Panelin açılış konuşmasını yapan Şefik Sevim, yakın tarihimizin bugünkü kimlik ve algılamalarımızdaki belirleyici etkisi üzerinde durarak, Müslüman bir zihinle geçmişimizi sağlıklı okumaya tabi tuttuğumuz oranda değerlerimizi merkeze alan bir hayat inşasını gerçekleştirebileceğimizi ifade etti. Tanzimatla beraber değer ve dinamiklerimizden kopuş sürecimiz ivme kazandığı ve dönemin aydınlarının nasıl bir kafa karışıklığına sahip olduğuna değinerek bu sekülerleşme sürecinin sonraki kuşaklar üzerindeki ifsat edici etkilerine işaret ederek ilk sözü Rıdvan Sevim'e verdi.
Sözlerine Osmanlı'daki İslam algısının değerlendirmesini yaparak başlayan Rıdvan Sevim, Kanuni dönemine kadar "Halk İslamı" yaygınken, bu dönemden sonra "Devlet İslamı" algısının görünürlük kazandığını ifade etti. Osmanlıdaki din anlayışı siyasi otoritenin üzerinde yetkin değildi. Aksine siyasi otoritenin gayri meşruluklarını meşrulaştıran bir arç konumundaydı. Her şeye rağmen Batının gözünde İslam'ı Osmanlı temsil etmekteydi. Hatta M.Abduh Beyrut'taki bir konuşmasında Osmanlı'ya sahip çıkmanın bir akide esası olduğunu ifade etmiş.
Mahmut Sevim ise sunumunda Cemil Meriç 'ten alıntılar yaparak İslam ve batı medeniyetinin karşılaştırılmasını yaparak batının karşısında İslam medeniyetinin dayandığı kökler ve dinamikler üzerinde durdu. Ulemanın tanzimatla beraber güç ve nufüzdan nasıl soyutlandırıldığına dair değerlendirmeler yaptı ve o dönem özgü halet-i ruhiyeyi işledi.
Sonuç kısmında Şefik Sevim söz alarak, Tanzimatla beraber Osmanlı çok zor bir süreç yaşamasına rağmen dünyevileşmenin getirdiği bir etkiyle Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi Saraylarının inşa edilmesine dikkat çekti. Batılılaşmanın mimari, eğitim kurumları özellikle harbiye ve tıbbiye alanlarında tercümelerle eğitim sistemine yapılan müdahaleler üzerinde yoğunlaştı. Kavramlar üzerinde yapılan kültürel yozlaşmayla kavramlara İslami bir formdan uzak nasıl anlamlar yüklendiğini, evlerin iç dekorasyonunun değiştiğini, koltuk kültürünün yaygınlık kazandığını, yazlık ve kışlık yaşam tarzının bir geleneğe dönüştüğünü ifade ederek "şibih laik devlet" ve "şibih laik siyasal kimlik" tanımlamalarının tanzimatla örtüşme gerçekliği üzerinde de durdu. Muhammed İkbal'in "Hayatın alevi başkalarından ödünç alınamaz, o kendi ruhunun mabedinde yakılmalıdır." sözü çerçevesinde sunumu bitirdi.