Program; sunumunu Abdurrezak Dervişoğlu’nun yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Ardından Kur’an-ı Kerim tilavetiyle devam etti. Özgür-Der Bingöl Şubesi Konferans Salonunda yaklaşık iki saat süren programda Ali Bulaç “Ahlâki Krizlerimizin Sebepleri” başlığı altında “Siyasi, Kültürel ve Ekonomi” kavramları hakkında bilgiler verdi. Katılımcıların seminere yoğun ilgisi ve katılımı ise dikkat çekti.
Ali Bulaç sözlerine Müslüman dünyanın üç büyük krizden geçtiğini söyleyerek giriş yaptı ve ardından şunları söyledi; “Söz konusu kriz İslam’ın kurucu ilkelerinin yetersizliğinden değil, Müslümanlardan kaynaklanıyor. Kaynak bakımından fikri ve sosyo-politik alandaki krizde olduğu gibi, ahlaki kriz de İslam’ın değil, Müslümanların krizidir. Müslümanlar dinin yol gösterici ilkelerini her gün günlük hayatlarında ibadetlerde ve dualarında teyid ettikleri, dillerinden düşürmedikleri halde, pratiklerinde kaale almıyorlar. Ahlaki kriz sadece dini müeyyidelerin ihlaline veya toplumsal ayıp ya da hukuk kurallarına karşı aldırışsızlığa hasretmesi ile mümkün değildir.”
Bulaç, Müslüman toplumlarda ahlaki zaafın sebepleri nelerdir? Sorusu içinse şunları dile getirdi, “İslam dünyasının neredeyse genelinde 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kırsal kesimlerden büyük kentlere doğru göç olmuştur. Türkiye örneğinde yaşanan üç büyük göç ile birlikte “kent bedevileri” ortaya çıkmıştır. İbn Haldun’un dediği gibi bedevilerin yönelimi ise mülk olmuştur. Mülk yani iktidar, servet ve statü mücadelesi. Bu sebeple yaşanan mücadelede kent bedevilerinin merkez sağın kapitalizm/liberalizm veya merkez solun sosyalizm ideolojilerini benimsemeleri beklenemezdi. Tüm bunların akabinde kendilerine yeni bir siyasi ideoloji seçtiler oda İslam oldu. Bedevilerin İslam’ın asli kaynakları, ilahi mesajı, hükümetlerinin maksadı ve tarihi mirası doğru dürüst bilgileri olmamasına karşın birde harf devrimiyle geçmişle irtibatları tamamen kopmuştu. Ancak ilk üç yüz senede Roma’da zulüm gören Hristiyanların Roma’yı zihinlerinde yüceltip Hristiyanlaştırmaları gibi, kent bedevileri de modern ulus devleti yücelttiler, onu kızıl elmaları bellediler ve zihinlerinde İslamileştirdiler. Bu durum İslam’ı araçsallaştırmalarına, iktidar için basamak olarak kullanmalarına yol açtı böylece İslam’ın ahlaki temel normları ve hukukun temel kuralları mücadelenin dışında bırakıldı.” dedi.
Bulaç daha sonra ise bir örnekle durumu izah ederek çıkarımda bulundu “Bir norm ve kural ihlal edici bir eylemin, aynı anda üç ayrı boyutundan söz edilebilir. Örneğin bir bakkalın pirinç sattığı müşterisine 1kg yerine 900 gram tartıp aldattığını düşünelim. Bakkal, dini açıdan günah işlemiştir. Ahlaki açıdan ise normun dışına çıkmıştır. Hukuki açıdan da suç işlemiştir. Üç bakımdan kötü bir fiil irtikap eden bakkal artık şu ağır hükme maruz kalmış demektir: Rasulullah (sav) pazarda buğday satan birine uğradı. Elini buğday yığının içine daldırdı, ıslak olduğunu gördü. Bu nedir? Diye sorunca satıcı, yağmurdan ıslanmış deyince şöyle buyurdu insanların görmesi için ıslak kısmı üste koysaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir! (Müslim, İman, 164.) Bu örnek bize gösteriyor ki, din, ahlak ve hukuk birbirinden ayrılmazlar. Ahlaki krizin siyaset ve hukukla ilişkisi olsa da, salt siyasi ve hukuki bir sorun da değildir. Zira bir toplumda hukuk işlemiyor ve siyasiler normların dışına çıkıp fiili durumlar yaratıp, emr-i vaki imtiyazlar kullanıyorsa, bunun gerisinde derin bir ahlaki boşluk yatmaktadır.” dedi.
Bulaç son olarak, “Aktüel ve kültürel algılar düzeyinde sıralayacağımız sebeplerin öneminin çok büyük olduğunu düşünüyorum. Haricilere karşı Mürcie’nin geliştirdiği teze göre “iman-amel ayrılığı” yani suç ve günahın imana zarar vermeyeceği düşüncesi, şefaat inancının yanlış anlaşılması, günah işleyeni Allah’ın affedeceği beklentisi buna kul hakkının da dahil edilmesi, bazı ibadetlerin günahları sileceği inancı ve buna; kandiller, kutsal geceler ve dua günlerinin dahil oluşu, harp hiledir düşmana karşı norm ve kural ihlali savaşın gereğidir, dava büyük dava uğrunda günahlar tolere edilebilir anlayışı, grup parti cemaat mezhep ulus asabiyeti, mevzuatta yer alan kuralların islami kaynaktan neş’et etmemesi ve bundan usulsüzlük yolsuzluk değildir anlayışının türemesi, itibardan tasarruf olmaz gibi gelir dağılımındaki adaletsizliği kural ihlal edenin kendisinin bölüştürmeye çalışması gibi daha bir çok konuda sayabileceğimiz sebepler ile ahlaki zaaflarımızı görebilmek mümkündür. İslam’ın ahlakının en yüksek örneği ve rol modeli Hz. Peygamber (sav)’dir. “O en güzel ahlak üzeredir” (Kalem,4). Ve nübüvvetin gayesi güzel ahlakı tamamlamaktır. Rabbimiz bizleri peygamberimizi örnek alan ve onun örnekliğini pratikte yaşamaya gayret eden toplumlardan eylesin. Bizi Kur-an’ın ahlakıyla ahlaklananlardan eylesin.” duasıyla sözlerini nihayete erdirdi.
Program katılımcıların katılımı ve sorularıyla sona erdi.