Özgür-der Bursa Şubesi alternatif eğitim seminerlerinde bu ay "Türkiye'de Merkez Sağ'ın Oluşumu" konusunu işledi. Ördekli kültür merkezinde düzenlenen program, Murat Aydoğdu’nun sunumu ile gerçekleştirildi.
Bugün siyasal literatürde kullanılan birçok kavramın hem taşıdığı tarihsel arka plan hem de aktüel yönü ile "bize ait olmadığını" aksine kullanış biçimleri doğru okunduğunda tamamı ile mevcut siyasa'nın devamlılığını sağlama ve meşrulaştırma gibi bir anlam taşıdığını belirten Murat Aydoğdu, merkez sağ olgusunu da bu bağlamda ele alıp gelişim evrelerini belli bir kronoloji dâhilinde okunması gerektiğini ifade ederek şunları kaydetti:
Terim ve kavramları başka ideolojiler tarafından tanımlanmış bir zihne sahip kişi, kendi özüne yabancılaşmak ve varış yerini başkalarının tayin ettiği bir menzile doğru korunaksızca savrulma tehlikesini de beraberinde taşır. Unutulmamalıdır ki her ideoloji, fikir sistemi veyahut teoloji kavramsallaştırmalarını kendi realitesi çerçevesinde oluşturur. Mesela “emek” dediğimiz olgu kapitalizmde farklı, sosyalizmde farklı ve pek tabii olarak İslam dininde farklı bir anlama sahiptirler. Bu farklılaşmanın temel nedeni eşyaya ve olaylara yüklenen anlam ile doğrusal bir ilişkinin var olmasından kaynaklanmaktadır. Bundan ötürü Müslümanlar olarak siyasal veyahut sosyal alanda muhatap olduğumuz kavramların nasıl bir muhteva taşıdığını bilmek ve ona göre bir ilişki belirlemek gibi bir iman-i sorumluluğuz bulunmaktadır. Bu bağlamı gözetmek şartı ile “merkez sağ” nedir? Kökleri nereye dayanmaktadır? Siyasi alanda ve toplumda bulduğu karşılıklar nelerdir? Sorularına cevap arayabiliriz.
MERKEZ SAĞ KÖKLERİ VE OLUŞUMU
Merkez Sağ ana hatları ile Muhafazakârlık, totaliter olmayan Milliyetçilik ve Liberalizm’in oluşturduğu karma bir yapıdır. Aydınlanmanın olumsuz etkileri birçok düşünür tarafından özellikle muhafazakâr düşünürler tarafından eleştirilir. Muhafazakarlık değişimin hızına karşı ve bunun oluşturduğu kaos ortamına karşı bir tepkidir. Değerlerin ve toplumsal yapının korunması şeklinde kendini gösterir.
İnsan fıtratının bir özelliği olan istikrar arayışı muhafazakârlık, dayanışma duyguları ise Milliyetçiliktir. Bu açıdan Muhafazakârlık ve Milliyetçilik kitleler bazında siyasal bir ideoloji olmaktan çok tepkisel bir duruş, üslup, insani eğilim ve mizaç halindedirler.
Karl Mannheim (1883–1947) ’in tabiri ile “Ancak Aristokratlar Muhafazakârlığa bir ideoloji olarak bakarlar” Aristokrat elitler Merkez sağ altında bu eğilimleri Liberalist yönetim tarzı ve Kapitalist ekonomik sistem olarak siyasallaştırır.
James Madison’a göre (1751–1836) Muhafazakârlık Rasyonalizm ve onun gelenek, sezgi gibi bilgi kaynaklarından soyutlanmasına tepkidir. Bu tepkisel kitle psikolojisi potansiyel oluşturur. Eski konumlarını kaybeden ya da tehlikeye girdiğini fark eden Aristokrat kuramcılar tarafından sistematize edilen Muhafazakâr Siyaset Felsefesi Merkez sağ siyaset olarak vücut bulur.
Remzi Oğuz Arık’ta (1899–1954) Cumhuriyet dönemi Muhafazakâr düşünce yapılanması Milliyetçi-Muhafazakâr formdadır. Arık “İdealler ızdıraplardan doğar” yaklaşımı ile idealist hızlı değişimin toplumsal zeminde ortaya çıkardığı problemleri görür. Ona göre Milliyetçilik; toplumumuzun, toprağımızın ve tarihimizin gerçeklerine uyan realistik bir akımdır.
Ali Fuat Başgil’de (1893–1967) Liberal-Muhafazakâr formda şekillenen Muhafazakârlık; Liberalizmin özgürlük, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi değerleri ile muhafazakârlığın ahlak ve geleneği sentezlenmesidir.
Nurettin Topçu ((1909–1975) ise Devrimci/Sosyalist-Muhafazakârlık çerçevesi çizer.
Her üç akımda özü itibarı ile Laik/sekülerdir. İslami değerleri bir miktar meşrulaştırma amacı ile eklektik şekilde kullanırlar.
Değişimin, Batılılaşmanın müdavimleri arasında yer alıp sonradan daha kapsamlı düşünen İlk
Cumhuriyet döneminin terör politikalarının ardından muhafazakâr oluşumlar slogana dönüşmüş tutucu CHP Kemalistlerine karşılık sanat, edebiyat, siyaset ve entellektüelizm de daha güçlü hale gelirler. Bunların önemli isimleri; Hilmi Ziya Ülken, Fuat Köprülü, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi, İsmail Hakkı Danişment, Nevzat Yalçıntaş, Ahmet Kabaklı, Cevat Rifat Atilhan, Yahya Kemal, Cemil Meriç, Tarık Buğra, Ferruh Bozbeyli vb birçok isim sayılabilir. Bunlar önemli oranda İslami bir faaliyet içerisinde olmayan, temel referansları daha eklektik veya seküler düşünürlerdir.
Tek Parti döneminin baskıcı yapılanmasını çözen yine Muhafazakâr tepkileri siyaset felsefesine dönüştüren Yeni rejimi yetiştirdiği Laik ve elitist kadrolar olur.
İnsanoğlunun birlikte yaşama şartlarının oluşturduğu bu yapılar, en küçük yapı taşı aileden itibaren doğal-fıtri özellikleridir. İnsanoğlu topluluklar halinde yaşarken tanımadıkları, yabancı olarak algıladıkları diğer topluluklara kuşku ile bakmaları, korunma amaçlı ve dayanışma odaklı davranışları birçok durumda çatışmaya da zemin hazırlar. Çatışma boyutuna varmayan korunmacı bir Milliyetçilik tıpkı Muhafazakârlık eğiliminde olduğu gibi Merkez sağ’ın kitlesel söylemidir.
İslam dünyasında ve özelde Osmanlı coğrafyasında Muhafazakârlık ve Milliyetçilik aynı minvalde oluşur. Bir farkla ki; Batıda devrimler kitlesel tabandan şekillenirken Osmanlı’da Saray’dan tepeden şekillendirilmektedir. Batı’da yerinden olan Aristokrat ve Eski iktidar odaklarına karşı Osmanlıda oluşmuş sınıfsal yapı yoktur.
Osmanlı Batılılaşmanın son ürünü Türkiye Cumhuriyeti, savaş yorgunu topluma İttihatçı çeteleşmenin artıkları tarafından dayatılan Jakoben bir safha’dır. Bütün İslami muhalefetin ezildiği, sürüldüğü dehşetli devlet terörü ardından toplumda iki genel eğilim oluşur. Hızlı değişim olan devrimlerin bozduğu toplumsal yapıların yerine yeni bir değer yargısı konulamamaktadır. Bu toplumda Muhafazakâr bir tepki oluşturur.
Günümüz Liberalizmi’nin bariz özelliği tüketim duygusudur. “Liberal” kelime anlamı ile özgürlükten daha öte, ideolojik ve materyalist bir kavramdır. Liberalizm’in 5 temel ilkesi ideolojik yapısı hakkında yeterli, ipuçları barındırır.
1- Bireysellik
2- Akılcılık
3- Piyasalarda sınırsız serbestlik ve fiyatların kendiliğinden belirlenmesi
4- Devletin sınırlılığı
Akılcılık, ilerleyen gelişmelerle ampirizm/deneyciliğe ve sonra da sekülerizm’e evrilir ve bu vazgeçilmez bir laiklik saplantısı ile iç içedir. Liberalizm, sınırsız tüketim üzerine bir ideoloji; Öyle ki bunu değerleri tüketen bir ahlak anlayışında ve günümüzde birçok sapkın kesimlerle ortaklığında görürüz. Buna rağmen Liberalizm Muhafazakâr ve Milliyetçileri nasıl yanına çekerek Merkez sağ oluşturabilmiştir?
Bu sorunun cevabı Sosyalist ve Faşist hareketlerin totaliter, baskıcı yapılarıdır. Bu yapılar topluma tümü ile özel yaşantılara kadar müdahale eden otokratik yönetimlere karşı Muhafazakar ve Agresif olmayan Milliyetçiliğin Merkez sağ’a itilmesi ile açıklanabilir.
“Halk yığınları, oy veren, milyonlar sahte doktrinlere alet oluyorlar. Ancak ve ancak piyasa üzerine kurulu bir toplum modeli onlara arzuladıkları refahı verebilir. Ama halkı ikna etmek için önce elitleri, aydınları ve iş adamlarını ikna etmek gerek. Demokrasilerde hâkim olan bu anlayış kırılmalıdır” (Ludwig Von Mises)
Türkiyadeki Merkez sağ’ın süreci de aynı sebeple gerçekleşir.
İttihat ve Terakki anlayışı I. Dünya Savaşı ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM'de Birinci Grup ve sonradan Halk Fırkası'nı en sonunda da Cumhuriyet Halk Partisi'ni ortaya çıkardı.
İkinci Grup, Hürriyet ve İtilaf ile cumhuriyetin ilanı sonrası Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası olarak partileşir. 1946'da kurulan Demokrat Parti bu İkinci Gruptan doğar.
İzmir İktisat kongresi ile Kapitalist ekonomi ilkeleri kabul edilir. Kapitalizm devlet eli ile güçlendirilecektir.
1929 bunalımı, II. Dünya Savaşı arasında Avrupa’da Otoriter yönetimler güçlenir. İktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi devlet ile özdeşleşir. Parti ilkeleri 1937’de anayasaya girer.
İsmet İnönü'nün devletçilik uygulamaları sonucu ekonomik darboğaz oluşur. II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da parlamenter demokrasi hâkim olur. Marshall ve Truman doktrinleri ile ABD Türkiye gibi ülkelerde Parlamenter sistem eşliğinde serbest piyasayı devletçilik üzerinden kapitalizm oluşumuna tercih eder.
Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den Kars, Ardahan ve Artvin'i istemesi Türkiyeyi uluslar arası siyasette Amerika ve İngiltere'ye daha fazla yaklaştırır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1945 günü yaptığı konuşmada bu arzuya yeşil ışık yakar.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşülürken ortaya çıktı. Tasarının 17. ve 21. maddeleri tartışılırken Celâl Bayar (Cumhuriyetten önce müftü, Cumhuriyet döneminde İktisat vekili, İş bankası kurucusu), Adnan Menderes (İzmir Amerikan Koleji ve Hukuk Fakültesi mezunu), Emin Sazak ve Refik Koraltan sert eleştiriler dile getirdiler. Toprakların %70’i devlet tekelindeyken yeni oluşan Sermayedarlara yüklenmek istenen tasarı sermayedarları muhalefete iter. Bu yasanın görüşüldüğü günlerde Celâl
Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve, Fuad Köprülü CHP Grubu’na ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını öngören Dörtlü Takrir adlı bir önerge verirler.
Ancak dörtlü Takrir reddedildi (12 Haziran 1945). Bunun üzerine, Menderes ve Köprülü o günkü Vatan Gazetesi'nde CHP iktidarına karşı sert eleştiriler yazmaya başlarlar ve Koraltan ve Köprülü Eylül 1945’de partiden ihraç edilirler Aynı gruptan olan Celâl Bayar ise önce milletvekilliğinden sonra da CHP'den istifa eder. 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti kurulur. Demokrat Parti programını iki esas etrafında şekillendirmişti: Liberalizm ve Demokrasi.Marshall Planı çerçevesinde dışarıdan gelen para bu ilk dönemde ciddi bir iktisadi ferahlama getirir. Tarımda makineleşme sağlanır. Karayolları politikasına hız verilir. Serbest Kapitalizmin gelişmesi hızlanır. ABD ve Dünya Bankası raporları çerçevesinde hazırlanan iktisadi programlar ile liberal bir ekonomik anlayışın tüm alanlarda hâkimiyeti gerçekleştirilir.
Diğer yandan KİT'lerin de büyümesi sağlandı. DP özel girişimciliği KİT'ler kanalı ile desteklemiştir. Hammadde ve aramalı transferinin KİT eli ile yapılması sağlanır.
Hükümet programında "devri sabık" yapılmayacağı belirtilerek,27 yıllık dönemin hesabını sormaya kalkmayacağı açıklar. DP 16 Haziran 1950’da Arapça ezan yasağını kaldırır. Radyoda dini yayınlar yapılması ve mevlit yayınlanması üzerindeki yasaklar kaldırılır.
1953 yılında CHP malları hazineye devredilir. Halkevleri kapatılır. 28 Ocak 1954'te Köy Enstitüleri kapatıldı. 1954'te laiklikten uzaklaştığı gerekçesiyle MP kapatılır.
DP iktidarı 1960 sabahı, Kurmay Albay Alpaslan Türkeş tarafından Ankara Radyo'sundan okunan bildiri ile son buldu. Milli Birlik Komitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri adına ülke yönetimine el koyar. Demokrat Parti, 29 Eylül 1960'da kapatıldı.
Demokrat Parti'nin bazı eski üyeleri ile 27 Mayısçılarla görüş ayrılığına düşen emekli orgeneral Ragıp Gümüşpala (Tıp Fakültesi mezunu, Et Balık Kurumu Müdürü)ve gibi kişiler, 11 Şubat 1961'de Adalet Partisi'ni kurarlar. AP genel başkanı Ragıp Gümüşpala'nın 6 Haziran 1964'deki vefatının ardından geçici genel başkan Saadettin Bilgiç, 27-29 Kasım 1964 tarihlerinde düzenlenen büyük kongrede görevini Süleyman Demirel'e (İnşaat Mühendisi, Adnan Menderesin fark etmesi ile DSİ Müdürü, Eisenhower Vakfı bursu ile ABD ye gitti) devreder.
Saadettin Bilgiç’in yerine Süleyman Demirel’in seçiminde ilginçtir Vehbi Koç’un önemli katkıları vardır. Aynı Vehbi Koç’un Mustafa Kemal’in ardından İsmet İnönü’nün seçimindeki rolü de düşünülürse bazı ipuçları açıkça ortaya çıkar. Devlet eli ile oluşturulan sermaye İsmet İnönü döneminde bunun devamlılığı için Totaliter yapının devamını, Merkez sağ partiler döneminde ise yeni dönemin konjonktüründe ABD güdümlü Liberalleşmenin önünü açmak istemektedir. Merkez SAĞ’ın diğer liderleri; Tansu Çiller (Amerikan Kız Koleji, Robert Koleji, New Hampshire Universitesi, Connecticut Üniversitesi), Mesut Yılmaz'a (Avusturya Lisesi ve İstanbul Erkek Lisesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü mezunu. Almanya'nın Köln Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi yüksek lisans çalışması.)
Adalet Partisi, Demokrat Parti'nin mirasçısı olduğunu her zaman vurguladı, hatta ilk seçimlerde eski Demokrat Parti'lileri partiye aday gösterdi.
Açıkça bütün toplumsal hareketler Liberaller için yönlendirilecek sürülerdir.
Türkiye siyasal hayatında DP, Sağ Partiler ve nihayet Ak Parti sürecinde Muhafazakâr-Milliyetçi iktidarlar totaliter yöntemlere nazaran göreceli bireysel hareket alanları açsa da ciddi bir sekülerleşme, liberalleşme ile Müslüman toplumu baskıcı sistemlerden daha derinden etkileyip yozlaştırmaktadır.
Merkez sağ her ne kadar kişisel rahatlamalar, bireysel özgürlükler ve hareket alanlarını genişletse de Türkiye Müslümanlarına Sağcılaşma ile Batı siyasal denkleminin içerisine çekerek kendi tanımlamasından uzaklaştırmıştır. İkinci etki ile Muhafazakârlığın donukluğuna mahkûm etmiştir. Üçüncü nokta da Milliyetçi bir düşünce tarzı ile İslam dünyasının diğer kesimlerine karşı yabancılaşmayı getirmiştir. Ve en son aşamada Merkez sağ’ın mirasını devralan iktidarlar eli ile kitlelerde hızlı bir Liberalleşme, Sekülerleşme/dünyevileşme sonucu ciddi toplumsal problemler oluşturuyor.
Seminer katılımcılardan gelen sorulara verilen cevapların ardından sona erdi.
,
Haber: Abdurrahman YILDIRIM