Yılmaz Çakır konuşmasında özetle şunlara değindi:
Tam 4 aydır Gazze’de son derece önemli bir süreç yaşanıyor. Bir yönüyle Gazzeli kardeşlerimiz kahramanca, izzetli bir direniş ve savunma gerçekleştiriyorlar, diğer yandan ise Gazze halkının yaşadığı sahada can yakıcı bir şekilde katliam yaşanıyor. Binlerce şehid verdik. Yaşananlar karşısında kayda değer çok şey yapamıyoruz ama kardeşlerimizi eylemler ve dualarla destekliyoruz, rabbim ecirlerini versin, direnişe zafer nasib eylesin.
En başta Yahudiliği ele alalım ardından Siyonizm ve Emperyalizm karşısında Hamas'ın direnişi üzerinde açılımlar yapmaya çalışalım.
Siyonizm bu topraklarla ilgili birtakım iddialar peşinde, bu toprakların kendisine vaad edilmiş topraklar olduğunu söylüyor. Siyonizmin pek çok iddiası var o iddialardan en başta gelenlerinden bir tanesi bu.
Siyonizm batılı paradigma zemininde şekillenmiş, kendine dini ve kişisel çıkarları merkez almış bir batılı ideolojidir. Siyonistler kendilerinin dışında bu ideolojinin mensubu olmayı dillendirebilecekleri başka bir hikâyeye de sahip değillerdir. Bir kavim/ırk dini olarak sadece kendilerini tanımlıyorlar, ortaya koydukları düşünce ve iddialar evrensel değiller.
Yahudiler kendilerini Musa (as)’ın ümmeti olarak tanımlıyorlar, peygamber olarak Musa (as)’ ı kabul ediyorlar, ata peygamber olarak İbrahim (as)’ a, kendilerini nispet ediyorlar.
İbrahim (as), kesin olmamakla birlikte Irak bölgesinde ya da daha kuvvetli olarak Anadolu'nun Urfa-Harran civarında doğmuş ve gençliğini burada yaşamış, Nemrut’la girmiş olduğu mücadele sonucunda bu topraklardan ayrılmıştır. Ailesiyle birlikte Kenan diyarı olarak adlandırılan Filistin Suriye Ürdün bölgesine gitmiş, oraya yerleşmiştir. Hz İbrahim'in soyundan İshak (as)’ın çocukları Yakup (as) zamanında bu bölgede büyük bir kıtlık oluyor, bu sebeple Mısır tarafına gidip oraya yerleşiyorlar. Yahudilik kendisini İshak (as) üzerinden tanımlamaktadır, ata itibariyle anneyi; Hacer annemizin soyunu kabul etmiş oluyorlar.
Yahudilik, ayetlerin metninden ziyade yorumlarını esas alarak kendini şekillendirmiş bir dindir. Biz Müslümanların onlarda muharref olarak gördüğümüz lafızların değiştirilmesi ayetlerin değiştirilmesiyle; Kur'an'ın bütünlüğüne ters olarak gördüğümüz şeylerle ilgili itirazlarımızı yapıyoruz, onlar kendilerini ‘’İlahi kelamın kendisini değil, din adamlarının yorumlarını esas almak gerekir’’ diye savunuyorlar. Kendilerine geniş bir yorum alanı uydurmuşlar, bu onlara dini konularda iddia ettikleri görüşlerin meşruluğunu savunma noktasında geniş bir alan sunuyor.
Mısır’dan Firavun sebebiyle göç etmek durumunda kalıyorlar. Musa (as) öncülüğünde tekrar Kenan diyarına yöneliyorlar, Sina çölünü aşamadan, Allah'ın vahyi ve resuller karşısında gösterdikleri muhalif tutumlarından dolayı onlarca yıl bu bölgede yaşamak zorunda kalıyorlar. Yuşa (as) olarak bildiğimiz, İslam kültüründe peygamber olabileceği ifade edilen ama Yahudilerin peygamber olduğunu söyledikleri kişi tarafından tekrar Filistin bölgesine doğru geliyorlar. Musa (as) bu süreçte vefat ediyor. Buradan Babiller tarafından milattan önce 5. yüzyılda ve bir de milattan önce 70'lerde büyük bir sürgünle tekrar bu toprakları terk etmek zorunda kalıyorlar. Burada kaldıkları süre içinde iki şehir devleti kuruyorlar. Yahudilerin tüm yaşanmış hikâyeleri budur. Tevrat’ta geçen, iki nehir arasında bir bölgenin kendilerine Allah tarafından vaat edildiğine dair bilgi Kuranda da atıf yapılan bir bilgidir; bu hak ediş mümin olmaları emirlere gösterecekleri sadakat ve Müslüman olmalarına bağlı bir ödül tanımlamasıdır onların Yahudi oluşlarıyla bir alakası yoktur. Ayrıca vaad edilen alan somut olarak net bir bölgeyi değil, yaşadıkları süre içindeki alanları hak etmeleri şeklinde bir tanımlamadan ibarettir. Maddi açıdan nerede bittiği nereleri kapsadığı şeklinde bir ifade yoktur.
Biz Müslümanlar Hz Davut ve Hz Süleyman'ın Kitabı Mübin’den peygamberler olduğunu biliyor ve inanıyoruz, Yahudiler ise kral ve peygamber ayrımı yapıyorlar. Davut ve Süleyman (as) için kral diyorlar onlara kutsiyet yönlerinin olduğu özellikler atfediyorlar. Krallar kutsanmış kişiler ama vahiy alan kişiler değiller. Yahudiliğin içinde çok farklı mezhebi farklılıklar var. İçlerinde İsrail'i devlet olarak tanımayan siyonizmi reddeden Yahudiler var sayıları fazla olmamak kaydıyla %10 civarında bir Yahudi grup ellerinde Filistin bayraklarıyla eylemler yapıyorlar, bunlar Mesih besliyorlar Mesih gelmeden yeryüzünde devletleşme olmayacağını savunuyorlar ve işgale karşılar.
Müslümanların karşıtı olan düşmanlarını tanımaları gerekiyor; siyonistler kimdir hangi kökenlerden gelmektedirler, Yahudilik nedir kimlerdir. Yahudi ile her halükarda düşman olmak mı gerekir gibi konuların cevapları açısından konuları detayları ile ele almak gerekiyor.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim ile ilgili tahrif edildiğine dair; inzal olduğu ilk günden bu yana hiç kimse bir delil öne süremez. Müslümanlar arasında farklı görüşten, mezhepten kim olursa olsun ellerindeki kitap aynıdır. Oryantalistler Kur'an-ı Kerim ile ilgili özellikle tahrif olduğu veya kayıtlarının sağlam tutulmadığı ile ilgili bilgiler üretme çabasında oldular ama bu konuda elleri boş döndüler. Tevrat'la ilgili ise Yahudilerin tamamı Tevrat'ın inzal olduğu dönemden itibaren korunmadığı ve tek bir metinden ibaret olmadığı konusunda ittifak halindedirler.
Tevrat inzalinden bin yıl sonra kayda geçirilmiş, cem'i gerçekleşmiştir. Ellerindeki Tevrat nüshaları da farklı farklıdır. Talmut kitapları var, Talmut Tevrat değildir, Tevrat üzerine yorumlardan ibarettir ve bu da yüzlerce binlerce ciltlerden oluşur, bilgiler homojen değil farklı farklıdır. Gerek Hristiyanlıkta gerekse Yahudilikte vahiy sadece lafızdan ibaret değildir vahiy havariler ve din adamları üzerinden devam etmektedir, onların görüşleri vahiy değerinde görülürler, tanrısal özellikler taşıyan manalar kabul edilirler, din adamları yanılmaz ve mutlak görülürler.
Laiklik bize uygun değildir çünkü laikliği bağlayacak kapsamda bir din ve toplum vakıamız yoktur. Batıda iki sınıf var; din adamları sınıfı ve halk vardır. Din adamları sınıfı din alanından mesuldür halk dünyevi işlerden mesuldür.
Batıda Aydınlanma sonrası laiklik devlet mantalitesi olarak kurumlaşmıştır. Din yönetimden tasfiye edilmiş; dinle dünya işleri birbirinden ayrılmış oldu. Din adamlarının kutsal kişiler olarak görülmesi dün dini istedikleri kıvamda din adamlarına yorumlatarak temin ettikleri bir konuydu bugün de aynı şeyi akıl, bilim, yeri geldiğinde teoloji, dünyevi ihtirasları ve hevaları üzerinden aynı yöntemle sürdürmektedirler. Her türlü zulme kolayca kılıf uydurmaktadırlar.
Müslümanlar ne zaman Yahudilikle ilgili bir konuda görüş beyan etseler antisemitizm olmakla suçlanırlar. Peki, Semitizm ne demektir. Semitizm Samiliktir. Samilik hem Yahudileri hem Arapları kapsayan bir kavim boylarıdır. Onlardan gelen peygamberlerin izleridir, Yahudiler bunu salt kendilerine yormuşlar ve içinde bulundukları durumu en iyi kendilerinin izah ettiğini iddia ediyor ve mutlak doğruluk ve masumiyetin kendilerine ait olduğunu iddia etmektedirler.
Siyonistler Müslümanları aşağılamaya kendilerine hak görüyorlar ama kendileriyle ilgili eleştirilere karşı son derece tahammülsüzler ve yasal olarak bütün dünyada küresel çapta duvarlar örüyorlar. Holokost kavramını da sadece kendilerine göre yorumluyorlar. Kavrama kendilerinin merkezde olduğu anlamlar yüklediklerinden kendilerinin dışındaki toplumlar için bu kavramın kullanılmasına karşılar. Soykırım tanımına sadece Yahudilerin uğradığı şeklinde bir tanımlama geliştirmişler ve yeryüzündeki soykırımların yegâne mağduru kendileri olmuşlar. Roger Garaudy, Siyonistlerin yaklaşımlarındaki bu çarpıklığı ilk resmeden kişidir ve bu yüzden de ona cezalar yağdırmışlar, kitaplarının basım ve dağıtımını yasaklamışlardır. Sadece Nazi Almanya’sında değil, Avrupa'nın tamamında, Amerika'da Kızılderililere uygulanan soykırım, Afrikalılara uygulanan soykırım ve köleleştirmelerde telef edilen insanlar söz konusu olduğunda soykırım olgusunu bu topluluklara yakıştırmamaktalar.
Hitler sadece Yahudilere zulüm uygulamadı, Romenlere, Slav ırklarına ve sakatlara aynı zulmü uyguladı.
Faşizm kendine bir kültürü ve düşünceyi merkez almış bir ideoloji ve otoriter yapılanmadır. Nazizm ise bir ırkı esas alan o ırkın üstünlüğünü merkez alan bir ideolojik devlet yapılanmasıdır. Bu gün bunu kime benzetiyoruz; Siyonistlere! Siyonistler kendilerini aynı Hitler gibi yegâne ari/üstün ırk, diğer insanları bilhassa Arapları hizmetkârları ve gelişimini tamamlamamış mahlûklar olarak görüyorlar.
Batıda kendi dışındaki insanları köleleştirmenin akli, bilimsel ve dini her türlü mantığı oluşturulmuştur. Dini terminoloji de bu konuda aynı gayeye katkı sağlar. Hristiyanlıkta vaftiz edilmeyen kişi cehennemlik olarak görülüyor, dolayısıyla cehennemlik kişilere her türlü şeyi yapmak caiz olabiliyor. İslam'da böyle bir şey yoktur; İslam hiçbir zaman Müslüman olmayan kişilere karşı böyle bir mantık geliştirmedi ve geliştiremez. Rahmet dini olan İslam insanlara ayrımcılık üzerinden değil onlarla eşit ve ortak bir hayatı birlikte yaşama mantığı üzerinden bir ‘’davet’’ ortak bir ‘’ahlak’’ anlayışı üzerinden ilişkiler inşa eder. Resulullah (sav) ‘’Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar’’ diyerek insanları çocukluklarından itibaren eşit gördüğünü ifade etmiştir. Sorumluluklar rüşd yaşıyla devreye giriyor, ancak ondan sonra bir tasnif yapıyor ki bu dışlayan bir şekilde değil İslami davete kabul daireleri içerisinde oluyor.
İmam Eşari vahiy ulaşmayan kişiyi sorumlu dahi görmez, İmam Mâtürîdî imandan sorumludur ama şer'i yönden sorumlu değildir demişlerdir.
Batı, Anglosakson fikrini ve ideolojisini insanı doğuştan günahkâr saydığı kabulü üzerine bina etti. Anglosakson kültürü özünde sekülerizmi, laikliği besliyor, sömürüyü ötekileştirme olarak görmüyor, gittiği yerlere uygarlığı götürüyorum düşüncesi ile meşrulaştırıyor. Sömürüyü, işgali; insanları ilkel yaşamdan, cehennemin tutsaklığından kurtarıyorum mantığı üzerinden savunuyor. İşte Siyonizm kendisini bu sekülerizm ve kültür üzerinden yapılandırmıştır.
Müslüman her türlü zulme karşıdır; zalimin karşısında, mazlumun yanındadır. Geçmişte Yahudilere, Endülüs’te zulme uğradıklarında Müslümanlar sahip çıktılar.
Bugün Batı küresel güce ulaştıktan sonra işgaller yoluyla İslam topraklarının bütün güzelliklerini, enerji kaynaklarını ele geçirdi, İslam’ı ve Müslümanları düşmanlaştırdı. İsrail Ortadoğu'da İslam coğrafyasının ortasında küresel güçlerin jandarmasıdır. Onlara göre Müslümanlar başarısız, tembel, kaba insanlar olarak tanımlanır oldular. Bu bir propaganda şeklidir; İsrail Filistinli kardeşlerimize bunu her gün yapıyor, emperyalizm aynı yöntemi bunu bütün İslam coğrafyalarına uygulamaktan çekinmiyor, bunun örneklerini Afganistan'da gördük.
Araplar bizi arkadan vurdu klişesinin arkasında hiçbir gerçeklik payı yoktur. Lawrence hatıralarında Osmanlı’ya karşı Şerif Hüseyin'in cephesini destekleyenlerin toplam oranını %2,5 olarak ifade etmiştir. Bu klişeyi bize söyletenler içimizdeki laik batıcılardır. Falih Rıfkı Atay, Filistin cephesinde Şam'da görev yapmış bir askerdir. ‘’Zeytin Dağı’’ adındaki romanında Şam'da, Osmanlı'nın önde gelen paşalarıyla nasıl bir Türkleştirme politikası uyguladıklarını, halka nasıl zulmettiklerini anlatır. Ama romanın sonlarına doğru artık bütün cephelerde yenilmiş ve geri çekilmiş ve yeni bir sürece girmiş Anadolu evlatlarını Arap çöllerinde bırakmazdık diyerek var olan ulusçu batıcı süreci savunmaya koyulur.
Çanakkale Şehitliği, bu konudaki hakikatı ortaya koyuyor, kimin hain kimin olmadığının resmini Çanakkale şehitliğinde görmek mümkündür. Anadolu şehirleri kadar hatta daha fazla bugün adını bile bilmediğimiz yerlerden Müslümanların o gün, Çanakkale cephesinde yer aldıklarını Şehitlik kitabelerinde okumak mümkündür. Arkadan vuranlar Osmanlı tebaasının içerisinde az bir topluluktur, Osmanlı sadece o az topluluktan ibaret değildir, Osmanlı’yı sıkıntısında meşakkatinde savaşlarda her alanda temsil eden ve destekleyen başka topluluklar da vardı. Kalkışanlar sadece Türkleri vurmadılar, Osmanlı ile birlikte hareket eden herkesi Arapları, Kürtleri bütün bileşenleri vurdular. Bu propaganda ırkçı batıcı seküler İslam düşmanı bir propagandadır ki; İngilizleri, Fransızları, Amerikalıları asla düşmanlaştırmaz, Osmanlı’ya karşı cepheleri organize edenler, silah temin edenler, bizzat ordularıyla gelip Osmanlı’ya karşı savaşanlar İngilizler, Fransızlar, batılılardır. Batıyla ilgili onlar bizi arkadan vurdu klişesine hiçbir zaman başvurulmaz ama konu Müslümanlar olduğunda hemen bu propagandaya sarılındığını müşahede ederiz. Filistinlilerin toprak satmadığı bunun nasıl bir emperyalist bir plan dâhilinde gerçekleştiği bilinmelidir. O toprakların satılması mümkün değildir, toprakların %90' nı miri arazi; Osmanlı’ya ait hazine arazisidir. Osmanlı oraları hazineye dahil etmiş bunu belgeleri ile kolluk gücüyle kurumlaştırmıştır, kalanın bir kısmı vakıfların bir kısmı gayrimüslimlerindir.
İslam dünyasının küçücük bir İsrail’le başa çıkamadığı şeklindeki tespit doğru değildir. 1897'de Teoder Herzl, Batıda bütün devletlerin uluslaşma formu içinde kendilerini tanımladıkları bu yeni dönemde ‘’Yahudilerin bu vatansızlık konumundan kurtulması lazım, bir devletleri olması gerekir’’ teziyle arayışlara girmiş ilk siyonist toplantıları başlatmıştır. Vatan arayışlarında alternatifler üzerinde duruyorlar, Arjantin, Uganda, Asya’da müsait bir yer peşindeler, sonra aslında kendileri de seküler ve batı kültürüne sahip Yahudi asıllı kişiler olmalarına karşın ‘’Kudüs üzerinde yoğunlaştırırsak başarılı olma durumumuz vardır, diğer Yahudileri ancak böyle bir teklife ikna edebiliriz’’ diyerek arayışlarını Kudüs ve çevresine yöneltiyorlar. Bölge Haçlı seferlerinin de hedefi olan Hıristiyan ve Yahudiler için haç münasebetinin bulunduğu kutsal bir bölgedir ve buraya yönelmişlerdir.
Yaptıkları kongrelerle bunu hedeflediler, İngilizlerle sıkı bir ilişki kurarsak ve Avrupa'nın desteğini de alırsak Osmanlı’yı da ikna edebilirsek böyle bir şey mümkün olabilir dediler. Siyonizmin devletleşme aşamasının her sahası küresel emperyalizmin taşeronu konumunu üstlendiklerini ispatlayan uygulamalarla doludur. Theoder Herzl’den sonra İsrail'in ikinci adamı Weismen Batıya hitaben ‘’biz sizin bölgede temsilciniz olalım’’ teklifini bizzat yapmıştır, siyonistler ile batının bütünleşmesinin arkasında böyle bir ilişki ve hedef yatmaktadır.
Ortada petrol yok, Süveyş kanalı var, kanal bölgede Batı için nazik konuma sahip yerlerden bir tanesi; ticaretin boğazı konumunda. Ortadoğu hiçbir zaman bataklık olmadı her zaman en stratejik ve kıymetli yere sahip oldu. II Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere bölgeden çekildi, İsrail şimdi Amerika'nın ve batının taşeronluğunu üstlenmiş durumdadır. 1956'da Cemal Abdulnasır darbe yapıyor ve bu boğazı millileştiriyor bölgede menfaatleri bozulan batının adına savaşı İsrail başlatmıştır. O dönemlerde İngilizler Mısır'dan çekilmesin diye İsrail milis güçleri bölgede terör oluşturuyorlar ve Arap milis kılığında İngilizlere zarar vererek onların bölgede kalmasını sağlıyorlar.
İngiltere bölgeden ayrıldığı andan itibaren İsrail 1947'nin sonunda devletini kurmuştur. Arkasında duracak müttefikleri tümüyle ABD ve batıdır. ABD İsrail’in kuruluşunu hemen onaylıyor ve ikinci desteği veren Sovyetler Birliği Rusya olmuştur. Tüm emperyalist güçler bölgede İsrail'in varlığını tahkim etme yönünde tavır izlemişler ve bu günde bunu sürdürmektedirler.
Sürece baktığımızda bölgede İsrail Filistinlilerle savaştığında İsrail tek başına mı savaşmış oluyor, yoksa bütün küresel güçlerin nezdinde onların taşeronluğunu üstlenerek bir savaş mı yürütmüş oluyor. Amerika İngiltere Almanya Fransa ve diğer Batı ülkeleri olmasa İsrail bölgede bu kadar rahat hareket edebilir mi?
O yıllar ile ilgili Kızılhaç yetkililerinin Filistin’de Der Yasin köyü ile ilgili anlattıkları gerçekten tüyler ürperticidir. Siyonistlerin Irgın adındaki tedhiş çeteleri köye giriyorlar bütün herkesi öldürüyorlar, beşikteki bebekleri annelerinin karnındaki çocukları hepsini öldürüyorlar, bu yaptıklarını etrafa yayıyorlar ve Filistin köylerinden ilk göçler işte o dönem başlıyor. Şiddet katliam tedhiş hepsi dün de bu gün de Siyonistlerin işidir. İtibarlarını terörle vahşetle ve arkasındaki küresel destekle kazanmış oluyorlar. Gazze, Filistinlilerin sığındıkları sıkıştıkları yaşamak zorunda bırakıldıkları açık bir hapishanedir.
‘’Zulüm ile abad olunmaz’’, bu söz mutlak hakikattir, vahiy kaynaklıdır. Zalimler hiçbir zaman yeryüzünde abad olamayacaklar. Bunun için çok düşünmeye çok tefekkür etmeye gerek yok. İsrail adaletten uzaktır siyonistler zalim insanlardır.
Bundan 500 yıl önce Osmanlı mütefekkiri Kınalızade’nin mükemmel bir tespiti vardır. Devletler için bir manifesto sistematize etmiş bunu bir daire şekliyle izah etmiştir. Bu daire şekli adaletle başlar maddeleri sıralar izah eder ve şekil adaletle tamamlanır; ‘’adalet dairesi’’ diye de anılır.
Bugün zalimlerin sistemlerinin gayet zinde bir şekilde işlediği gibi bir izlenim zihinlerimizde oluşabilir. Ümmet zayıflamış, Müslümanları zayıf halde yakaladılar. Bu nereye kadar ne zamana kadar sürer ki? Sovyetlerin 70'lerde yıkılacağı söylenseydi söyleyen kişinin aklından zoru olduğu iddia edilirdi. O yıllar Sovyetlerin uzay teknolojisi 60'larda 70'lerde bilinen bir olguydu; dünyada en etkili güç ABD ve Sovyetler idi. Sonra ne oldu; Sovyetler gitti.
Bu kadar zulme ne yer ne gök ne melekler ne de yüce Rabbimiz asla müsaade etmez bunun ne zaman olacağını bilemeyiz onu Allah bilir.
Zulmü unutmamamız gerekiyor, insanlar yenilebilirler. Savaş hali böyledir. Unutmayalım İsrail ile ilişkiler normalleşme aşamasındaydı herkes İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için sıraya girmişti; bu Allah'ın bir lütfudur buradan bakmamız gerekiyor.
1917 sonrasında Osmanlı bölgeden çıkmak zorunda kalınca oradaki Müslümanlar seyre bakmıyorlar hemen bölgede direniş başlıyor. Osmanlı'nın subaylarından Kudüs müftüsü Emir el Hüseyin hemen direnişe geçiyor. Peki, bu şahıs kim Hasan el Benna’nın, İzzet Kassam'ın yakın çevresindendir. Bu çizgi ıslah yönelimindedir ve sonradan İhvanı Müslimin zeminini inşa etmiştir. 1935’ te şehid olan İzzettin Kassam Osmanlı'nın tecrübeli subaylarından üç cephede birden Fransızlara karşı Suriye'de, İtalyanlara karşı Libya'da, İngiliz ve Siyonistlere karşı Filistin topraklarında savaşmış bir kahramandır, Allah hepsine rahmet eylesin.
Hamas Filistin'de ıslah çizgisini İhvan çizgisinin tezahürü bir yapılanmadır. Bir direniş hareketidir, aynı zamanda bir ıslah okuludur. Müslümanlar bulundukları yerlerde içinde yaşadıkları toplumda yapılması gereken görevler sorumluluklar kritik bir takım konularla ilgili kararlar verirler. Müslümanlar bugün dünya koşullarını hâkim kültür etkisi ile olayları kar ve zarar üzerinden okumaya başladılar, bu bize Anglosakson kültürünün bulaştırdığı bir maraz durumdur.
Gazze meselesi, dünyada yaşadıklarına insanca bakanların meselesidir insanca bakanların tepki gösterdikleri ortak duyarlıklarda birleştikleri bir meseledir yoksa bu konuya hayvanat penceresinden bakanların kavrayabilecekleri bir mesele değildir.
Rabbimiz kendi yolunda gösterilen çabaların karşılığını vereceğini vaat ediyor. Rabbim kardeşlerimize yardım etsin ve hepimize bu konuda dersler çıkarmak ve hepimizin ayağa kalkmasını sağlasın inşallah. Kardeşlerimizi zalimlere karşı izzetli ve muzaffer eylesin.