İlknur Çevik sunumunda kısaca şu hususlara değindi:
" Bize aktarılan miras içerisinde en sorunlu alanlardan biri de İslamın kadına bakışı olmuştur. Usuli konularda ve direniş, şahitlik gibi pratik uygulamalar konusunda, net bir tavır takınılamadığından, konu ile ilgili yapılan tartışmalar verimlilik yerine açmaza dönüşmüştür.
Eski çağlarda Hind, Çin, Mısır, Yunan, Roma geleneklerinde kadın hep geri plana itilmiş, neredeyse insan olmaktan bile çıkarılmıştır. Hristiyanlıkta, insan neslinin günahkar olmasına sebep olmuştur. İslamiyet öncesi Arap toplumunda ise hep aşağılık bir varlık olarak görülmüştür. Kendisine kız çocuğu müjdelenen insanlar, öfkeleniyor ve diri diri toprağa gömüyorlardı. (16/58-59) Kadın, mal gibi miras kalıyor ve ona zorla mirasçı oluyorlardı. Vahyin inzali ile beraber, ilahi öğretileri anlamak, yaşamak ve yaşatmak yolundaki sorumluluklar erkeğe olduğu kadar kadına da verilmiş ve kadının bir "şahsiyet" olduğu kabul edilmiştir. Kur'an sorumlulukta cins ayrımı yapmamış ve cahiliyyede yaşanan zulüm, yerini adalete bırakmıştır. Artık kadın da varis olur, şahitlik yapar, eşini seçer, malları üzerinde tasarruf yapabilir, mescitleri kullanabilir hale gelmiştir. Örneğin Peygamberimizin eşlerinin, onun yükünü hafifletmek, davet ve yol arkadaşı olmak gibi rolleri bulunuyordu. O kadınlar, Rasülün hayatında bir ayrıntı değil, örnek neslin oluşumunda öncü insanlardı. Gerek peygamberimizin eşleri gerekse sahabenin diğer kadınları, hiçbir zaman kendilerini, İslami mücadelenin dışında ya da uzağında hissetmemişlerdir.
Peygamberimizin vefatından sonra yaşananlar, oluşan saltanat rejimleri, uydurulan hadislerin de yardımıyla, kadını yeniden Allah'ın çizdiği alanın dışına itmiştir. Vahyi doğrulardan uzaklaşılmış ve yeniden cahili anlayış hayat bulmuştur. Kadın, sadece evi ve çocuklarıyla ilgilenen bir varlık olarak görülmüştür. Kocasına mutlak anlamda itaat etmesi gerektiğini ve bunun dini bir görev olduğunu ortaya koymak için hadisler uydurulmuştur. Bu hadislerde kadınlar; Kocasına secde eden, ondan izinsiz yakınlarını ziyarete bile gidemeyen, fitne ve şeytan olan ve cehennem halkının çoğunu oluşturan, en hayırlı işleri yün eğirmek olan, kabir hayatı kendilerine daha hayırlı olarak reva görülen ve hatta cennete gidebilmelerinin yolu kocalarını razı etmekten geçen kişiler olarak görülmüşlerdir. Sonuçta kocasının grubuna, partisine, tarikatına katılan, arada bir mevlidlere katılıp üç-beş fakiri doyuran kadın, İslami sorumluluğunu yerine getirdiğini zanneden bir anlayışla hayatını sürdürür olmuştur. Sorumluluk, "iyiliği emr, kötülükten nehy" mantığı işlemeyen kadın, tüm gücünü, erkeğini eğlendirmek ve kendisine meylettirmeye harcar olmuş, televizyon başında tamamen edilgen bir nesneye dönüşmüştür.
Oysa Kur'an'ın öğretilerinde ve peygamberimizin yaşantısında kadınlar, meselelere kulluk bilinciyle yaklaşan, gerektiğinde savaşarak yardım eden, çocuklarını mücadeleye hazırlayıp eğiten ve bu anlamda, mücadelenin asıl unsuru olan insanlardır.
Kadın konusu bu geleneksel kalıplar içerisindeki yanlış konumundan uzaklaştırılmaya çalışılırken tepkisel olarak feminist bir alana kayabilmektedir. Kadınlara yönelik haksız uygulamalara karşı koymak adına, kadın merkezli bir mücadele anlayışı geliştirmek de başka bir sapmayı oluşturmuştur. Kadın sorununa ilişkin taleplerin, fıtrat unsuru göz önünde tutularak değil, erkekle eşitlik dileğine göre şekillenmesi büyük bir problemdir. Bu, kadının kendi doğasına yabancılaşmasına sebep olacaktır. Nitekim erkekle eşit olmak, özgürleşmek ve bağımsızlaşmak adına ortaya çıkan kadın, modernizmin dayattığı moda kültürü içerisinde cinsel bir nesne olarak kullanılan, tüketim kültürüne eklemlenmiş bir reklam aracı olmanın ötesine de geçememiştir. Kadın tüketime sağladığı katkı oranında değerli sayılarak aslında değersiz bir metaya indirgenmiştir. Cahiliyyede diri diri toprağa gömülen kadın, bugün kendi bağımsızlığı ve mutluluğu iddiasıyla tezgahlanan oyunlarla toplum bataklığına diri diri gömülmektedir. Ancak bir farkı var ki, bugün kadın batağa gömüldüğünün farkında bile değildir.
Ahlaki temeller üzerinde yükselmeyen, farklı siyasal ve ideolojik amaçlara hizmet etmenin ötesine geçemeyen, ayrımcılığa karşı olma iddiası taşıyan ama farklı ayrımcılıklar doğuran feminist söylemlerin doğruya, hakka ulaştıracağını iddia etmek de tutarsızlıktır.
Kadın, Allah katında tek başına hesaba çekileceğinin bilincinde olan, ne geleneğin çemberine sıkışıp kalan, ne de modernizmin uçarılığında kaybolan etkisiz bir nesne olmamalıdır. Müslüman kadına düşen, ne evlerine kapanıp toplum hayatından tecrit olmak ne de bütünüyle evlerinden kopmak olmalıdır. Fıtratına yabancılaşmadan dengeli bir mücadele tarzı benimsemelidir. Bu anlamda İslami mücadele ve aile olguları birbirinden farklı oluşumlar olmamalıdır. Hayatımızı parçalara ayırıp bir kısmını mücadeleye bir kısmını hayatın akışına bırakamayız. Bu anlamda evliliklere yüklediğimiz anlamı da gözden geçirip sahih bir noktaya taşımalı, ailevi birlikteliklerimizi, dinimize hizmet eder bir yapıya kavuşturmalıyız. Ev ortamlarımızı, içerisinde Allah'ın ayetlerinin okunduğu ve hikmetin düşünüldüğü (33/34) okul ortamlarına çevirmeli, önceliklerimizi, vahyi mesajlara göre belirlemeliyiz.
Unutulmamalıdır ki İslam, kadın ya da erkek egemen değil, vahyin egemen olduğu bir değerler manzumesi oluşturmaya ve sosyalleştirmeye çalışmıştır. Kadın ve erkek, bu değerlerin yükselmesi ve egemen olması için birlikte mücadele etmeli ve birlikte Allah'ın ipine sarılmalıdırlar. Müslüman kadın ve erkeğin düşünmesi gereken, kendilerinin yeryüzünün imarı için yaratılmış bir halife olduğu, yeryüzünde islamı hakim kılma, doğruyu emredip yanlıştan sakındırma, fitneye engel olma ve ıslahı yaygınlaştırma gibi çok büyük bir emaneti yüklendiğidir.Allah huzurunda hiç kimse cinsiyetini mazeret göstererek sorumluluktan kaçamayacak, başkasının ardına saklanamayacaktır. Bizlere düşen vahyi doğruları anlama ve hayata hakim kılmaya çalışmak, bunu yaparken birbirimize destek olmak ve şu ayet-i kerimeyi her daim aklımızda tutmak olmalıdır.
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostu, velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten nehyederler. Namazı içtenlikle kılar, zekatı verirler. Allah'a ve elçisine uyarlar. İşte onlardır Allah'ın rahmetini bahşedeceği kimseler. Çünkü her işinde mükemmel olan, her hükmünde isabetli olan yalnızca Allah'tır" (9/71).