Saat 13:00'da bayanlara, 19:00'da da erkeklere olmak üzere iki oturum şeklinde gerçekleştirilen seminere yoğun bir katılımın olduğu gözlendi.
Konuşmasının başında Kürt sorununun aslında Türkleştirme anlamında bir "Türk Sorunu" olduğunu ifade eden Hamza Türkmen ayrıca klasik olarak ifade edildiği gibi Cumhuriyet'in kuruluşuyla değil İttihatçılarla başlayan bir sorun olduğu tespitlerini yaptı. Bu noktadan hareketle İttihatçı kadroları ve Batı'dan ithal ettikleri Türkleştirme projesi üzerinden Ulusçuluk konuları hakkında bir tarih değerlendirmesiyle konuşmasına devam eden Türkmen şu tespitlerde bulundu:
"Ulusçuluk Avrupa'da kapitalizm tarafından kendi çıkarları doğrultusunda 18.yyda ortaya çıkarılan bir ideolojidir. Avrupa'daki sanayileşme süreciyle beraber şehirler ortaya çıkıyor. Bu şehirlerde bir araya gelen insanların bağını da kapitalizm süreci kendisi kuruyor. Bu suni bağları kurgusal bir ulus ve dil tarihi de yazdırarak pekiştirdi.
(…) 600 yıllık Osmanlı Devletinde Türk ifadesi bir isim olarak asla kullanılmadı, sadece bir sıfat olarak kullanılmış olan bu kelime Batılı emperyalistler tarafından 18.-19.yy.da ulus anlamında kavramsallaştırılarak dili ve tarihiyle beraber üretilmiştir. Fransa'ya eğitime gitmiş olan Jön Türkler olarak bilinen Ali Suavi ve Namık Kemal gibi Batı hayranı tipler bu ideolojiyi Osmanlı Devletini kurtaracak bir reçete olarak gördüler. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında inisiyatif alıncaya kadar ümmet, İslam Milleti gibi kavramları kullanan M. Kemal "Biz ümmetten bir millet/ulus yarattık" sözüyle beraber ulus kimliği olarak Türklüğü dayatıyor. Günümüze kadar gelen temel çatışmayı da bu oluşturmaktadır. Türklük dayatması yani.
Türk Ulus devletinde, tebaada oluşturulmak istenen Türk ulus kimliği karşısında halkın ülke çapında örgütsüz mahalli direnişler yanında, Kürt illerinde iki ciddi direniş gerçekleştirildi. İlki tevhid algısında zaaflı da olsa İslam'ın tasfiye edilmesine karşı çıkan Müslümanların direnişi idi. Bunlardan en büyüğü olan Şeyh Said kıyamı bastırılırken 206 köy yıkılmış 15000'den fazla insan öldürülmüştü. 1925'ten sonra M. Kemal'in atamasıyla oluşturulan İstiklal Mahkemesinde ise idam kararları hiçbir kurumdan onay almadan tüm ülkede uygulandı. Özellikle 1925'ten itibaren ülke çapında tüm İslami kanaat önderlerimize karşı yapılan ve sonu idamla biten İstiklal Mahkemelerinin binlerce hukuksuz infazı hakkında bugüne kadar nesnel bir yaklaşımla özellikle Müslümanlar eliyle hazırlanmış tek bir ilmi çalışma yapılabilmiş değildir.
İkinci direniş hareketleri ise Kürtçeyi yasaklayan ve modernleşmeyi dayatan hükümete karşı 1926 ve 1938 tarihleri arasında Ağrı ve Dersim'de gerçekleştirildi. Dersim isyanında bir çok yerleşim yeri uçak bombardımanlarıyla tahrip edildi.
Kürtleri Türkleştirmek için Bakanlar Kurulu kararıyla 1925'te hazırlanan Şark Islahat Planı sürgün ve asimilasyonla ilgili daha sonra çıkarılan birçok kanuna kaynaklık etmiştir."dedi
Türkmen ayrıca o dönemki İslamcıların kafa karşılığı ve "Millet" gibi kavramların yanlış kullanımıyla ilgili karmaşayı da M. Akif, Babanzade gibi Müslüman düşünce adamları üzerinden örnekledi.
Türklerin Avrupa'da okuyan çocukları olan Jön Türklerin sürecini, Kürdistan bölgesindeki eşraftan olanların çocuklarını Avrupa'ya eğitime göndermeleriyle aynen bu sefer Kürt Ulusçuluğu üzerinden yaşadıklarını ifade etti. Kürt ulusçuluğunun 1960'lardan 1984 Eruh baskınına kadarki sürecine kısaca değindikten sonra, PKK ve A. Öcalan üzerinden Kürt ulusçuluğunun seyrini zihniyet analizlerini örneklendirerek açıklamaya çalıştı. Öcalan'ın notlarından yaptığı alıntılarda M. Kemal ile aynı orjinli bir algılarının olduğunu belirtti. Bu bağlamda söylediği,50 yıl önce ülkedeki en dindar iller Kürt illeriyken son 30 yıldır PKK eliyle bu bölgelerin sekülerleştirildiği tesbiti önemliydi.
Bununla beraber DTP'nin son dönemlerde dine bakış açısında pragmatik yönde ılımlı bir dönüşümün yaşandığını belirtti. Örneğin imamları ön plana almaları, taziye çadırları kurmaları gibi kodlarla dini ulusçuluğun bir alt aracı olarak kullandıklarını ifade etti.
Son olarak "Demokratik Açılım" konusuna değinen Hamza Türkmen tüm zaaflarına rağmen açılımın varolan bir ateşi söndürmesi, akan kanı durdurması açısından bile bakıldığında olumlu bir gelişme olduğunu söyledi. Daha da önemlisi olarak bu açılım süreci kapsamında geçmişin hesabının sorulabilmesi için bir imkan oluştuğunun böylece İstiklal Mahkemelerinin kanlı bir şekilde bastırılan isyanların, göçe zorlanan Ermeni, Kürt, Rum halklarının yaşadıklarının konuşulabilmesine bir zemin oluşturduğunun altını çizdi.
Hamza Türkmen konuşmasının ardından dinleyicilerden gelen soruları cevaplandırdıktan sonra sunumunu tamamladı.
Bünyamin Sevim/HAKSÖZHABER