Hayatı değiştirme ve şahit olma vasfının Allah tarafından bütün Müslümanlara farz kılındığını belirterek konuşmasına başlayan Üzer, şahitliğin Kur'anın kilit kavramlarından biri olduğunu ifade etti. Şahitlik konusundaki duyarlılığımızın yanlış değerlendirilmemesi gerektiğini vurgulayan Üzer, 'Şahitlik bizim cemaat olarak farklılığımız değil bütün İslami yapılarda mutlaka olması gereken bir farziyettir' dedi. Şahitliğin sadece ferdi ya da sadece toplumsal olmadığını, bütün hayatı kuşatması gerektiğini belirttiği konuşmasına şöyle devam etti;
" Dünyanın diğer yerlerindeki İslami hareketleri değil Türkiye'deki kendi pratiğimizi konuşalım. Türkiye'de yanlış bir algı oluşmuş. Bu algıya göre bir cemaat yardım konusunda uzmanlaşır, diğeri eğitim konusunda bir diğeri insan yetiştirme konusunda uzmandır. Özellikle toplumsal olaylara şahitlik konusu da sanki bir çevrenin uzmanlığıymış gibi yorumlanıyor. Oysa Kur'an'dan anladığımız kadarıyla şahitlik iman eden herkese farz kılınmıştır. Türkiye'de ne yazık ki bu anlaşılamamıştır. Birçok camia dar anlamda 'insan yetiştirme'ye odaklanmıştır. Çevresinden olan bitenden haberdar değildir. Söyleyecek sözü yoktur. Bunun elbette geçmişten tevarüs eden sebepleri vardır. Bu topraklarda bir jandarmanın bütün köyü hizaya soktuğu bir geçmişte yaşadık biz. Sesini çıkaran insanların hemen susturulduğu hatıralarla doluyuz. Bütün bunların üstüne elbette toplumsal anlamda söz söylemek, tavır almak, şahitlik etmek kolay olmayacaktır. Ancak bu kötü gidişatı durdurması gereken örgütlü İslami yapılarda da maalesef bu perspektif yoktur.
Sol-sosyalist, Kürtçü ve Ulusalcı çevreler toplumsal tavır alma konusunda adeta profesyonelleştiler. O kadar ki açık bir şekilde suçlu oldukları konularda bile ortalığı velveleye verebiliyorlar. Örneğin Reyhanlı'da Türkiye tarihinin en büyük bombalı saldırısı oldu. Saldırının Esed ve muhaberat destekli sol bir grup tarafından yapıldığı kesinleşti. Bu saldırının failleri hukuken de net bir şekilde ortada olmasına rağmen 'Katil Erdoğan' ve 'Gerici çetelere izin vermeyeceğiz' sloganlarıyla pek çok şehirde yürüyüşler yaptılar. Bakın katil onlar, öldürülenler Müslüman Reyhanlı halkı ancak güçlü olan ve sloganlarla Müslümanları karalayanlar yine onlar. Peki Müslümanlar ne yaptılar? Ne yazık ki biz dahil kimse bir şey yapmadı. Oysa Reyhanlı davasının görüldüğü mahkemelere sol örgütler ve avukatlar aktif bir şekilde katılırken yakınlarını kaybeden aileler yalnız oldukları için yeterince sesleri çıkmadı. Çünkü Türkiye'de Müslümanlar şahitliği yeterince anlayamıyorlar. Aynı durumu Kobani bahanesiyle yapılan ve açıkça Müslüman avın dönüştürülen 6-7 Ekim olaylarında da görebiliyoruz, Gezi parkı olaylarında da şahit olduk.
Mahkemelerde kullanıldığı şekliyle bile şahitlik bir davanın seyrini büyük oranda etkileyebiliyor. Lehte veya aleyhte bir şahitlikte bulunduğunuzda bir insanın hayatını kurtarabiliyor veya karartabiliyorsunuz. İşte İslami manada şahitlik de hakkıyla yerine getirildiğinde bir toplumu, bir olayı, bir mağduriyeti, bir devleti veya gücü ciddi anlamda etkiler. Şahitlik bir 'varolma' biçimidir. Bir yerde varlık gösterip gösteremediğin, nerde ve nasıl tavır aldığınla ilgilidir. Elbette sol-sosyalist veya Kürtçü çevrelerden verdiğimiz örneklerdeki gibi yalan, propaganda ve adaletsizlikle dolu bir tavır almaktan bahsetmiyoruz. Şahitlik için her şeyden önce 'mutlak bilgi' ve 'adalet' gerekir. Yoksa yalancı şahitlik olur. Mutlak bilgi için de alanda olmak gerekir. Derdi olmayanın, alanda olmayanın ya bilgisi yoktur ya da varolan bilgisi eksik ve yanlıştır.
Şahitlik ve şehitlik bir yaşama biçimidir, bir hayat tarzıdır. Dolayısıyla hayatını hakka şahitlik ederek yaşayan Müslümanın ölüm biçimi önemli değildir. O Allah'ın izniyle şehittir. Şehitliği sadece Allah yolunda savaşarak canını feda etmek olarak yorumlamak doğru oturtulmamış bir yorum olur. Elbette bir amaç uğrunda canını ortaya koymak fedakârlıkların en büyüğüdür. Örneğin ölüm orucu hangi ideolojide olursa olsun en zor ve saygıyı en çok hak eden eylem biçimidir. Çünkü fıtraten insanın canını kendi eliyle feda etmesi çok büyük bir irade ve direnç gerektirir. Allah yolunda canını feda etmek de şehitliğin en yüksek mertebesidir. Ancak şehitliğin esas tanımı değildir ve şehitliğin bütünü ifade etmez. Sadece böyle tanımlamak eksik olur."
Konuşmanın ardından geçilen soru-cevap faslında 'Müslümanların özellikle sosyal siyasal alanda tavır üretememe, dolayısıyla şahitlik edememe sebebi nedir?' sorusu üzerine Üzer şöyle devam etti; ' Müslümanların fıkıh usulü, tefsir usulü gibi pek çok alanda eksik veya yanlış da olsa bir usulleri var. Ancak İslam tarihi boyunca ve hiçbir mezhepte 'siyaset usulü' konusunda bir çalışma mevcut değildir. Var olan siyasetnameler de ancak sultanlara ahlaki öğütler içeriyor. Dolayısıyla bizim bizden başka kimsemiz yok ne yazık ki. Siyaset usulümüzü, tavır alma biçimimizi, şahitliğimizi Kur'an ve Sahih Sünnet 'in aydınlığında bizler oluşturmak zorundayız." Dedi. Seminer güncel konularla ilgili soru cevaplarla devam etti.