Batman Özgür Der Ekim ayında dünyada meydana gelen gelişmeler ve İslam dünyasının takındığı tavırların değerlendirildiği gündem değerlendirmesini Mehmet Şah Çınar sundu.
Mehmet Şah Çınar’ın sunduğu Ekim Ayı Gündem Değerlendirmesinde, değerlendirilen gelişmeler şunlardı.
1- 03-10-2012 tarihinde Suriye’den Akçakale’ye atılan top mermisiyle 5 sivil öldü. Türkiye Suriye askerleri mevzilerine misilleme de bulundu. Bu misillemede yapılan top atışları gece boyunca, belli aralıklarla devam etti. Sonradan da Suriye’den atılan top ve havan mermileri ülkenin değişik yerlerine ettiyse de can kaybı yaşanmadı. Bunlara anında karşılık verildi.
Türkiye’nin bu olaylara karşı NATO ve BM deki girişimleri diplomatik bakımından usulüne uygun ve başarılıydı. Nefsi müdafaada bulunup ülkesini ve vatandaşını koruma çabası da olumluydu. İçerde yapılan itirazlara rağmen başka bir seçenek yoktu.
Barışı çok istemenize rağmen, gerekirse bazen savaşmak zorunda kalabilirsiniz. Böyle bir dönem geldiğinde de bundan kaçınmak sizi daha zor bir duruma sokabilir.
2- Ekim ayı içerisinde Lübnan Hizbullah’ının kurucu komutanlarından birinin Lübnan da cenaze töreni yapıldı. Ölüm nedeni “Cihad vazifesini yerine getirirken şehit oldu.” biçiminde ifade edildi. Buna benzer birçok Hizbullah militanın Suriye’de Baas rejimi saflarında savaşıp öldüğü, ancak bunlara tören yapılmadığı belirtiliyor. Ancak böyle önemli bir komutan için adeta tören yapmak mecburiyetinde kalmıştır.
Mezhep taassubunun insanı götürdüğü yeri göstermesi bakımından önemli bir fotoğraftır bu.
Aynı durum İran içinde geçerlidir. Birçok İran devrim muhafızının Suriye’de savaştığı ve Esed’i ayakta tutan güçlerin başında gelmektedir. Bu kör mezhebi taassup 1982 de Hama katliamında olduğu gibi bugünde Müslümanların birliğine zarar vermektedir. Ancak buna rağmen bizim ülkemizde kimi çevreler İran’ı kayıtsız şartsız desteklemekte ve bu desteği meşru göstermek için Suriye deki direnişi karalamaktadır. Belki Suriye Direnişi de Mavi Marmara hadisesi gibi Müslümanlar için turnusol kağıdı işlevi görmesi bakımından da faydalı sonuçlar doğuracaktır.
3- Ekim ayında ki başka bir gelişme de Ak Partinin kongresinin yapılmasıydı. MYK ya yeni simaların girmesi önemliydi. Özellikle Numan Kurtulmuş ve bazı arkadaşları ile önemli bazı akademisyenlerin partiye alınması önemliydi. Fakat Ayşe Böhürler gibi ilkeli ve eleştirileri yapabilen kişilerden hiç kimsenin MYK ya alınmaması son derece yanlıştı. Başkalarının eleştirilerine tahammül etmeyen tutumunu gün yüzüne çıkaran bir gelişmeydi.
Bu kongre partinin gelecek vizyonunu şekillendirmesi bakımından önemliydi. Kongreye Gannuşi, Mursi, Halid Meşal ve Barzani’nin çağrılması konuşma yapmaları doğru ve güzel bir tutumdu.
Kongrede ki olumsuzluklardan birisi de başbakanın gelenek ve köklerlini ifade ederken; “Bizim yolumuz rahmetli Mustafa Kemal’in, rahmetli Menderes’in, Özal’ın, rahmetli Erbakan’ın yoludur” ifadeleriydi. Sözü edilen kimselerin birbirleriyle alakalı kimseler olamaması ve bunların tamamının izcisi olmak kafa karışıklılığının önemli bir göstergesidir. Bir birine şirin görüne görüne, şirin görünecek kimseler kalmayınca da aynı tutumu sürdürmek gülünç bir haldır.
4- Kamuoyunda fazla gündeme gelmeyen, ufak bir haber olarak geçen şu haber önemeliydi. O da başbakanın yakın korumalarından en az 100 nün değiştirildiği ve bunların yerine merhum Erbakan’ın korumalarının göreve getirilmesiydi. Mevcut korumalara yeterince güvenilmeyip daha emin kadrolara görev verildiğinin işareti gibiydi. Görevden alınan korumaların zaman zaman inişli çıkışlı ilişkilerin yaşandığı camiadan olma ihtimali, gelecekteki siyasi tutum açısından da ipuçları vermektedir.
5- Anadilde eğitimle ilgili başbakanın “Bunu bizden istemeyin, bu kadarı da fazla” türlünden ifadeleri sorunlu ifadeler. İnsanların doğal haklarını lütfedercesine -hatta fazla görmek- savunulacak gibi değil. Kaldı ki seçmeli olarak okutulan Kürtçenin anadilde eğitimin verilmesi neden sakıncalı olsun. Sakıncalıysa seçmelisi de sakıncalıdır.
Yine yakın tarihinde Burhan Kuzu’nun anadilde eğitim talebinin şeytani bir talep olduğuna dair veciz(!) ifadeleri gündemi oldukça meşgul etmiştir. Bu meselede hükümetin kafa karışıklığı, sağcı- milliyetçi tutumu halen devam etmektedir.
Neredeyse 1,5 yıldır KCK duruşmalarında ki Kürtçe savunma isteği ve bu isteğe mahkeme heyetinin inatla izin vermemesi tiyatro gösteriminden farksız bir hal aldı. Bu inadı anlamak mümkün değil. Şimdilerde buna yönelik çözümler üzerinde duruluyor. Bir meselenin çözümü için çok kolay yol varken, sürekli uzatmanın, diretmenin ve sonunda yola gelmenin(!) ne faydası var? Kaldı ki bu tutumlar karşı cenahın eline koz vermektedir. Bu kozları ellerinden almanın yolu varken, ısrarla ellerinden tutmak hükümeti zora sokmaktan başka bir işe yaramaz.
6- Aynı durum ve kör dövüş Ölüm Oruçları meselesinde de devam etmektedir. Tutsakların ölüm orucu gerekçelerinin kendileriyle ve cezaevleri şartlarıyla ilgili olmaması ve siyasi bir hamleye dönüşmesi oldukça sorunludur. Ancak başbakanın ifadeleri de Demirel’in ifadelerini artmıyor. Hele hele Temmuz ayında Qesra Qenco’da çekilen yemekli fotoğraf Akit Gazetesinin, tetikçi edasıyla sunması ve buna başbakanında dört elle sarılması çokça anlaşılır değil. Halbuki böyle bakılırsa başbakanında, cumhurbaşkanı da konutlarında çok görkemli yemek davetleri verirken ülkede onlarca asker ölüyordu, aç kalan vatandaşlar, felaketlere maruz kalan insanlar vardı. Onların yemekli fotoğrafları böyle servis edilseydi ne olurdu? Olaylara böyle bakılmaması lazım.
M. Şirin ORUÇ / Haksözhaber