Türkiye'de İslamcılık Süreci

Özgür-Der Beykoz Şubesi’nde aylık seminerlerin ikincisi; 28 Kasım Çarşamba akşamı Rıdvan Kaya'nın sunduğu “Türkiye'de İslamcılık Süreci” başlığı ile gerçekleşti.

Türkiye'deki süreci anlamak açısından İslamcılık konusunu, Osmanlı'nın son döneminden itibaren ele alan, bu coğrafyada nasıl bir manzaranın mevcut olduğunu kronolojik bir düzen içerisinde anlamlandırarak açıklayan Rıdvan Kaya, konuşmasında şunları aktardı:

“İslamcılık konusunu, Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren ele almak, konunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Özellikle yakın dönemi incelediğimiz zaman, II. Meşrutiyet dönemi pek çok akımın ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu dönemde ülkenin sıkıntı sürecinden çıkması için çözüm olarak nitelendirilen belli başlı siyasi akımlar oluşmuştur; Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi.

Bir yenilgi ortamı söz konusudur ve ülke sürekli olarak toprak kaybetmektedir. Bu yüzden Osmanlı, Batı'ya ihtiyaç duyan bir konumdaydı ve bu sıkıntılardan çıkmak için formül arayışları vardı. Bu süreçte İttihat ve Terakki oluşumu önemli bir akım olarak karşımıza çıkar.

İttihat ve Terakki; Batıcı, Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü çözüm önerilerinin bileşkesini sunuyordu. İdeoloji homojenliği yoktu, çok konjonktürel bir yapıydı. Kısa bir sürede ve karmaşık bir dönemde iktidar oldu. Konjonktür hangi ihtiyacı öne çıkarıyorsa, İttihat ve Terakki bu hareketleri benimseyebiliyordu. Başta Türkçü, Jakoben bir anlayışla öne çıktılar ve asker ler ile kısmen diğer memur aydınların destek verdiği bir anlayışla başlayan bir akım oldular. İttihatçılar; savaş koşullarıyla birlikte, 1912 Balkan Savaşı'nı gerekçe göstererek bir darbe ile iktidara el koydu. I.Dünya Savaşı'na da Türkiye İttihat ve Terakki'nin yönetiminde girdi. Savaşta alınan ağır yenilgiyle İttihat ve Terakki kadroları büyük ölçüde sorumlu tutuldular ve bir kısmı ağır şekilde yargılanırken, bir kısmı ülke dışına kaçtı. Ancak; İttihat Terakki'nin kadroları çökse de, anlayışı çökmeden devam etti. Daha sonra gelen Kemalist dönem, İttihat ve Terakki üzerinden şekillenmiştir. Kemalist sistemin arka planını İttihat ve Terakki zihniyeti oluşturur. Kılıçzade Hakkı'nın 1912 Balkan Harbi sonrasında İçtihad Dergisi'nde “Pek Uyanık Bir Uyku” adlı makalesi yayınlanmıştı. Hakkı, makalesinde bir aydının rüyasını anlatıyordu. Bu rüya ile; ülkenin nasıl kalkınacağını, latin alfabesine geçişini, Batılı tarzda bir toplumsal yapının kurulması için kılık kıyafet, takvim yeniliğinin gerçekleşmesini hayal ediyordu. Kemalist dönemde yapılan inkılaplar, Kılıçzade Hakkı'nın makalesinde bahsettiği; dönemin Batıcılarının ve İttihat Terakki'nin kısmen yapmaya çalıştığı; ancak tamamen yapmaya korktuğu ve gerçekleştirmek için alt yapının henüz sağlanamadığı bu gelişmelerin savaş konjonktüründe fırsat bulunarak dayatılmasıyla gerçekleşmiş oldu. Mustafa Kemal'in bu dayatmalara fırsat ve imkan bulabilmesi; önce Balkan Savaşı, ardından dört yıl süren Dünya Savaşı nedeniyle ciddi bir yenilgi ve müthiş yorgunlukların oluşmasıdır. Diyanet kadroları neredeyse tamamen tasfiye edilmiş, ülkenin genç nüfusu saf dışı kalmış, halk ekonomik olarak bitmiştir. Halkın itiraz edecek mecali kalmadığından, belli bir ideolojik program rahatlıkla dayatılabilmiştir. Kemalizmi İTC ile karşılaştırdığımız zaman, Kemalizmin; daha radikal ve kapsamlı bir şekilde İttihat ve Terakki programının uygulanması olduğunu söyleyebiliriz.

Kemalizmin yapmaya çalıştığı şey; yeni bir toplum ve insan oluşturma hedefidir. Toplumsal yapıyı değiştirmek için eski kurumlar tamamen tasfiye edilip, yenileri ikame edilmeye çalışılmıştır. Çağdaşlık ve medeniyet kavramları ön plana konularak, Türklük ve Ulusalcılık ideolojisi esas kılınmıştır. Bu dönemde bir takım eşikler ve engeller de uygulanan terör politikalarıyla aşılmaya çalışılmıştır: I. Meclis'de bir muhalefet olgusu vardır. Fakat muhalefet kısa sürede tasfiye edilmiştir. Hilafetin kaldırılması da aynı şekilde kısa bir süre içerisinde gerçekleştirilmiştir. Ali Şükrü Bey olayında da görüldüğü gibi ciddi bir terör uygulaması ortaya konularak elinde güçlü silahları olmayan muhalefet sindirilmiştir. Tevhid-i tedrisat kanunu, Halifeliğin kaldırılıp Diyanet İşleri'nin kurulması, Şeyh Said Kıyamı'ndan sonra 4 Mart 1925'de Takrir-i Sükun kanunu getirilmesi, İstiklal Mahkemeleri'nin ihdası, İskilipli Atıf Hoca'nın 4 Şubat 1926'da idamı, 28 Kasım 1925 şapka inkılabı... Rize, Maraş, Erzurum'da idamlar gibi toplumsal yapının hazmetmesi zor olan şeyleri, toplumu sindirerek dayatmışlardır. Bu baskılar ise muhalefetin sindirilmesine ve susmasına sebep olmuştur. Tek parti döneminde Mustafa Kemal'e karşı çıkabilecek herkes, özellikle İslami kimlikli itirazlar anında sindirildiği için bu dönemde insanlar itiraz edebilecek bir potansiyele bürünememişlerdir. Bu dönem, Mussolini'nin faşist partisinin Türkiye'ye ilham kaynağı olduğu bir zaman dilimidir. Toplum, yeniden tepeden tırnağa biçimlendirilmeye ve tanzim edilmeye çalışılmıştır. Güya, ümmet geriliğinden bir “ulus aydınlığı” yaratma çabasıyla ortaya çıkan bu görüşler; sadece siyasi yapının değil, sosyo-kültürel yapının da değişimini hedefliyordu.

Tek Partili dönem, II. Dünya Savaşı sonrası Batı baskısıyla çok partili sisteme geçişe kadar sürdü. Bu dönemden sonra, rekabet dönemi söz konusu olmaya başladı. 50'li yıllardan itibaren İslami taleplerin daha dikkat çekici olmaya başladığını görüyoruz. Bu dönemde birkaç akım ön plana çıkmıştı: Nurculuk, Süleymancılık ve bazı tarikatler...

Meşhur 1960 darbesi ise; Irak, Mısır, Suriye'deki jakoben darbelere benziyordu. Darbenin temel vurgusu; Demokrat Parti döneminde ülkenin genelinin, Cumhuriyet temelinde biçimlendirilen yapısından uzaklaştırıldığı ve Kemalist ideolojiden koparıldığı idi. Bu darbe formülü daha sonra gelen tüm darbelerin de temel formülü olacaktır. Askerler tekrar CHP'yi iktidarda görmek istiyorlardı ve bununla ilgili olarak bir anayasa hazırlattılar. Bu anayasa DP'yi kısıtlamaya yönelik bir anayasa olsun isteniyordu. Darbecilerin istedikleri halkın örgütlenmesinin önünü açmak değildi. Buna rağmen, hazırlanan anayasa ile kimi alanlarda, görece daha özgürlükçü bir vasat oluşacaktı.

60 sonrasına baktığımız zaman Türkiye'deki İslamcılık akımlarının yavaş yavaş daha güçlendiğini görüyoruz. 50'lerde Nurculuk, Süleymancılık ve belli tarikatler ön plandayken 60 sonrası Ortadoğu'da gelişen İslamcılık anlayışından Türkiye'nin de etkilendiğini görüyoruz. Pakistan'da Cemaat-i İslami hareketi Mevdudi'nin eserleri ile Türkiye'yi etkiliyor. 1928'de Hasan El-Benna'nın kurduğu İhvan Hareketi bu yıllarda özellikle, Seyyid Kutup ve Muhammed Kutup'un tercümeleriyle önemli katkılar sağlıyordu. Böylece toplum etkilenmeye başlamıştı. Yine aynı şekilde Hizb ut-Tahrir, Ürdün ve Lübnan'la birlikte Türkiye'yi de eğitim ve kadro çalışmalarıyla etkilemeye başlamıştı. Cumhuriyet Dönemi'yle Doğuya tamamen sırtını dönen, Müslüman halklardan gelen her şeyden nefret eden; Batıya kucak açan, hayran olan bir devlet yapısı vardı. Hacc'a gitmek dahi yasaktı. Bu dönem İslam Dünyası ile diyalogların kesildiği bir dönemdi. 60 sonrası İslam topluluklarıyla etkileşimlerin Türkiye'ye yansımasıyla adeta Türkiye'liler Müslüman kardeşleriyle yeniden tanıştılar. Bunun getirdiği yeni bir canlılık ortaya çıktı. Önceki dönemlerden farklı olarak bu sürecin iki temel yapısı vardı:

Birincisi; bu anlayış, geleneksel İslam algısında olduğu gibi toplumu sadece kısmi imar etmeye, düzeltmeye yönelik bir algı değildi. İslamcılık, bütüncül bir anlayışa sahip olarak ortaya çıktı. Bu algı, İslam'ın bazı toplumsal alanları değil, bütün toplumsal alanı kuşatan bir bütünlük içerisinde ele alınmasını savunuyordu. Toplumsal, kültürel, ekonomik vs... İkinci olarak; tercüme yoluyla gelen bu anlayışların yeniden İslami kimliği sorgulayıp Kitap-Sünnet temelinde ıslahı ve kaynaklara dönme vurgusunu taşıdığını görüyoruz.

60'ların sonunda ise temel bir ayrışma yaşanıyordu. Bu ayrışma; Milliyetçilik-İslamcılık ayrışmasıdır. 66-67 yıllarında Ankara İlahiyatta başörtüsü sorunu ortaya çıktı. 1. Sınıf öğrencisi Nesibe Bulayıcı derslere bir müddet başörtülü girdi. Baskılar üzerine başörtüsünü çıkardı.

1968 yılında Hatice Babacan aynı çabayı baskılara rağmen sürdürünce ceza aldı. Dekan, rektörün destek vermediğinden yakınarak istifa etti. Başörtüsü talebiyle başlayan olay siyasal bir eylemliliğe dönüştü. O dönemde dindar kesimin yoğun olarak desteklediği Adalet Partisi iktidardaydı. Başörtüsü sorunuyla hükümetin takındığı tavır eleştiri almaya başlıyordu. Bu durum, Müslümanların, CHP karşısında sığındıkları Adalet Partisi'ne güveni sarsmıştı

Yine bu dönem, Necmettin Erbakan, Odalar Birliği Başkanlığı'na seçiliyor; ancak sonra görevden zorla el çektiriliyordu. Erbakan'ın Adalet Partisi'nden koyduğu adaylık da veto edilince, Konya'dan bağımsız milletvekili olarak aday oluyor ve seçiliyordu. Bu süreçle birlikte Sağcı, Milliyetçi kabullerden yavaş yavaş uzaklaşılıyordu. Dönemin gençlik kuruluşlarından Milli Talebe Birliği, Milliyetçi- Muhafazakar görüşlerle kurulup daha sonra İslamcı bir hal alıyordu. Bu dönemin önemli tartışmalarından biri de, “Önce Müslüman mısın, yoksa Türk müsün?” tartışmaları oluyordu. Bu da yavaş yavaş İslamcılığın, Milliyetçilikten ayrıştığını gösteriyordu.

Daha sonra Milli Nizam Partisi kuruldu. Geleneksel DP ve AP'den siyasal anlamda ilk kez keskin şekilde kopmayı Milli Nizam Partisi ifade ediyordu. Erbakan'ın siyasete atılmasıyla bu çizginin temelleri atılmıştı. 12 Mart Darbesi ile parti kapatılıncaya kadar bağımsız bir siyasi hareket olunmuştu. MNP sonrası, 77'de MSP kuruldu. 12 Eylül'de MSP'nin kapatılmasıyla, Refah Partisi, Fazilet, Saadet ve Ak Parti'ye kadar bu alandaki çalışmalar, siyasi çizgide varlığını sürdürdü.

1974'de CHP ve MSP koalisyonu önemli bir dönemeçtir. MSP İslami söylemlerle öne çıkmış; Sağcı, Solcu, Doğucu, Batıcı olmadan kurtuluşun İslam'la olabileceğini söyleyen bir parti olarak kendini ifade etmiştir. Siyasal sitemi değiştirmeye taliptir. Ancak 1974'de CHP ile koalisyona girişmesi üzerine tartışmalara sebep olmuştur. Sonrasında çeşitli partilerle koalisyonda bulunulmuştur. Süreç içerisinde Akıncılar kuruldu ve MTTB'den farklı olarak daha İslamcı söylemlerle ortaya çıktılar. Kendilerini, sadece İslami Kimlikle tanıtan ve Ümmet bilinci ile hareket eden bir söylem içersindeydiler. Yine; Şura, Tevhid ve Hicret gibi dergiler vardı. İlk kez bu dergiler kimi kavramları ön plana çıkarıp, bunların Kur'an'a uygun olup olmadığını tartıştılar. Millet, Din, İlah, Rabb kavramları üzerinde durdular. Sistemle hesaplaşma daha netleşmiş ve radikalleşmişti. İslam daha bütüncül anlamda kavranmaya çalışıyordu. 78-79 itibariyle İran Devrimi Türkiye'deki İslamcıları da derinden etkiledi, canlandırdı. Kitlesel güçle, halk ayaklanmasıyla sistem devrilebilir ve İslami sistem kurulabilir düşüncesi ve örnekliği ile büyük bir coşku yaşandı. Ama, 12 Eylül Darbesi ile bu coşkunun kırıldığını görüyoruz. Kenan Evren'in darbenin ilk günü yaptığı konuşmada darbe sebepleri arasında; 6 Eylül 1980'de yapılan Kudüs'ün ilhakına karşı, Filistin ile dayanışma mitingini de sayması; 12 Eylül Darbesi'nin sadece solcu ve sağcılara değil İslamcılara da yönelik olduğunun bir başka kanıtıydı. 12 Eylül'ün Türkiye'de İslamcılığı geliştirdiği, beslediği iddiası; Solun uydurduğu, toplumu inandırmaya çalıştığı bir palavradır. Bütün Dünya'da bu dönemde Sol güçsüzleşmiş, İslamcılık ön plana çıkmıştır. Bu durum sadece Türkiye'de değil, İslam coğrafyasının tamamında yaşanan bir durumdur. 12 Eylül'ün getirdiği başörtüsü yasağından İslamcılar hala bugün bile etkilenmektedirler. 28 Şubat ile birlikte bu baskı ve saldırı süreci daha ağırlaşmıştır. 28 Şubat bir geri çekilme sürecidir.Bu süreçte kimilerinde, temel kimlik ve tezlerin dahi sorgulanmaya başladığına tanık olunmuştur.

Bütün bir süreci gözlemledikten sonra, egemenlerin İslam'a sırt çevirme ve halkı da buna davet etme çabalarına rağmen bu projelerinin başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Her şeye rağmen İslami perspektifin varolduğunu ve güçlenerek varlığını devam ettirdiğini görüyoruz.”

Rıdvan Kaya yukarıdaki sunumundan sonra, katılımcıların sorularını cevapladı. Ardından program da sona erdi.

Haber- Fotoğraf: Emine Nur Çakır

 

Etkinlikler Haberleri

Batman’da liseli gençler ‘Peygamber Algımız’ı konuştu
Beykoz’da İsrail vahşeti protesto edildi
Beykoz'da "Vahiy Olgusu ve Peygamberlik" Konuşuldu
Beykoz Özgür-Der’de ‘Hadis’ Konusu İşlendi
“Siyer Bilgisinin Değeri ve Önemi”