Abdulhakim Beyazyüz sözlerine; ümmetin en büyük imkanının en başta vahiy, bunun yanında Peygamberimizin sünneti ve medeniyet tecrübelerimiz olduğunu belirterek başladı.
‘’Neden Vahiy en büyük imkanımızdır?’’ sorusunun önemli bir soru olduğunu belirterek; ‘’Vahyin bize çizdiği ufuk olmadan, bize ahlaken sağladığı erdemler olmadan, bir insanın kendisini ve etrafını mutlu etmesi mümkün değildir. Vahyin bize lütfettiği Allah inancı bir insanı, bir toplumu bütün boyutlarıyla doyuran ve istikamet kazandıran bir inançtır. Kur’an’da bize tanıtılan Allah’ın varlığı, huzurun ve mutluluğun asla ve asla mağlup edilmemenin kaynağıdır.’’ dedi.
Tevhidin bize sunduğu Allah inancının bize önemli bir imkanlar sunduğunu; doğru, dengeli, her açıdan vasıflı ve iyiliğe kilitlenmiş bir toplumun var edilmesi perspektifi kazandırdığının altını çizdi. Ayrıca vahyin bizlere sunduğu insan tasavvurunun da, bizlerin bütün mahlukatı kucaklayacak şekilde bir toplum ortaya çıkarmamızı telkin ettiğini belirterek, İslam’ın ‘’öteki’’ye yaklaşımı konusunda açıklamalarda bulundu.
Modernist anlayışın insan tasavvuruna da değinen Beyazyüz; Modern paradigmanın Allah’a küsmüş, Allah’la bağını koparma noktasına getirmiş insan modeline dair değerlendirmeler yaparak; böyle bir anlayışla insanın başkası için fedakarlık yapma, başkalarının dertlerini dert edinme hissiyatını yitireceğini söyledi.
Bu anlamda Rabbimizin bizim için sunduğu din tasavvuruna değinerek; ‘’Rabbimiz ‘Bugün dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım, sizler için yaşam tarzı olarak Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmayı, sizin için İslama razı oldum.’ diyor. Yani; Onun gönderdiği vahiyle, onun direktifleri ile şekillenmeyi, onun ahlakıyla ahlaklanmayı teklif ediyor. Fakat bunu özgür irademizle tercih etmemizi şart koşuyor. Şayet biz bunu özgür irademizle kabul etmezsek eğer, asla bir değere sahip olamayız. Bu ümmet için de geçerlidir. Rabbimizin bize sunduğu ilkeler; adalet, eşitlik, hukukun üstünlüğüne tekabül eder.’’ dedi.
Rabbimizin bir toplumun kendini gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyulan bütün ilkeleri bize lütfettiğini, sahip olduğumuz nimetleri varlık alemine dönük ve varlık aleminin iyiliğine kullanmamızın bizlerin değerini ortaya çıkaracağını, bu ilke ve ölçüye sahip, bununla şekillenen bir ümmetin çıkacağı erişeceği kalitenin çok yüksek olacağının altını çizdi.
Bu noktada eşyaya bakış tarzımızın da önem arz ettiğini belirten Abdulhakim Beyazyüz; eşyanın İslam paradigması açısından ne kötü bir şey olduğunu, nede kutsanabileceğini söyledi. ‘’Eşyanın bir Müslüman için ifade ettiği değer, nimet olarak görülmesidir. Bahsi geçen nimetler kişilere emanettir. Bu emanet doğru şekilde kullanılırsa kişiler ve toplumlar için bir nimete dönüşür. Bu anlamda nimete yaklaşımda denge önemlidir.’’ dedi.
Peygamberimizin Kur’an’ın ilkelerini somut bir şekilde hayata uygulayarak ümmetin önünü açtığını, var olan nimetlerin paylaşımı, inanç özgürlüğü ve kişinin veya toplumun üstünlüğünün varlık alemine fayda verme hissiyatı neticesinde ortaya çıkabileceğini belirtti.
En önemli imkanlarımızdan birinin de medeniyetlerimiz olduğunu, (Abbasi, Endülüs, Bağdat, Mavera-u Nehir, Kudüs) Medeniyet geçmişimizin insanların farklı inanç ve sınıflara mensup olmasına rağmen nasıl beraber yaşanabileceğini somut olarak önümüze sunduklarını, İslam tarihinde, İslami değerlerden hareketle önderlerimizin çok güzel örneklikler ortaya koyduklarını, insanlara, adaleti ve refahı getirdiklerini, büyük siyasal birliktelikler oluşturduklarını belirterek çeşitli örnekler verdi.
Sosyal darwinizmin bugün Batı medeniyetinin temel felsefesini oluşturduğunu, Gazze’ye yapılan katliamlara müdahale edilmemesinin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini, böyle bir paradigmaya sahip bir ‘’medeniyetin’’ insanlara hiçbir şey veremeyeceğinin altını çizdi. Bu anlamda batı paradigmasından dair umut besleyenlerin kendi kendini kandırdığını, tek umudun vahyin hayata pratize edilmesi olduğunu ifade etti.
‘’Müslüman olarak birçok imkanımız olduğu konusunda hemfikiriz fakat Rabbimizin; ‘bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah’ta o toplumu değiştirici değildir’ ilkesini unutmamız gerekir. Bugün dünya nüfusunun %23’ünü Müslümanlar oluşturuyorsa ve düşünsel üretim olarak %1’ine erişemiyorsak o zaman Gazze’de gereğinden fazla duygusallığa bağlayıp, niye böyle olduk dememizin çok anlamı yok.’’ dedi.
Son olarak; temel sorumluluğumuzun sahip olduğumuz imkanları hayata geçirerek, ümmetin düşünsel üretim, siyasal birlikteliğini tesisi, ekonomik üretim ve eğitim açılarından bugün yaptığımızın on katı fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini, belirten Beyazyüz; ‘’bu ümmetin değerlerini ortaya çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. Çare budur. Biz bunu yapamadığımız sürece bugün gibi çaresiz olacağız. Gençlerimizin ölmesine, çocuklarımızın yetim kalmasına sadece ağlayacağız.’’ dedi.
Bunun yanında ümmet olarak birbirimize karşı ölçülü olmamız, birbirinizin yanlışlarına yanlış deyip ama mümkün olduğu kadar farklılıklarımızı azaltmamız, mümkün olduğu kadar ümmetin birbiri ile didişerek güç kaybı yaşamasını engellemeye çalışma sorumluluğumuz olduğunu belirterek sözlerini tamamladı.
Seminer katılımcıların soruları ve katkılarının ardından sona erdi.