Sözlerine Avrupa'nın birey algısını açıklayarak başlayan Hamza Türkmen "Bizim gençliğimiz de bu gençlik de birey olun telkiniyle büyüyor. Birey olmak Avrupa paradigmasına bağlı bir şey. Çünkü Avrupa dünya görüşünü benmerkezcilik oluşturuyor. Yani bireycilik, akılcılık ve neticede aydınlanma felsefesi Avrupa'nın dünya görüşünü oluşturuyor. Âmâ bu felsefeye rağmen Avrupa daha sonra batıyı ifade etti. Yani kapitalist tüketim-üretim ilişkileri ve bunlara sahip bir avuç sermayedar. "dedi. Avrupa devletlerinin kendi aralarında çok sıkı şekilde organize olmuş ciddi bir cemaat olduğunu belirtti.
Böyle cemaatleşmelerine rağmen entelektüeller siyasal liberalizmi öneriyorlar. Oradaki bireycilik sen kendine yetersin diyor yani benmerkezciliği telkin ediyor. Ve kişi kişinin kurdudur düşüncesi hakim. Üstün olan, ezen hakim olur. Sürekli bir rekabet psikolojisi var. Avrupa'da bu adaletsizliği eleştiren insanlar da var elbette. Âmâ tamamen maddi eksende seküler dünya ile sınırlı bir yaklaşıma dayalı." dedi. Daha sonra Müslümanların birey algısını açıklayan Türkmen, vahyin ve fıtratın İslami perspektifte bütünleştirdiği bir birey anlayışına dikkat çekti. Öncelikle bireye kendi fıtratıyla içli dışlı olması ve kendi fıtratının farkındalığı hatırlatılır. Çünkü insan Allah'ı birleme fıtratı üzerine yaratılmıştır. Yani insan olma pozisyonu sadece zorunlu ve temel ihtiyaçları karşılanması ile sınırlı değildir. Elbette öncelikle bunları karşılamak için davranır. Ama bizim bir derinliğimiz var. Bu ihtiyaçları giderirken kendi nefsine hevasına göre mi davranacak yoksa onu yaratan ölçü koyan Allah' a göre mi davranacak? Yani rabbani ölçülere göre mi nefsani ölçülere göre mi davranacak? Batılı paradigmanın telkinleri tamamen nefsanidir. Bizimkisi ise fıtratla, adaletle barışık bir ölçüdür. Hem ihtiyaçlarımızı gidereceğiz ama saçıp savurmadan zulmetmeden. Bu fert algısında gaybla irtibatlı bir olgunluk, erdem var. Allah'ı birleme fıtratını açığa çıkarmak, fıtratla vahyi buluşturarak, vahyi bir eğitimle dipdiri bir şahsiyet inşa etmeye dayalı bir algı. Bu algının bir de arınma ve dirilme boyutu var. Adaleti, tevhidi yaygınlaştırmak bir ümmeti diriltmek konusunda en büyük imtihanı olan insandır. Vahiyle fıtratını yoğurmuş, çabalamış, dirayet ehli, kaliteli şahsiyetleri Rabbimiz tohum diye örneklendirir. Onlar tek başlarına olsalar bile yeryüzünde haktan, adaletten yana tavır koyup bu tarzda bir şahsiyet olarak bir fidanın yeşermesi gibi yeşerirler ve ahireti kazanırlar. Dünyasının ve ahiretinin mutluluk ölçülerini ise Kur'an-ı Kerim'den yakalamaya çalışır bu tohum. Yani bizim bireyimiz vahiy ile sınırlı ve kendi gibi bireylere danışan istişare eden ortak akla yönelen insandır." dedi.
Bu birey olma sürecinde gençlerle yapılan çalışmalara değinen Türkmen "İstiyoruz ki gençler tahkik ederek, tedebbür ederek anlasın. Sorgulasın içselleşirsin. Ve sabitelerimizle(değişkenleri sorgulayabilir) hayatı okuyan ve insanlara tebliğ eden bir düzey yakalasın. Yani talim üzere yetişmiş, Kur'an'la hemhal olmuş, ölçü, adap, usul bilen iyi bir tebliğci, İslam'ı yaşayan iyi bir şahit olsun. Arzumuz bu. Sadece gençler için değil herkes için bunu istiyoruz" dedi. Cemaat deyince de bu bireylerden, şahsiyetlerden bahsedildiğine dikkat çeken Türkmen, hesabın toplu değil tabi ki birey birey verileceğini söyledi. "Hepimiz haşr günü bu kitaptan hesaba çekileceğiz. Tüm resuller tarihine, tüm Müslümanlar tarihine de baksak hayatı, çoğunlukla izah edemiyoruz. Çoğunluk demokratik sistemde aranıyor. Daha imkanlı daha serbest olduğu için. Ama biliyoruz ki Amerika ve Avrupa 'da bu çoğunluktan ziyade lobiler yönetime karar veriyor. Biz de bu sistemin tuzağına düştüysek toplumsal dönüşmeyi sağlayamıyorsak sistem içi araçları kullanırız" dedi.
Dağılmış bir ümmeti bilinçli bir şekilde yeniden canlandırmanın yolunun hayırda yarışmak, iyiliği emredip kötülükten nehyetmek olduğunu belirtti.
Bu ümmetin tebliğ edeceğini, tanıklık edeceğini ve hayırlarda yarışacağını belirten Türkmen bu insanların hakikatin tanıklığını yapmak için yaşayan şehidler olacağını ifade etti. Resulün de bir şehid olduğuna dikkat çekerken ilk defa topluma nasihat eden insanın nasihati kendi şahsiyetinde de yaşaması gerektiğini belirtti. İkinci olarak ise birlikte saf tuttuğumuz bireylerin tek başlarına kaldığında da İbrahim (a.s) gibi sorumluluğunu kaldırabilecek düzeyi yakalama konusunda aldıkları mesafeye bakmamız gerektiğini ifade etti.
"Biz dağılmış bir ümmetin çocuklarıyız. Gerek itikadi gerekse ameli konularda Kur'an-ı Kerim'den, sünnetten, değerlerden uzaklaşmış bir ümmetin çocuklarıyız. Zaaflarımız ve eksikliklerimiz var. Düşmüşüz. Bu düşkünlük içinde elbisemiz, kimliğimize sıçrayan kirleri temizlemek, her türlü itikadi, kelami, nefsi kirden hicret etmemiz Müdessir suresinde bize emredilmiştir. Mekansal bir hicret değil bu. Çok devrimci, kökten arınmayı anlatıyor." diyerek İslami şahsiyet olarak gayretlerimizin ve çabalarımızın neye göre olacağını açıkladı.
Ümmetin dağılmasının vahye ve fıtrata yabancılaşmasının bir sonucu olduğunu belirten Türkmen ümmetin ayağa kalkması üzerine verilen çabalarda en önemli rehberliği, bulundukları cahil toplumları vahy ile inşa eden Peygamberlerden edindiğimize dikkat çekti. Vahyin, mütevatir sünnetin bizlere arınmanın yolunu gösterdiğini ifade ederken; Müddessir ve Müzemmil surelerindeki 'kalk ve uyar' çağrılarına riayet edildiğinde, elbiselerimiz temizlendiğinde ve hüküm koyma yetkisi yalnız Allah'a isnad edildiğinde şahsiyetli, kaliteli bireylerin yetişeceğini vurguladı. Vahy ile dirilen şahsiyetlerin bir araya gelerek entelektüel kaygı ile değil hayatın içerisinden, çevresine dokunan bir okuma ve eyleme dökme çabası ile, birlikte iş yürütebilen, iyiliği emredip kötülükten sakındıran nüveleri oluşturması gerektiğini ifade etti. Bu noktada 'birlikte iş yapabilmenin yöntemi nedir' sorusuna dikkat çeken Türkmen; adap, usul ve üslup açısından nitelikli bir noktaya gelebildiğimiz takdirde birlikteliklerimizin değer kazanacağını ve hikmet ekseninde yürütülebileceğini dile getirdi.
Türkmen, ümmetin; siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal anlamda problemleri tespit edebilen ve problemlere nasslar doğrultusunda çözüm üretebilen şura ehli insanların yetiştirilmesine özlem duyduğunu dile getirdi. Nisa 59. ayette geçen ulu'l-emre itaatin vahye uygun olma ve zulümden uzak olma şartına bağlı olduğunu belirtirken; eleştiri mekanizmasının zayıflaması ve koşulsuz itaat düşüncesinin zihinleri işgal etmesi ile düzene, sisteme ayarlı din adamlarının oluştuğunu ifade etti. 'Ulu'l emr kimdir' diye soran konuşmacı; ulu'l emr'in çoğul bir kavram olduğuna dikkat çekerek özelleştirilmiş bir gruptan ziyade Allah'tan hakkıyla korkan, arınmış ve vahye yönelmiş bir zihne sahip, nassları çıkarlarına, iktidarın baskısına kurban etmeyecek, sorumluluk sahibi insanların bir araya gelmesi ile oluştuğunu dile getirdi. Türkmen, insanın her alanda en iyi bilgiye sahip olma kapasitesinin olmadığını ifade ederek Razi'nin Ehlü'l hal ve'l akd diye ifade ettiği ümmeti yönlendiren insanların; işi ehline teslim edin şiarına uygun olarak hem kendi alanında iyi olan hem de usuluddine hakim olan bireylerden oluşması gerektiğini ifade etti.
Günümüzde ise istişare kararlarının yerini bireysel fetvaların aldığına vurgu yapan konuşmacı, bu durumun ümmette kopuşlara neden olduğunu ifade ederek ulu'l emrin tekrar bir araya getirilmesi, içtihad kapısının tekrar açılarak bu yetkinin tekil kişilere değil istişareye verilmesi gerektiğini belirtti. Konuşmacı, Ulu'l emr mekanizmasının doğru bir şekilde sürdürülmesi için her insanın ulu'l erbab olması gerektiğini; nassları bilmesi ve nasslara aykırı hareket edildiği, zulm doğuran kararlar alındığı zaman uyarabilen diri zihinlere sahip olması gerektiğini ifade etti. Konuşmacı Peygamberimizin sahabe ile istişare ederek istişarelerden çıkan kararlara riayet ettiğini dile getirdi ve İslam toplumunda ise bu sünnetin aksine daha çok tek kişinin karar verdiği veyahut istişare edilip kararlara uygun hareket edilmediği süreçlerin yaşandığını ifade etti. Islah çizgisinde olan insanların cumhuriyet döneminden bu yana hep tasfiye edildiğine dikkat çeken Türkmen; ümmeti diriltecek, insanlığı uyandıracak adımların ancak bu sorumluluğu yüklenebilecek cesaret ve bilince sahip istişari hareket etme kabiliyeti olan insanların bir araya gelmesi ile atılacağını belirtti. Ümmetin dağılmışlığının istişare zemininden uzaklaşmamızda olduğunu belirtirken öncelikle her insanın gerektiğinde tek bile kalsa İbrahim gibi vahye sarılarak dik durabilecek bir zemine ulaşma sonrasında ise bir araya gelerek ümmet bilinciyle hareket etme sorumluluğu olduğuna vurgu yaparak konuşmasını bitirdi.
Seminer sonrası Özgür-Der gönüllüsü hanımların; Arakan'da faşist, ırkçı yönetim ve Budist çeteler zoruyla yurtlarından çıkarılan kardeşleri ile dayanışmak için organize ettikleri kermese katılım gerçekleştirilerek program sonlandırıldı.
Haber: Habibe Yıldız - Tuğba Garip
Foto: Muhammed İkbal Kızılaslan