğin teolojisi konumunda olan laikliğin, fonksiyonel-sembolik ve kurumsal olmak üzere üç ana başlık altında analiz edilmesi gerektiğini belirten Başpınar, bunlardan fonksiyonel laikliğin teorik anlamda bir tanımlama çabası olarak görülebileceğini ve bugünün Türkiye'sinde sıklıkla duymakta olduğumuz "Türkiye şartlarına özgü bir laiklik"in vücuda getirilme çalışması olarak tarif etti. Cumhuriyet kadrolarının başardıkları ve halkta karşılık bulan asıl laiklik tanımlamamsının ise sembolik düzeyde olduğunu, bunların; Şapka devrimi – Kadınların üzerinden yapılan değişimler – Balolar - Güzellik yarışmaları – Harf inkılabı – vd devrimlerin istiklal mahkemeleri kanalı ile halka zorla dayatıldığını ifade etti. Kurumsal düzeyde laikliğin ise en somut örneğinin Diyanet İşleri Bakanlığı olabileceğini, bu kurum vesilesi ile din ve devlet işlerini bir birinden ayırmaktan çok, onun kontrol altında tutma gayreti yattığını belirtti.
Uluslaşma sürecinin en önemli araçlarından bir diğerinin milliyetçilik olduğunu vurgulayan Mustafa Başpınar, bu ilkenin zaman içinde farklı anlamlar yüklenerek kullanıldığını, halk fırkasının değişik tarihlerde yapılmış kurultaylarından alıntılar yaparak ortaya koydu. Kültür politikalarının vazgeçilmez unsuru olarak ortaya çıkartılan milliyetçiliğin, siyasi malzeme haline getirilmesi sonrasında bugün ki hali aldığına dikkat çekti.
Kemalist ideolojinin halkı sindirmek için kullandığı en önemli silahın onu geçmişinden uzaklaştırmak olduğunu ve bu durumun devamını sağlamak için türedi bir resmi tarih tezi oluşturulduğunu kaydeden Başpınar, bunların oluşum sürecini dönemin karakterlerinden alıntılar yaparak ortaya koydu.
Program katılımcılardan gelen soruların cevaplanması ile sona erdi.
Abdurrahman Yıldırım / Haksöz-Haber