Hamza Türkmen'in sunduğu usul dersleri çerçevesinde son başlık olarak ele alınan bu konuyla alakalı kısaca şunlar ifade edildi.
Yetmişli yıllarda Kuran çalışmaları bir çok yetersizliklere sahipti. Mezhebi değer yargıları ve geçmişten intikal eden din usülü yaklaşımlarında bazı kalıplaşmış kabuller/formüller o günlerin Kuran çalışmalarını etkileyen faktörlerdi. Sonraları modern düşüncenin de etkisiyle Kuran çalışmaları bağlamında bazı kontrolsüz aynı zamanda Kuran'ın ahkamına ve sahih ilkelere ters birtakım kabuller meal çalışmalarını ve tefsir yorumlarını etkilemeye başladı. Modern düşünce biçimi ve kullandığı akılcı yorumların etkileşimiyle Kuran okumalarına sızan oryantalist etki çok temel kavramlardan olan ve imanın kurucu öğeleri saydığımız 'Rasul' kavramı ve aynı değerlilikteki hükmi/temel kavramları değersizleştirmeye kapı araladı. Bu gün tarihselcilik olarak adlandırdığımız bu tarz gündemlerde bu etkiyi görmekteyiz. İlahiyat Fakültelerinde okutulan Batılı müsteşriklerce yazılmış ve kaynak kitaplar olarak okutulan eserlerde yazılanların etkisini tarihselci yorumlarda bulabiliriz.
Zulme karşı çıkmak, karanlıkları aydınlığa kavuşturmak için indirilen kitabımız Kuran'ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi noktasında gerek modern çalışmaların etkisi gerekse rivayetçi, kalıplaşmış ön yargılarla Kuranın anlaşılması ele alındığında aynı olumsuz durumla karşılaşmaktayız. Bu tarz çalışmalarda günümüzde Müslüman dünyaya zulümden başka bir şey getirmeyen batı ideolojileri ve yaşam tarzı eleştirilerine hiç rastlamayız. İslami düşüncemizi ve kimliğimizi oluştururken en temel gördüğümüz; vahyedilmiş-korunmuş Kuran, sorumlu insan ve Müslümanca hayat ilişkisini bizden Rabbimizin istediği şekilde kurarak O'nun emrettiği şekilde amelleştirmek ve ahirette vereceğimiz hesap bilinciyle fikri ve ameli bütünlükle oluşturma zorunluluğumuz bulunmaktadır. Biz böyle davrandığımız için bu kesimler tarafından 'siz dini hayatın her alanına indirgiyorsunuz, her mevzuyu aynı kimliksellik hükmüyle ele alıyorsunuz' tepkileriyle karşılaşırız. Geleneksel değer yargılarıyla okunan Kuran'ın bizi bozulmuş geleneğin içerisinde tutarak bugünün şirk, tuğyan, cahili yaşantısını sorgulamadan bizi bir atalete sürüklediğini ifade edelim. Modern bilimin ışığında ve günümüz anlam bilim teknikleriyle Kuran'ı anlama çalışmalarının da aynı sonuçları verdiğini belirttik. İkisinin de insanı hayatta zulme karşı direngen bir tavra sevketmediğini ve bugünkü cahili değer yargılarını kökten eleştirerek karanlığın yerine aydınlığı ikame eden bir hayatı yaygınlaştırmadığını bilmemiz gerekir. Modern bakışaçısıyla Kuran okumalarında rivayetlerin yanlışlıklarına karşı çıkılırken toptan reddedilmesine dayalı ve dinin yaşamsal yönünü boşaltan bir okuyuş biçimi olduğunu maalesef ifade edelim. Bu bir hastalıktır ve gelenekçilere göre daha tehlikelidir. Örneğin; only Kurancılar ,indirilen-uydurulan din adlandırmacılarında gaybi konular ve bir çok alanda hadis rivayetleri eleştirilirken toptan bir karşı çıkışla dini hayatın tamamıyla ilgili ameli değerlilikten ve İslamın etkisiyle oluşmuş teamülden soyutlamacı bir anlayışın etkilerini görebiliriz.
Tarihselci yorumda vahyin Kitabi değeri görecelidir. Şu izah meşhurdur; Kuranın inzal olduğu dönem Kuran okumalarında herkes kendi anladığını yorumlamıştır. Ben kalbimi Kuran' açarsam Kuran da bana kendini açar mantığı çok yaygındır. Bu kabul iki boyutlu rasul algısını ortaya çıkarmıştır. İlki vahyi insanlara bildiren postacı rasul. İkincisi vahyi o günkü koşullara göre yorumlayan kendi dönemiyle sınırlı rasul. Bu tespitler çerçevesinde,yanlız metni esas alan, Rasullerin öncülük ettiği ve Müslümanların sürdürdüğü sahih gelenekten soyutlanmış, nüzül ortamını ve hikmetlerini ciddiye almayan bir Kurancılık yorumuyla karşı karşıyayız. Bu nevi Kuran çalışmalarında temel eksiklik Rasulullah'ın (s) konumlandırılışı meselesidir. Bu yorumlar tıpkı batıda papalığın konumuna karşı çıkan Protestanlığın etkisiyle oluşmuş ve Hristiyanlığın insan merkezli ama dogmatik kilise yorumlarına karşı başlayan modern akımların kullandığı argümanlarla Rasulullah'ı devre dışı bırakan Kuran'ı salt akılcı merkezde ve seküler bilimin argümanlarıyla değerlendiren bir süreç ortaya çıkmıştır adeta. İlahiyat çevrelerinde Kuran'ı hayatla buluşturabilme ve kavramlarımızı bugünkü anlayış ve yaşam tarzlarına dönük muhkem ayetlere uygun bir şekilde yorumlayabilme noktasında İlahiyat hocalarının çok azı istisna Müslümanlara öncülük ederek; şahitlik, adanmışlık, gerçek Kuranı kavrayan alimlik yapmadıklarına tanıklık etmeliyiz. Öyle zamanlar oldu ki laiklik konusunda tez hazırlayan İlahiyat hocalarına bile şahit olduk. Rejimin modern batıcı ve din düşmanı tavırlarına kılıf uydurmaya çalışan ilahiyatçıları biliyoruz.
Hadisleri/rivayetleri tetkik edelim dediğimizde oryantalist suçlaması yapıyorlardı ama bütün rivayet ekolü aynı batılıların eserlerini kullanıyorlardı, hala da kullanılır. Batılılar bizi araştırıyorlar, biz Kuran usulünü oturtmaya çalışıyoruz, geleneksel tefsir usulünden kurtulmaya çalışalım diye, Kuran'ı anlarken sabitelerimiz ne, içtihadlarımız ne bunun çok net bir şekilde gözetilmesini istiyoruz. Zaten başka türlü de Kuran'ın hayatı belirleyiciliği mümkün olmayacak. Ben Kuranı anlatırken mutlak doğruyu değil benim kendi yorumumu anlatıyorum, ana muhkemlerin, hududullahın değişmezliğine riayet ederek bunu yapmaya çalışıyorum ama neticede yorumdur, fakat ortak tecrübelerimizi ve şura değerliliğimizi katararak hatayı azaltmaya çalışıyoruz.
Tarihselcilikte Kuran'dan mutlak doğru çıkmaz herkesin kendi kafasına göre ayrı bir Kuran olur mantığı işletilmeye çalışılıyor. Çünkü Kuran'ı tarihsel olarak görüyor Allah'ın kelamı olarak görmüyorlar. Kuran'ın tarihselliğini kabul etmek demek vahyin hakikat oluşunu hiçe saymak demektir. Eğer vahyin metni insanın kendisine bırakılmış olsaydı bu zanniliği oraya çıkaracaktı. Zannilik öğretileri sübjektif özellik taşıdığı için bu kriterlerle hesabı verilebilir bir hayatı oturtamazsınız. Bunu günlük yaşantıda bile çok rahat görebiliriz. Aynı cümleleri dinleyen insanlara onu aktarmaları istendiğinde herkesin kendine göre ve ne kadar farklı şeyleri yorumlayarak ortaya koyduğunu göreceğiz. Bu gün özellikle Müslümanlığın ahlak dini olmasını kabul edip ahkam dini olmasını reddeden çevrelerin içinde yaşadığımız toplumun geçmişte siyasi erkde görev alan şahıslarca ahkam ayetlerinin dışında ahlak kitabı olan 'Kuran en değerli kitabımızdır' düşüncesinin arka planını bu kurnazlıkla doldurulmaya çalışıldı. İşte bugün bunun aynısı akademik çevrelerin desteğiyle batılı yaşam tarzına uygun evrensel ahlak ilkelerini Kuran'ın katkısında yorumlayarak küresel sistem, sömürü çarkı, nifak dolu hayatın tüm alanlarında Allaha hesap verme bilinciyle yaşama kaygısından soyutlanmış, içi boşaltılmış İslam/din yorumlarında görmekteyiz. Ulus toplumlarda yaşayan batıcı/laik/İslam düşmanı ideolojilerin baskısıyla yönetilen, parçalanmış, güçsüz konumda olan ümmetin yeniden Allah'ın kitabına göre günümüz sorunlarına çözümler üretebilme, bozulmuş, vahiyden uzaklaşmış toplumu yeniden hak din İslam ve umdeleriyle buluşturabilme noktasında Kuran'ın öngördüğü sıratı müstakimle buluşturma kaygısı bu kesimlerin hedeflerinde ortalıklarda görünmüyor bile.. Tarihselcilerin ister sosyalist, ister liberal, ister evrensel ahlakçı , isterse only Kuran mealcilerinin buluştukları ortak nokta 'dünya değişirse Kuran da değişir' tespitidir. Yani ahlak, norm, hukuk şartlara bağlıdır şartlar değişirse din değişir. Şunu net bir şekilde ortaya koyalım; Kuran'ın korunmuşluğu, onu Rasulullah (s) kalbine lafzen-manen 'kelamullah' olarak indiren Allah'ın kudretiyle oldu ve Rahman kitabımızı koruyacağını vadediyor. O indirilmiştir, korunmuştur ve korunacaktır. Asıl sorun bu gün hayatımızı onun esaslarıyla kurup kurmadığımızdır. Allahu Teala kitabı bizim içimizden seçtiği örnek ve itaat etmeyi emrettiği usvetun hasene Rasul (s) ile bize emanet etmiş ve bunun hesabını bizden soracaktır.