Petrol İş Sendikası konferans salonunda düzenlenen program Yusuf Sevim'in Kur'an-ı Kerim okumasıyla başladı ve "Gelenek ve Modernizm Arasında İnsan yada İki Cehennemi Yaşamak" konulu tebliğin sunumu ile devam etti. Yazar özet olarak şu konulara değindi.
Modernizm ve Gelenek; çok sık duyduğumuz, batılı, modern kavramlardır. Farklı tezahürleri ile hayatımıza giren bu kavramları ele almadaki amacımız; bu kavramlardan ve hayatımıza olan olumsuz tesirlerinden imtina edebilmektir. Adeta birer cehennem olan ve günlük hayatımızı, zihin yapımızı şekillendiren bu kavramların farkında olma zorunluluğu vardır. Çünkü kavramlar, nötr ya da masum değillerdir. İçerisinde doğdukları kültürel yapının özelliklerini taşırlar ve bunları başka kültürlere yayarlar.
Ayrıca Hz. Ömer'in de bir sözünde dediği gibi cahiliyyeyi bilmek bir zarurettir. Modernizm ve gelenek, günümüz yaşayan cahiliyyesinin en önemli kavramlarındandır ve bu açıdan da bilinmesi gerekir.
Modernizm; akıl merkezli bir algıdır: Tanrı, kutsal, aşkın merkezli düşünceden uzaklaşıp, yerine insanı ve aklını bırakmıştır. Yani temeli, sekülarizm ve akılcılıktır. Tabi ki Kur'an' da akla çokça atıf yapar ama bu akıl, Modernizmin özne olarak gördüğü, kendi kendine yeten rasyonel akıl değildir. Tefekkür, tezekkür, tedebbür anlamında araç olarak ele alınan bir akıldır. Doğruya ulaşmak için zorunlu olan ama yeterli olmayan bir akıl.
Modernizmde ikinci unsur bireyselliktir: İslamda da mükellefiyet açısından birey önemlidir ama aslolan ümmettir. Ümmetin bir parçası olmaktır. Ümmet bilincine vurgu yapan ayetler buna delildir. Örneğin her namazda okunan Fatiha suresinde geçen "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" ayetindeki "BİZ" vurgusu çok anlamlıdır. İlk inen ayetlerin çoğunda çoğul kiplerin kullanılması da bunu gösterir.
Modernizm, tüketim kültürünü ve küreselleşmeyi esas alır: Bu bir anlamda insanın Batı'ya eklemlenmesidir. Vicdanlara hapsedilmiş bir din algısı istenir. Batı ve Batı'nın emperyal diktatörü ABD'nin istekleri doğrultusunda oyuncağa çevrilmiş bir din. Tüketim, bizi esir alan bir hastalıktır. İnsan adeta bir eşya olmuştur. Ne kadar tüketiyorsa o kadar insandır ve anlamlıdır. Kişiliğinin, kimliğinin hiç bir önemi yoktur. Maalesef Müslümanlar, İslami popülizm ile bu duruma ayak uydurmuş ve bir nesneye dönüşmüştür. Ailelerimiz, evlerimiz, fıtratları ifsad eden reklâmların tehdidi altındadır. Hakikatler yanlış, yanlışlar hakikat gibi sunulmaktadır. Cebimizde olan, kalbimize yerleşmeye başlamıştır. Batı'da ne varsa, bize de "İslamileşmiş (!)" olarak girdi. İhtiyaçtan ziyade gösterişe ve taklide dayalı bir tüketim kültürü bizi çepeçevre kuşattı. Oysa tüketilen nesneler değil, insani değerlerdi, dindi. İnandığı gibi yaşamayan Müslümanlar, yaşadığı gibi inanmaya başladı ve bu arzu ile fetva avcılığına başladı. Tüm bu tuzakların farkında olmak, uyanık olmak, ifsaddan uzaklaşmak müslümanın görevidir.
Modernizm, gelenek karşıtıdır. Osmanlıcada örf, adet, an'ane anlamında kullanılan gelenekselcilik, Batı'da son yüzyılda akım haline gelmiştir. Seyyid Hüseyin Nasr, Rene Guenon vs. isimler, modernizm karşıtı bir algı ile geleneği ürettiler. Ezeli hikmetin gereği olarak, geçmişten günümüze gelen her türlü inanca, dine, aşkın olana, kutsala talip olmak anlamında bir gelenek. Batıni, tasavvufi, kültürel bir düşünce. Kitabi dinden ziyade mistik bir inanç. Mesela S.Hüseyin Nasr, teslis inancını, tashihe muhtaç görmez. Bu inacı tevhide giden bir yol olarak görür. Batıni, hurufi, cifr, ebced gibi yöntemlerle Kur'an'ı yorumlayan, zahirin arkasında Batıni yorumları arayan bir düşünceyi savunur. Zahir kabuktur, Batın esas olandır. Deruni bilgiye ulaşanlar bunu bilirler. Bu insanlar kayıttan kurtulmuşlardır ve sorumlulukları yoktur.
Batılı hegomonik güçler, modernizmi yaşarken, doğuya geleneği teşvik ederler. Dini ılıman hale getirmek için Batı, geleneği de kullanır.
Kur'an'da farklı dinlerden bahsederken din olarak İslam'ın seçildiği anlatılır. İbn Abbas'ın dediği gibi dinimizi Rabbimizin tanıttığı gibi tanımalıyız. Bozulmuş, muharref bir geleneğe bakarak yol almak insanı yanlışa götürür. Bizler, Kur'an'ı kendimize uydurmaktan vazgeçip Kur'an'a uymalıyız. Kaynağı Kur'an ve sahih sünnet olan İslam'ı hayatımızın merkezine yerleştirmeliyiz. Yaşanmamış, teorik meselelerle uğraşmaktan ziyade, dinde fıkhetmeyi öğrenmeliyiz. Zira; dinde fıkhetmek, ahkamda fıkhetmekten daha önemli ve önceliklidir.
Günümüzün en önemli fitnesi; "emr-i bi'l ma'ruf, nehy-i ani'l münker" yapmamak, yani hakkı söyleyip yanlıştan sakındırmamaktır. Bu fitne öyle bir fitnedir ki; ayetin ifadesi ile yalnızca zulmedenlere erişmekle de kalmaz.
Yine bir başka fitne de, teşri yetkisinin Allah'tan alınıp başkalarına verilmesidir. Oysa kanun koymak, uluhiyetin vasıflarındandır. Merhum Seyyid Kutup, uluhiyeti, egemenlik ve otorite olarak ele alır ki bu çok önemli bir tespittir.
Modernizm ve geleneğin ortak noktası; şeraitsiz bir din oluşturma çabasıdır. Dinsizlik oluşturulamayınca, içeriğinin işlevsizleştirilmesi arzu edilmektedir. Müslüman değil, iyi bir vatandaş oluşturulmak isteniyor. Birileri istediği için ve istediği kadar Müslüman olmamız isteniyor. Tüm bu tuzaklara karşı bizlere düşen, hakka ve adalete dair isteklerimizi muhafaza etmek, hem kendimize, hem topluma dönük hedeflerimizden vazgeçmemektir. Şahitlik görevi, asla ertelenecek bir görev değildir.