"Dinde Derinleşenler, Sefere Çıkanlar ya da Kalanlar" konusunu Özgür-der genel yöneticilerinden Mustafa Eğilli sundu.
Konuşmasına Kur'an'ın Arapça olması ve Arapça'yı iyi bilmeyen toplumlarda Kur'an'ın anlaşılması için meal/tefsir gayretlerine girildiğini, ancak ikinci bir Kur'an olamayacağından bu meal/tefsir çalışmalarında kültürel anlayış, dil farklılığı, kişisel yorum sebebiyle bazen Kur'an'ın murad etmediği yorumlara gidildiğini belirterek başlayan Eğilli özetle şunları ifade etti.
"Meallerde oluşan bu zaaflar bazen Kur'an'ın murad ettiği anlamın zıddı anlamlar çıkarılmaya sebep olabiliyor. Ancak bu zaafların çok az hatta istisnaidir ve bu istisnalardan biri de Tevbe suresi yüz yirmi ikinci ayetidir.
Bu ayet cihada gitmek ile dinde derinleşmek/fıkhetmek arasındaki ilişkiyi ele alıyor. kimilerine göre birileri cihada gitmeli kimileri de geride kalıp dinde derinleşmeli şeklinde anlaşılan bu ayet kimilerine göre de dinde derinleşmek/fıkhetmek cihada gitmekle olur ve burada geride kalmak değil aksine ileri gitmek, mücadeleye katılmak vardır. Yani birinci görüşte olanlar ayete şu şekilde meal verirken
'Mü'minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup, çıktığında (bir grup da), dinde derin bir kavrayış edinmek (tafakkuhta bulunmak) ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için
(geride kalabilir). Umulur ki onlar da kaçınıp-sakınırlar.(Tevbe/122-Ali Bulaç meali, ayrıca diyanet, M. İslamoğlu, Y.Nuri Öztürk mealleri de bu bağlamda ele alır.)
İkinci görüşte olanlar ise ayeti şu bağlamda ele almaktadırlar;'Müminlerin toptan savaşa çıkmaları gerekmez. Her topluluktan bir grubun dinde derinleşmek ve kavimleri geri döndüklerinde onları uyarmak ve sakındırmak için savaşa gitmeleri gerekmez mi? Umulur ki sakınırlar.(Tevbe/122-Ş. Piriş meali, ayrıca Seyyid Kutup, Hasan-ı Basri, İbn Abbas da bu görüştedir.)
Görüldüğü üzre neredeyse birbirine zıdd iki bağlamda ele alınmış. Her iki açıklama da delil olarak çeşitli rivayetler de sunmaktadır.
Ancak bize göre de ayet ikinci bağlamda anlaşılmalı, yani sefere çıkanların yanında bir de geride kalıp ihtisaslaşmayla uğraşan bir sınıf anlaşılmamalıdır. Burada geçen "fıkhetme/tafakkuhta bulunma" ilim elde etmeden farklı bir muhtevaya sahiptir. Alim salt bilgili olarak ifade edilirken fakih bilgiyi ve ameli aynı zamanda bünyesinde barındırandır. İşte Seyyid Kutub, Ebu Hanife böyledir. Ayetin aslında "geride kalmak" ibaresi geçmez, bunu kullananların neredeyse hepsi bu ibareyi parantez içinde belirterek belki istemeyerek de olsa zorlama bir ek yapmaktadır. Ayette geçen 'nefere' kelimesi de doğrudan doğruya bir hareket için yola koyulmayı ifade eder. Resulullah'ın örnekliğinde derinleşmek(!) adına cihaddan beri durma gibi bir izne de rastlanmamaktadır. İnsanı münzeviliğe hayattan el etek çekmeye iten bir anlayış Kur'an'ın genel mantığına da uymayacaktır herhalde. Ayetin sonunda kavimlerinin uyarılması sorumluluğu da ancak hayat içinde olmakla, cihad etmekle gerçekleşebilecek bir eylemdir
Bu ayetin doğru anlaşılması elbette ki diğer tüm ayetlerin doğru anlaşılması gerektiği kadar önemlidir. zira ayet doğru anlaşılmadığından iyi niyetle de olsa cihaddan, siyasi, sosyal sorumluluklardan soyutlanmış batıdaki entelektüel/aydın anlayışı gibi "alim, şeyh, üstad' gibi sınıflar türemiştir.
Müslümanlar arasında ihtisaslaşma/uzmanlaşma gerekli ve doğaldır ancak bu ayrı bir sınıfın varlığına veya sosyal, siyasi, ekonomik sorumluluklardan muaf bulunma gibi bir anlayışa tekabül etmemelidir.
Müslümanın öğrendiği ilim hayatta yaşaması içindir,akademik, entelektüel kaygılarla öğrenilen ve yaşanmayan bilginin içeriği ne olursa olsun Allah katında bir değeri olmaz. Müslüman fakihtir yani ince bir anlayışa, hikmete, doğru bir birikime ve en önemlisi bunların hayattaki pratiğine sahiptir/olmalıdır."
Konunun tebliği sonunda sorulan soruları cevaplayarak konuşmasına son verdi.