Özgür-Der Bursa Şubesi düzenlediği aylık seminerlere devam ediyor. Bu hafta "Kur'an'ın Anlaşılmasında Geleneksel Ve Modern Engeller" semineri 19 Ocak saat:19:30'da Merinos Sosyal tesislerinde gerçekleştirildi.
"Düşünmek Farzdır" kitabının da yazarı olan Metin Önal Mengüşoğlu anlamak, düşünmek/manaya ulaşmak ve bunların sonucunda iman etmekten bahsederek başladı seminere. Ve özetle şunları söyledi:
"Kur'an'ın anlaşılmasının önündeki engellerden bahsedilecekse öncelikle "anlamanın" önündeki engelleri konuşmak gerekir, Çünkü hayatı, insanı (ki bunlar Allah'ın ayetlerindendir) anlamlandıramayandan Kur'an'ı anlamlandırması beklenemez. Daha doğrusu hakkıyla anlamlandıramaz. Hakkıyla anlama; manaya/anlaşılana değil anlaşılması gerekene ulaşmaktır. Bir şeyi okuyan mutlaka bir anlam/anlayış oluşturacaktır. Sözgelimi Kur'an'ın ilk muhataplarından iman edenler de anlamıştı etmeyenler de. İman edenlerin ulaştığı anlam mana ile uyuşuyorken iman etmeyenlerin ulaştığı anlam/anlayış mana (Allah'ın ulaşmamızı istediği anlam) ile uyuşmuyordu. Bu sebeple ilahi vahiy bizden ince anlayış/fıkıh sahibi olmamızı istemektedir. Cehd ile fıkheden kendine göre bir anlam oluşturmaktan kurtularak manaya ulaşabilir ancak. Tabii bir şeyi anlamlandırmak için bir lafız, bir mana, bir de nizam taşımalı bünyesinde. Mana verebilmek için de lafza ulaşılmalıdır. İşte burada anlamanın önündeki en büyük engel olan dile değinmek gerekir. Şahid oluyoruz ki; asırlardır durmadan Kur'an'ı okuyan ama aynı şekilde asırlardır zillet içinde yaşayan bir toplum var. Bunlar okuduğuna anlam veremiyor ki manaya ulaşsın.
Diyorlar ki; Allah bizden anlamayı değil iman etmeyi istiyor. Biz de soruyoruz anlamadan, manaya ulaşmadan iman etmek mümkün müdür? Zira Kur'an bizden "bizzat müslüman" değil "bilfiil müslüman" olmamızı istiyor. Yani İslam iradi bir seçim olmalıdır. Okuyan anlamlandırır, sonra onu düşünürse/fıkhederse manaya ulaşır ancak iman eder veya küfrü seçebilir.
Kur'an'ı anlamaya geçersek; en büyük engel "heva"dır. heva keyfi ve laubali bir eğilim oluşturarak işe gelen anlayış oluşturur.
Bir başka engel "heves"tir. Heves ustalığa dönüşmeden sürekli olarak zarar verir. Bir başkası "dogma"dır. Sorgulamayı ortadan kaldırmaya çalışmayan tek inanç İslam'dır. Hatta her altı ayetten biri akletmeye sevk eder. "Asabiyet/taassub" de aynı zamanda bir engeldir. Bu aynı zamanda kabilevi taassub olabileceği gibi mezhebi veya herhangi bir taassub olabilir.
Bir de kalbin marazları vardır Kur'an'ı hakkıyla anlamaya engel. "şirk"e bulaşmış bir insan hayatı da, kendisini de Kur'an'ı da hakkıyla anlayamaz. Hakikati örtmeye çalışarak "küfr"ü tercih edenlerin zaten hakikate ulaşmasından bahsedilemez. Aynı şekilde eşyayı olması gereken yerden kaldırarak dengeyi bozan "zalim" de Kur'an'ı hakkıyla anlayamaz. Bir de "istiğna" vardır ki müstağni anlayışını mutlak mana zannederek mana ile arasına set çeker.
Tabii bizler Kur'an'ı okumaya başlamadan önce yığınca malumata sahip oluyoruz asırlardır oluşmuş gelenek yüzünden. Dolayısıyla Kur'an'ın kavramlarıyla karşılaşmadan onlara kendimizce anlam veriyoruz. Bu da manaya ulaşmamızı tamamıyla engelliyor. Ve en önemlisi "taklid"den kurtularak iman etmeli/manaya ulaşmalıyız.
Modernizmle gelen demokrasi, insan hakkı sekülerizm, laisizm birey özgürlüğü gibi meseller de akletmenin dolayısıyla Kur'an'ı anlamaya engeldir. Hakeza okullarla oluşturulan "tektipleştirme" de engeldir akletmeye. Mesela; "insan hakkı" kavramı mükellefiyeti ortadan kaldırır, okullaştırma/tektipleştirme ise insanı insan olmaktan çıkarıp makineleştirir.
Sonuç itibar ile Kur'an bir yıldız haritasına benzer; bir yıldız eksik veya fazla olursa yahut yanlış yerde olursa yolcu yolunu şaşıracaktır."
"Kur'an Mekke'de indi, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı" diyenlere "peki nerede anlaşıldı?" diye sorarak konuşmasına son verdi.