Mehmet Şerbetçi, insan ve onun yaratılışıyla ilgilenmeyen hiçbir düşünce ve dinin olmadığını söyleyerek konuşmasına başladı. “İnsan toplum olarak varoluşundan beri kendini, içinde bulunduğu toplumu tanımlama çabası içinde olmuştur. İnsan hakkında bir şey söyleyince bir düşünce, bir okul, bir ideoloji oluşmuş oluyor. Bazıları da tarihten gelen birikim ve tecrübeyle bir takım izahlara, tanımlamalara gitmişler ve kendilerine yaşam biçimleri tayin etmişlerdir. Böylelikle insanlar farklı inanışlara, farklı toplumsal biçimlendirmelere doğru yönelmişlerdir. Batı yaşam biçimi, doğu felsefesi, yaşam tarzı bu şekilde oluşmuştur.”
“Müslümanlar olarak biz konuya nasıl yaklaşmalıyız? Kur'an bu konuda ne diyor?” diye soran Şerbetçi, insan ve amelleriyle ilgilenen Kur'an'ın, 'hüden lin nas' olduğunu, insanlara, insanlığa yol göstermek için indirildiğini, Kur'an'a göre, varlık aleminde hiç yokken insanı Allah'ın yaratmış olduğunu söyledi. “Size ne oluyor ki Allah'ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz. Oysa sizin her birinizi peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratmıştır.” (Nuh 71/13-14)
İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılan halife kavramına da değinen Şerbetçi, Allah'ın uluhiyette ve rububiyette hiçbir ortağı bulunmadığını, Allah'ın otoritesini hiç kimseyle paylaşmadığını, 'Allah'ın halifesi' terkibinin doğru bir kullanıma tekabül etmediğini; yeryüzündeki şartların insanın misyonunu yerine getirmesine yardımcı olacak şekilde düzenlendiğini aktardı.
"Bir zamanlar, Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve bütün eksik sıfatlardan tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi." (Bakara, 30)
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının" (Nisâ, 1). İlk insan Hz. Adem topraktan yaratılmıştır. Aşamalardan geçerek en son halini almıştır. “Hâlbuki O, sizi çeşitli merhaleler hâlinde yarattı.” (Nuh, 14) İlk insanın yaratılışı Kur'an'da değişik yerlerde, kimi zaman merhaleleriyle birlikte zikredilmiştir. Yaratılışının safha ve merhalelerini anlatmak için, toprak (turap) (Âl-i İmran, 59; Kehf, 37; Hac, 5; Rum, 20; Fatır, 67), çamur (tin) (Enam 2; Araf, 12; İsra, 61; Secde, 7; Sad, 71, 76), yapışkan cıvık çamur (tin lazib ) (Saffat, 11), değişken cıvık çamur (hame-i mesnun) (Hicr, 26,33), çamurdan süzülmüş öz (sülaletin min tin) (Mü’minûn, 12), kuru çamur (salsal) (Hicr, 26, 33), biçimlenmiş kuru çamur (salsalin kel fahhar) (Rahman, 14), ifadeleri kullanılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber oluşu; eşinin nasıl yaratıldığı, Adem ve eşinden yeni nesillerin nasıl var edildiği gibi değişik soru ve sorunları gündeme getiriyor. Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da baba da yoktur, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin mahiyetininbilinmediğini, zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek daha uygun görünmektedir.
"O'dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı." (Secde, 7)
“Andolsun Biz insanı kuru bir çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık” (Hicr, 26)
“Onu (şeklini) düzeltip ona ruhumdan üflediğim zaman, kendisi için derhâl (bana) secdeye kapanın” (Sâd/72). “Sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik” (Arâf, 11).
“(İblis): ‘Ben bir salsaldan (kurumuş çamurdan), değişken bir balçıktan (hamein mesnûn) yarattığın insana secde edemem!’ dedi.” (Hicr, 33).
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki Biz sizi(n aslınızı) topraktan, sonra (onun neslini) insan suyundan (spermadan), sonra alaka (yapışkan şey)’dan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık (ve bunları) size (kudretimizin kemalini) apaçık gösterelim diye (yaptık), sizi dileyeceğimiz muayyen bir vakte kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz.” (Hacc, 5)
“Şüphe yok ki, Allah Teâla’nın nezdinde İsa’nın hâli, Âdem’in hâli gibidir ki, onu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, o da oluverdi.” (Âl-i İmran, 59)
"Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Adem'in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)..." (Mü'minun, 12-14).
“O, sizi tek bir nefisten yarattı. Sonra ondan, onun eşini kıldı ve sizin için hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, üç karanlık içinde bir yaratmadan sonra, (başka) bir yaratmayla yarattı. İşte, sizin Rabb'iniz olan Allah böyledir. Mülk O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Hangi sebepten yüz çevriyorsunuz?” (Zümer, 6)
“O ki, sizi, topraktan, sonra bir 'nudfe'den(meniden), sonra bir 'alak'tan(zigottan) yaratır. Sonra sizi, bebek olarak çıkarır. Sonra sizi, güçlü buluğ(erginlik) çağına ve arkasından da yaşlılığa (eriştirir). Sizden kiminizi, önceden vefat ettirir, (kiminizi) belirlenmiş bir ecele eriştirir. Umulur ki akledersiniz.” (Mü'min, 67)
“İnsan, görmüyor mu ki; biz onu, 'nudfe'den(meniden) yarattığımız halde; o, bize apaçık bir hasımdır(düşmandır). O yaratılışını unutarak, bize misal getiriyor. Ve diyor ki: O çürümüş kemikleri, kim diriltecekmiş? De ki: Onu, O diriltecektir. O, onu ilk önce de inşa etmişti. O, her yaratmanın Alimi'dir." (Yasin, 77-79)
Kur'an bir biyoloji kitabı olmadığına göre bu yaratılış evrelerinden söz edilmesinin maksadı nedir? Bütün bunlarla Cenab-ı Hak, dilediğini dilediği şekilde yaratacağını göstermiştir. İnsanın yaratılış evreleri anlatılırken, Allah'ın lutfu hatırlatılır. İnsana sorumluğu hatırlatılır, Ademoğlu sorumlu davranmaya çağrılır. Rabbine nankörlük etmemesi için uyarılır. Aldatıcının aldatmasına karşı uyanık olması, aklını kullanması öğütlenir. İlahi yönlendirmeye tabi olması ve kulluk görevini yerine getirmesi halinde ebedi mutluluk yurdu cennetle müjdelenir. Nankörlük etmesi halinde ise ebedi umutsuzluk ve perişanlık yurdu cehennemle tehdit edilir. Kendisine ilişkin, kendisi ve eşya arasındaki ilişkiye ilişkin tanımlamalarında ilahi bağı koparmaması hatırlatılır. Yaratılışındaki hususları kaçırırsa insan istikbara, büyüklenmeye doğru gider. Bu bağı koparanların, azgınlaşıp kendini bilmez bir tutum içinde olanların akıbetleri çok kötü olur. Örneğin; haddini bilmeyen, yaratılışla bağını düzgün kurmayan Karun yerin dibine batırılır.
Yaratılışın anlatıldığı ayetler özlü, yoğun anlamlar taşıyan Mekki ayetlerdir. Peygamberle beraber mü'minlerin zihinleri, gönülleri vahye göre inşa ediliyor. Allah Teala ne yapmamız, nasıl insan olmamız, nasıl toplum oluşturmamız gerektiğini öğretmek istiyor. Peygamber ve yanındakiler Erkam'ın evinde eğitimler yapıyorlar. Hem kendilerini, hem çevrelerini vahyin rehberliği ile tıpkı yaratılıştaki merhaleler gibi merhalelerden, evrelerden geçerek yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Mekke toplumunu toptan değiştirmeye talip oluyorlar. Burada itirazlar söz konusu oluyor. Koruma refleksleri oluşuyor. Sindirme, boğma, öldürme çabaları ortaya çıkıyor. Buna rağmen Allah, Rasulüne ve inananlara vahyi öğretiler çerçevesinde bir dönüşümü gerçekleştirmeyi nasip ediyor. Adeta, Allah rasulü başarabildi, siz de başarabilirsiniz, deniyor. Peki nasıl? Allah'ın gösterdiği gibi onun yasalarına sünnetullaha uygun çabalarsak Allah da bizim çabalarımızı bereketlendirir. Bize lütuflarda bulunur. Bunun için Allah'ın boyasıyla kendimizi boyamamız, kendimizi ona göre şekillendirmemiz gerekiyor.
Beşer, insanın biyolojik yönüne işaret eder. Etten, kandan, havaya suya ihtiyaç duyan bir nitelikte yaratılmasını ifade eder. Adem yönü de bu bedene düşünmenin, akletmenin konulduğu hali ifade eder. İnsan; beşerin ve donanımlı olarak Ademin gönüllü olarak Allah'a kul olma yolculuğunu ifade eder. Ahseni takvim olarak yaratılan insan mükemmel, üstün bir seviyeye ulaşabileceği gibi büyük riskleri de beraberinde barındırır. İnsan olayım derken bazen esfeli safilin durumuna düşebilir. Allah insana fücurunu ve takvasını ilham etmiştir. Bunları kullanma noktasında da insanı ihtiyar sahibi kılmıştır. Serbest bırakmıştır. Seçim, tercih insanın kendisine aittir. İşte Kur'an'da Allah bize türlü türlü tekliflerde bulunuyor, bunların en hayırlısını seçersek bu bizim kurtuluşumuza sebep oluyor. Diğerlerini seçersek de bu bizim mahvımıza, hüsrana uğramamıza neden oluyor.
İnsanın tercihlerinde, kararlarında bir takım etkenler vardır. Tarih ve oradan devşirdiklerimiz, bize miras kalanlar bir etkendir. Tarihsel determinizm tarihin bu zorlayıcılığı karşısında insanın çaresiz, aciz olduğunu söyler. Bu görüşe göre insan, kendisine tarihten miras kalan birikimi yaşar, o kaderi yaşar. Bir başka görüş de insanın bulunduğu coğrafyaya göre onun düşüncelerinin şekillendiğini savunur. Dağ başındaysa dağ başına göre bir karakter belirir. Veya deniz kenarında, su kenarındaysa suya göre, çöldeyse çöle göre. Aynı şekilde insanın içinde yaşadığı toplumun niteliklerine mecbur olduğu, tercih hakkının olmadığı görüşü de söz konusudur. Hırsız bir toplumda yaşayan bir insanın ancak hırsız olabileceği, erdemli insanlardan oluşan bir toplumda yaşayan bir insanın doğal olarak uyum süreçlerinden dolayı bu özellikleri zorunlu olarak barındıracağı savunulur. Cebriye anlayışı, kaderci anlayış da, insan hangi çabayı ortaya koyarsa koysun, onun önceden belirlenmiş olanı yaşadığını savunur. Fakat Kur'an-ı Kerim'de insanın potansiyel olarak iyiye ve kötüye meyyal olduğunu okuyoruz. Bu meyyal olma durumu insanın tercih edebiliyor olmasını gerektirir. İnsanı etkileyen bütün çevresel unsurlara rağmen ona teklif edilen şeyi, hususu kabul edebiliyorsa, kendini değiştirebiliyor olması lazım. Yoksa gayri adilane olurdu. Allah Teala “Ben insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım.” diyor. Yani bütün amaç Allah'a itaat halinde olmaktır. Tek cümleyle “itaat için” varız. Öyleyse insan olarak bütün bu zorlayıcı dış unsurlardan bağımsız olarak bunu başarabilecek farklı bir iç potansiyele, güce sahip olmamız lazım ki bize bu teklif yapılmış olsun. Allah Teala bu sizde, bütün insanlarda, içinizde var diyor.
Ama bunu harekete gecirecek ancak ilahi sesleniştir. Yani biz içimizdeki bu doğru insan olma, salih insan olma çağrısını izleyebilir, böylelikle salihlerden oluşan bir topluluk meydana getirme görevini, Rabbimizin bize bağışladığı ilahi vahyin yol göstermesiyle, önümüzü aydınlatmasıyla başarabiliriz. Buna bir kere güvenmek ve inanmak gerekiyor. Bu konuda rızık endişesi, gelecekle alakalı kaygılar, geçmişten devralınan bir takım korkuların bugüne taşınması bizi engelleyebilir. İşte bunların hepsinin aşılacağını Rabbimiz bize müjdeliyor. Nasıl toprak ve sudan mükemmel bir insan, bir mekanizma, bir bünye meydana geldiyse, çabalarımız oranında merhale merhale Allah bizlerden salihler topluluğu meydana getirecektir. Allah istiyor ki yeryüzünde güçten düşürülmüşlere, zayıflara, mazlumlara iktidarı versin. Yeryüzünün varisi bunlar olsunlar. Allah Teala'nın bize gösterdiği hedef budur.
Bu bağlamda biz, insanı, eşyayı/doğayı ve bu ikisi arasındaki ilişkiyi Allah'ın bize öğrettiği gibi anlamlandırırdığımızda tarihin yasalarına, doğanın yasalarına ve fert/toplum değişim-dönüşüm yasalarına hakim oluruz. Allah bu feraseti, basireti, öngörüleri, becerileri, kabiliyetleri bize bahşeder. İlahi vahyin öğretilerine sadakatle bağlı kalırsak ve azimkar davranırsak, Ankebut suresi son ayette Allah Teala'nın müjdelediği şekliyle Allah yolunda cehd edersek Allah da bize yollarını gösterir ve bizi Allah'ın yolunda kılar.
Allah Kur'an'da tanımlanan sorumluluğu yerine getirmemiz noktasında lütufkar davranıyor. Çünkü bütün dünyayı değiştirme noktasında iddia ortaya koyanların ellerinde sadece insanlık tecrübesine kafa yorma var. Ama bizim elimizde bunlara ilaveten bir de ilahi müdahale var. Rabbimiz, ayetleri hatırlarsak, bizim elimizle hem mazlumlara şifa götürmek, onlara nimet ulaştırmak hem de zalimlerin kökünü kurutmak istiyor. Bizim elimizle!
Sokağa çıktığımızda insan bunun için mi var, bütün bu topluluklar, bu kalabalıklar bu fahşa, bu çirkef, bu umursamazlık, bu haddi aşma için mi var diye insanın içi cız ediyor. Çünkü işin ucu gelip bana da dokunacak. Benim iki türlü hesabım olacak. Bir, kendimle alakalı, yani insan olabildim mi, beşerdim, tamam bu bana bir ödüldü, var edildim. Adem kılındım. Allah Teala her şeyi bana, benim emrime verdi. Peki ben sorumluluğumun gerektirdiği gibi davranabildim mi? Ondan sonra insan olabildim mi? Ve insanlar meydana getirme aşamalarında bizzat bulundum mu, çaba gösterdim mi? Allah Teala insanları topluluklar halinde ve fert fert hesaba çekeceğini ve bu hesabın sonucunun ya ebedi mutluluk yurdu ya da ebedi hüsran yurdu olacağını bize bildiriyor. Ebedi mutluluk yurdunu kazanmamız için hem fert, hem de topluluklar olarak ıslah ediciler olmamız, hakkın, hakikatin şahitleri olmamız, iyilerden olup iyiliği emretmemiz, kötülükten uzaklaşıp aynı zamanda ondan sakındırmamız gerekiyor. Rabbim hepimize bu sorumluluğunun bilinciyle salihler olarak yaşamayı ve yine salihler olarak ölmeyi nasip etsin.