Tebliğine "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet Suresi, 33) ayetiyle başlayan Aydın MUTLU tebliğini kısaca şöyle sundu.
İnsanların yaratılış amacı, Allah'a iman etmek ve yalnızca O'na kulluk etmektir. Bütün insanlar yaşamları boyunca bir imtihandan geçirilirler. Allah sonsuz adalet sahibidir. Elçileri ve kitapları yoluyla insanlara bu sorumluluklarını bildirir. Yaşamının asıl amacından haberdar olan her insan da bu gerçeği başka insanlara aktarmakla yükümlüdür. Bunu, hayatı boyunca, gerek sözleriyle, gerek davranışlarıyla, gerekse de bu amaçla yaptığı çalışmalarla yerine getiren kişi, "Allah'a çağırmış" olur. Müslüman'ın görevi haberdar olduğu gerçeği diğer insanlara ulaştırmak ve onları bu gerçeklerden haberdar etmektir. Bu amaçla hareket eden ve uygulamalarını bu niyet üzere inşa edenler Salih amel işlemiş olur.
Allah'ın dinini anlatmak, Kuran ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah'ın ayetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir. Müminlerin insanları Kuran ahlakına yönelten bu sözlerinin tek bir hedefi vardır; Allah'ı razı etmek ve karşıdaki kişinin de Allah'ın razı olacağı ahlakta bir insan olmasına vesile olmak… Hedef bu olunca Allah'ı zikretmek, güzel ahlakı anlatmak ve ahireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kuran ayetleri doğrultusunda hatalarını en güzel şekilde eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür.
İnandığımız Değerleri Tebliğ etmek, insanlara ulaştırmak gereklimidir?
Bu soruya yine en güzel şekilde Allah bize cevaplamaktadır. İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır. (Ali imran 104 ) ayeti bizi yaşadığımız çağda ve yaşadığımız süre içinde bir sorumluluk altına sokmaktadır. Bu sorumlulukta şuurlu bir imandan sonra dost doğru olan değerleri insanlar arasında yaygınlaştırmak ve buna aracı olmaya zorlamaktadır. Bu ayet ve diğer bir çok ayette gelen emir bu uğraş için bizi canlı tutmakta ve sürekli bir eylemselliğe sevk etmektedir.
Tebliğ Neden Gereklidir?
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. (Tahrim 6 ) Ayette biz insanları bekleyen bir noktayı haber vermektedir. Bu çetin günün azabından korunmanın tek yolu Allah kul olamk ve sorumluluklarını yerine getirmektir. Peygamberler vahyin ilk alıcıları olarak hiçbir zaman mesajı kendilerinde saklı bırakmamışlardır, bu mesajı yaygınlaştırmak ve evreselleştirmek için ellerinden geleni yapmışlardır ve bu uğurda karşılaştıkları tüm sıkıntılara göğüs germişlerdir. Bunu yaparken başta kendi nefislerini o azap verici cehennemden korumak sonrada insanları bu günden korumak için çalışmışlardır. Bunu yaparken hiçbir zaman yeise kapılmamışlardır. Ve peygamberlerden bize miras kalan ilettikleri Allahın mesajı ve uygulamaları olmuştur.
Aynı şekilde İslam tarihinde Allahın mesajını yaygınlaştırmak için çabalayan ve yoğun bir gayret sarf eden önderler ve topluluklar var olmuştur ve var olmaya devam edecektir. Yeter ki Tarık Bin Ziyad'ın dediği gibi Gemileri Yakmak Gerek şuuruyla hareket edelim.
Bu Süreçte Yaşadıklarımız ve Yaşayacaklarımız Nelerdir?
İlk iman ederkenki duygularımız (Dünyayı değiştirme ideali) nasıldıysa bunu canlı tutmak lazımdır. Hayat-Mücadele düz bir çizgi değildir (Allah bizleri imtihan ediyor) bu konuda sabırla direnmek lazımdır. "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.(Tevbe 24) ayeti kerimede bu süreçte karşılaşacağımız imtihan alanlarını bize haber vermektedir. Bu imtihanı aşanlar cennetle, imtihanı aşamayanlar ise cehennemle müjdelenmektedir. Süreç içerisinde özelde bizim yaşadıklarımız bize tecrübe olması lazımdır. Bunu fırsata dönüştürmek yerine bizi içine kapalı ve ümitsiz kılması bir soruna dönüşecektir. Şöyle ki; Müslümanların toplumsal analizleri, mücadele tahlilleri, gelecek tasavvurları, yer yer endişe verici boyutlara kaymaktadır… Tabii ki, genelleme yapmak doğru değildir ancak yaşamın akışına kendilerini terk edenlerin davaya bakışı, mücadele algısı farklı zeminlerde seyretmektedir… Kolaycı çözümler, kestirme formüller revaç bulmaktadır. Bir taraftan özeleştiri furyası, diğer yandan proje enflasyonu yaşanırken beri yandan İslami mücadele pratikleri kan kaybediyor…
Dozu aşan bir öz eleştiri ve dozu aşan bir sorgulama kendisiyle birlikte şu sıkıntıları doğurmaktadır. Ramazan Kayan'ın Bir Makalesindeki Tespitleriyle Yol Bulmaya Çalışalım.
• Gittikçe dünyevileşen, modern hayata eklemlenen zihinler, İslam dâhil her şeyi seküler okumalara tabi tutuyorlar… Dünyevi sonuç ve somut başarıya odaklanan algı biçimi gaybi olanı, uhrevi olanı atlayabiliyor.
• Artık herkes çok akıllı, çok tecrübeli, çok bilgili, çok tedbirli…
• Ortak değer, doğru, ilke, kural, kriter, her şey tartışmaya açıldı… Ne zaman sonuçlanacağı bilinmeyen ve bir türlü bitmeyen tartışmalar…
• Fantastik bir mücadele, farazi bir söylem gelişiyor…
• Önce hedef küçültenler zamanla "hedefsiz"likte karar kılabiliyorlar
• İnsanlarımız sanki yaşamı yeni keşfettiler… Özellikle para ile yüzleştikçe, karşı cinsle senli benli, sistemle içli dışlı oldukça tanınmaz hale geliyorlar… Dünya rahatı vazgeçilmez oldu… Kendilerinden menkul nice kerametler konuşulur oldu…
• Hasbilik, harbilik, kalbilik prim yapmayınca hesabilik, işbilirlik başını aldı gitti… Herkes gemisini kurtaran kaptan… Faydacı, fırsatçı, çıkarcı, hazcı, hazırcı, benceci, dünyacı, bireyci bir furya kabul görüyor…
• Şimdilerde büyükler hatıralarını yazmaya durdu, bu mirasın varisleri kim? Görünmüyorlar…
• Dünyayı içselleştirenler mutlaka bir şekilde kendilerine bir teselli veya tevil bulabiliyorlar…
• Dava bilincini, mücadele azmini henüz yitirmeyenlerin modern zamanlardaki handikaplarını ise şöyle sıralayabiliriz:
• Sıfır risk…
• Sıfır fire…
• Sıfır maliyet…
• Sıfır bedel…
• Sıfır hata…
• Yeni dönemlerde kendimize ördüğümüz yeni duvarlar… Buna geçmişi sorgularken, geleceği kilitlemek derler…
• Bunlar insandan istenen insanüstü taleplerdir… İnsan gerçeğini görmemektir… Ya da sorumluluktan kaçmak için suyu yokuşa sürmektir…
• Sıfır risk kurnazlığı, sıfır fire uyanıklığı, sıfır maliyet cinliği, sıfır bedel beleşçiliği, sıfır hata hesapçılığı içinde ham hayallere kurban gitmektedir…
• Bol sıfırlı bir hayatla beklediğimiz kurtuluş gerçekleşecek mi? Aradığımız zafer gelecek mi? İstediğimiz özgürlük olacak mı? Bunlar için neyi göze aldık? Neleri gözden çıkardık?
• Öncelikle ucuz cennet, külfetsiz nimet, zahmetsiz rahmet beklentilerinden sıyrılmak gerekiyor…
Haber: M. Şirin ORUÇ