Bartın'da 'Modernite Kitle ve Gençlik' konusunu anlatan Hamza Türkmen'in sunumunda başlıca şunlar ifade edildi;
İçinde yaşadığımız ve bugün itibarıyla küreselleşmiş bir dünya var. Ulusal sınırlar dil,bayrak, kimi ve ulus temelli ülke olgusunu disipline etmekte. Oysadünyada iletişim ağı ve ekonomik alışveriş hareketliliği sınır falan tanımıyor. Bugün batı ve modernite dediğimiz olay sadece Amerika ve Avrupa'ya has bir olgu değil tüm dünyayı kuşatmış durumda. Küresel anlamda batılı yaşam biçimi, idare tarzı, ekonomik işleyiş kısaca kapitalizm ve modernite Rusya'da, Çin'dehüküm sürmekte. Küreselleşme evimize kadar girmiş durumda. Teknoloji uzantısı aygıtlar sadece cihaz olarak evlere girmiyor beraberinde yaşam kültürünü de getiriyorlar. Televizyon çok az insanı istisna tutarsak evlerive ahvalini ele geçirmiş durumda.
Batı dünyası denilen şey sadece Yahudilik ve Hristiyanlıktan ibaret değil, bir yaşam tarzı o,kendine özgü bir şeriat yani. İkinci dünya savaşından sonra modernite kavramı Alman sosyologlar tarafından gündeme getiriliyor. Ondan evvel medeni/civilization anlamında kullanılıyor. Bu medeniyete ulaşmaya da garplılaşmak-medenileşmek adı veriliyor. Modernite batıda 16. yy'dan sonra kiliseye karşı başlayan bir kopuş, yeni bir varoluş hamlesi. En baskın üç boyutu vardır. Bugün kiliseden koparak aklı mutlak gören pozitivist bir akım var ve bu akıma göre herşey akılla çözümlenmeli. Bu akım insanı mutlak alıyor. Bu bakışaçısı aydınlanmacı bir anlayışın temellerini oluşturuyor. 1600'lü yıllarda Sanayi Devrimi süreci başladı İngiltere'de. Oysa teknoloji insanlığın evrensel malıdır. Hz. Âdem'den beri insanların ürettiği değerler yığınıdır. Biz Müslümanlar olarak teknolojiyi Çin'den Hindistan'dan almış,bunu geliştirmişiz. 10-11. yy'da bu öyle bir seviyeye ulaşmış ki muazzam İslam üniversiteleri, tedrisat ortamları, şehir altyapılarıvar,birçok teknolojik buluşlar o dönem Müslümanlar eliyle gerçekleşiyor.Bu bir birikim süreç içerisinde insanlığa yararlı bilim hesapları ve edevata, tıbbi birtakım tedavi yöntemlerine, şehirleşme ve teknolojinin o dönem ileri düzeyde uygar yapısını oluşturan hendese hesaplarına ve bazı aletlerin geliştirilmesi vefevkalade bir medeniyete dönüşüyor. Ümmet Coğrafyasında Bağdat'tan Endülüs'e kadar beş yüz bin ila bir milyonluk cami ve medrese merkezli şehirler inşa edilmiş. Avrupa'daise o dönem feodal beyler tarafından yönetilen ve kiliseye bağlı bir yönetim şekli devam etmekteydi. Avrupa halkı toprağa bağlı bir hayat sürmekteydi. Şehir yapısı batıda buharlı makinenin bulunmasına bağlı fabrikaların açılması ve o fabrikalarda çalışan binlerce işçi ve ailelerinin o bölgelere toplanmasıyla kurulmuş oldu. Şartlar değiştikçe toplumsal yaşam, ahlak, değerler de etkileniyor. Her dönemin ahlakı ve yaşam algısı farklı yani. Göreli, sürekli, ilerlemeci bir devinim. Aguste Comte da bu tanımlar ilerlemecilik olarak karşımıza çıkıyor;bilim ilerledikçe bizim kültürümüz, ahlakımız da ilerleyecek. Aydınlanma felsefesinin temeli aslında budur; İnsanlar başlangıçta bazı varlıklara ve hayvanlara tapıyorlardı, sonra gök gürültüsü, yer sarsıntısı karşısında yeni güç algısıfark ettiler. Yer tanrısı gök tanrısı gibi çok tanrılı bir aşamaya geçtiler. Biraz daha mesafe kat edince bütün bunları yöneten bir tanrı var dediler ve tek tanrıcılığa ulaştılar. Sonra ilim Avrupa'ya geçti, gelişti, insan tasavvurunu geliştirdi. Aslında biz korktuğumuz için tanrı var diyorduk oysa her şey laboratuvara girdiğinde deneyle araştırmayla ispatlandığında ancak hakikat olur. İlim ne derse odur. Doğruyu ilim belirler. Laboratuvarda ölçüp biçtiğimiz şey dışında doğru yoktur. Gerisi vehimlerden ibarettir. Hümanizm denilen şey insanın kendisini keşfetmesiymiş. İlerlemeci tarih anlayışı bizim içimizde tüm Kemalistler, sosyalistler, batıcılar, kahrolsun şeriat diyenlerin buluştuğu bir mantalite. İlerlemeci tarihçilik bize içimizdeki jön Türklere, jön Araplara, jön Kürtlere tam bir İslam düşmanlığı olarak yansımıştır.
Marksist diyalektikte emekçilerin iktidara yürüyen evrimsel aşamaları şöyle gerçekleşecekmiş:Ekonomik araçlar değiştiğinde, insanların hayat tarzları da değişti. Ağalıktan burjuva sınıfına sermaye sınıfına bir ilerleme söz konusu oldu,fabrikalar kuruldu. Orada işçiler var. İşçi sınıfı gelişti ve burjuva sınıfıyla aralarındaki uçurum genişledi işte tam bu aşamada sosyalizm benimsenen bir yönetim olarak devreye girecek mülkiyet halkın olacaktı. Buna din gibi inananlar var maalesef. Bunun adı diyalektik materyalizmdir ve kendi döneminde Marksistler bunun için Hindistan'da İngilizlerin sömürgesini desteklemişlerdir. Hindistan'da yaşayanlar eski tarihi şemalara ait Brahman veya İslam dinini savunuyorlar. Onları ekonomik olarak ilerletmek için kapitalizmi getirmek gerekiyor. Oraya kapitalizm gitmezse ilerleme olmayacak. İşçi sınıfı oluşmadığında sosyalizm de olmayacak. Bu mantığa biz ilerlemecilik diyoruz.
Batıda tek dilcilik, ulusçuluk, vatan, bayrak mefhumları bu yeni şehirleşme süreciyle birlikte kutsal statüsüyle benimsendi. Aydınlanma ve sanayi toplumu sömürgeleştirme, işgal, köleleştirmeyle yayılmasını sürdürürken o günlerden bu güne teknoloji ve iletişimhızıyla birlikte tüm dünyaya yayılan acımasız güçlünün güçsüzü ezerek ayakta kaldığı bir hayat tarzını ortaya çıkardı. Bizim şehirlerimiz ise din-fıtrat merkezliydi. Onların haz, bireyci, tüketim, hırs merkezli bencil şehirleri insanlığın değerlerini kardeşliği, kolektif bilinci bitirdi ve profan bir hayatı çıkardı karşımıza. Bugün ihtiraslarımızı belirleyen fıtrat mı yoksa modernite mi? Bu gün ümmet olmak için mi gidiyoruz şehirlere yoksa karnımızı doyurmak için mi?
Çözülen ümmetin yetimleriyiz. Şehirlere gidince yeniden örgütlenip İslami niteliğimizle zindeleşmiyoruz. Daha iyi nasıl ev alırız nasıl para kazanırız kaygısı içindeyiz daha ziyade. Çözülmüşüz, öncelik hedefimiz dünyevileşme olmuş, ibadete devam ediyoruz ama ihtiraslarımızın dengesini vahiy kurmuyor modernite özentilerimiz oluşturuyor. Bu cahili tutsaklıktan nasıl kurtulacağız? Daha fıtri daha İslami bir seviyeye nasıl çıkacağız. Eşya ile ilgili ilişkimizi fıtri olan mı yoksa modernite mi belirleyecek? Topluma tepeden bakar ekâbir insanlar olamayız biz. Bizim böyle bir kültürümüz olamaz. Tarım/kırsal toplum dürüstlüğü varsa üzerimizde bu dürüstlüğü kendi ortamlarımızdayeniden var edelim. Aslında bizim muhatap kitlemiz ümmetin yetimleri modernitenin egemen hengâmesinde tutunmak zorundalar, iş kovalamak zorundalar oysa çok şey kaybettik. Hepimiz cahiliyeden etkilendik. Ümmetin erdemli, emin, güven veren düzeyini yeniden üretmeliyiz. Batılı yaşam tarzının kirlettiği, bencilleştirdiği, egoizmin çocuklarımızın bilinçaltına işlediği bu debdebeden kurtulmalı, kurtarmalıyız ümmeti İslam'ı. Hegemonist firavunlarca İslam coğrafyası bundan yüz sene önce parçalara ayrıldı ve aramıza yapay sınırlar çizildi. Bu gün bu parçalanmış ümmetin çocuklarından devşirilmiş kaybolmuş, Frenkleşmiş nesiller bize cahili, saygısız ve arsız yaşam tarzlarını dayatıyorlar.
Bu gün Müslümanlar olarak içinde yaşadığımız toplumlar ve devlet yapıları İslam'ı ve yönetim biçimlerini temsil etmiyorlar. Müslümanlar işgale ve vesayet rejimlerine mahkûm hale getirilmişler. Yönetimi despot İslam düşmanı, ümmete hınç dolu güçler ele geçirmiş. Ümmet coğrafyasında bu ağır koşullar sürüyorken bir taraftan da dünyadaki egemenlerin İslam karşıtı uygulamaları şartlarımızı daha da ağırlaştırmakta. Müslümanlar tarihlerinde iki yöntemi benimsemişler. Ya içinde yaşadıkları şartları ıslah edip merkezde kendilerine yer açma, çevrede kalarak ama gidişata da müdahil oldukları bir tarzı tercih etmişler ya da darbe yaparak yönetimi ele geçirerek kendilerinin merkez olmasını sağladığı otokratik bir tarzı benimsemişler. İkincisi İslam'ın algılanma biçimine ve Müslümanların medeni, müşfik ve adil algılanmaları önüne duvar örmüş adeta. İslam düşmanlarının eline koz vermiş. Islah olacak nesilleri İslam düşmanı yapmış. Bütün peygamberler toplumlarını hakka, hayra çağırarak ve onları ikna ederek en güzel üslupla hitap ederek hep birlikte toplumu ıslah etmeyi hedeflemişler, hayatlarını bu uğurda ortaya koymuşlar ve galibiyeti yalnız Allah'tan beklemişler.
Kitleyi yönlendirmede çocuklarımız ve gençler çok önemli. Çocuklarımızı batılı eğitim normlarıyla değil onları kulluk sorumluluğunu benimseyecekleri İslami yöntemle eğitmeliyiz. Allahu Teala Kuran'da yetimlerin hakkını, malını, mülkünü onlarda bir kifayet yani raşitlik özelliği gördüğümüzde ancak onlara vermemizi söylüyor, bu bir tavsiye değil Rabbimizin emridir. Çocuklarımıza onlara Kuran'ın öngördüğü sevgi, merhamet, acıma, sahip çıkma, bağışlama tutumuyla bilinci, paylaşımı öğretebilirsek şayet gençlerimizle ortak bir inşa ve ıslah dilini yakalayacağız. Modernite genci muhatap alırken onun egosuna sorumluluktan uzak benmerkezcibir özgürlük idealini yerleştirmeye çalışıyor. Kolektif bilinçten uzak, cemaat ruhu taşımayan, yardım etme ve acıma duygusunu yitirmiş sadece kendisini, kendi özgürlüğünü düşünen bencil birey yetiştirmeyi hedefliyor. Biz geleceğimizi gençlerle kuracağız. Allah Rasulü Mekke mücadelesinde yanında gençleri sahiplenerek, onlarla adil, medeni Allah'a hesap verme bilinci üstlenmiş bir toplum tasavvuru inşa ederek o gençleri eğitti yetiştirdi. Gerektiğinde onları korumak için onları Habeşistan'a hicrete gönderdi. Yesrib'te kavga eden kabileleri genç sahabi Musab b. Umeyr onları İslam kardeşliğiyle bir araya getirdi.
Allah'a hesap verme bilinci taşıyan, geleceğini sadece İslam'ın egemen olduğubir dünyayı kurabilmek hayaliyle inşa etmiş bir gençlik bina etmeliyiz. Kaybettiğimiz nimeti yeniden hakederek yeryüzü günlerimizi modernitenin kirinden arındırmış, sahih itikad, sahih kimlik, sahih bir toplum olmayı başarabilirsek iki cihanda felaha ereceğiz inşaallah. Allah niyetlerimizi amellerimize dönüştürsün.