Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya'nın sunumunu yaptığı seminerde şunlar ifade edildi;
"Mümin oluşumuz sebebiyle birbirimize karşı hatırlatmamız gereken sorumluluklarımız var. Bilhassa yaşadığımız ortamda yaşadığımız süreçlerde Müslümanların birbirlerine marufu emretme münkerden sakındırma ve aralarında tavsiyeşleşme konusunda bir gevşeklik gösterdikleri ve bu önceliklerimizin geriye itildiği bir dönemi yaşamaktayız. Ne yazık ki bu gün aramızda birbirimizi hakka çağırmak görevi, biz Müslümanların adeta kendi gettolarına çekilme tercihinin gölgesinde kalmaktadır.
Ama Rabbimizin yeryüzünde biz Müslümanlara Rabbimize kulluğa yaraşır kullar olma vasfının marufu emreden münkerden sakındıran ümmet olmamız zorunluluğundan geçtiğini biliyoruz.
Bakara Suresinde geçen 'Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için vasat ümmet kıldık.' ayeti çerçevesinde Müminlerin şahidlik vasfının kimliksel bir sorumluluk olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Bugün İslam düşmanları ve onların İslam dünyasındaki uzantıları, konu Müslümanların kimliksel duruşlarına müdahale olduğunda ve ümmetin uyanışına vesile olacak gidişatı engellemek olduğunda aralarında derhal güç birliği yapabiliyorlar.
Gözü dönmüş caniler Rusya-İran-Esed üçlüsü kimyasal kullanınca suç oluyor gibi davranıyorlar ama güçlü silahlarıyla her gün kardeşlerimizi çocukları, kadınları katledince hiç bir suç olmuyor tavrını izliyorlar. Sebep; Esed devrilirse Müslümanlar iktidara gelirler, dolayısıyla bu katliamlar da görülmese de olur mantığı. Tam bir ittifak halinde bir tutumla bir sessizlik hali, biz bu tavrı Mısır'da darbe sonrası katliamlarda yine her gün İslam dünyasının dört bir yanında Müslüman katliamlarında aynı tutuma tanık olmaktayız.
Olan bitenler karşısında daha acı olan Müslümanların sessizliği veya kardeşlerine müfteri bir edayla sırt çevirmeleri. Bunla kalsa iyi daha özelde kendi hayatımıza sinen bizi gaflet sarmalında şaşırtan müstağnileştiren dünyevileşme, heva ve hevesini ilah edinme inhirafı yatmaktadır. Kaldı ki bir konudaki duyarsızlığın arka planında İslami kimlikten uzaklaşma yatmaktadır. Birbirimize marufu telkin etme ve münkere karşı uyarma görevinden kopma yatmaktadır.
Müminler dünyevi şartlargereği Müslümanları ilgilendiren konularda gevşek tutumlarını meşrulaştıramazlar. Kendimizi şartlara uydurarak değil Kuran'daki akaidi yani kimliksel duruşu hayatımıza uyarlama hassasiyeti içinde olmalıyız. Zihnimizde eylemlerimizde her zaman İslami hududullah ve Kuran ahlakı belirleyici olmalıdır. Rabbimiz ''Emrolunduğun gibi dosdoğru ol'' diye emrediyor. Müslümanlar pratiklerini Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünneti oluşturulmalı ki Müslüman olma iddiamız tüm hayatımızda görünen bir tavra bürünsün.
İslami şahsiyetin inşasında en önemli unsur dini mübini hayatı kuşatan bir dava bilinciyle kavramaktır. ''De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca alemlerin Rabbi Allah içindir.'' Ayeti bu tavrı tarif eder. Müslümanlar olarak İslam'ı hayata hâkim kılma mücadelesi de bir sürekliliğe işaret eder. Yapıp ettiğimizin dünyevi anlamda karşılığını bekleyerek değil Rabbimizin rızasını umarak sürdürülecek bir mücadele şekli içinde Mümince bir hayatı kastetmeliyiz.
Kısaca; Ali İmran Suresi 104. ayette geçen "va'tesimubihablillahi cemien ve la teferreku." (Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin) emrine har zaman ve zeminde muhatabız.
Küfre, fesada karşı direnmenin toplu olarak, ümitsizliğe kapılmadan, Allah'tan umudumuzu kesmeden mücadele etmekten başka çare yok. Bu Kurani açıdan ve Rasullerin modelliği üzerinden de böyledir, buna iman ediyoruz.
Müminler olarak temel vasfımız fedakârlık, dayanışma, Allah için sevme, birbirimizin eksiklerini tamamlama, hataları örtme, güzellikleri çoğaltma, yeryüzünü İslamlaştırma iddiamızdaki süreklilik olmalıdır.
Aramızda Fetih Suresi 29. ayette belirtildiği üzere birbirimize karşı merhametli, kafirlere karşı dik, onların tuzaklarına karşı her daim uyanık olmalıyız.
Ümmet olmak öncelikle fedakârlık demektir. Bencilik, çıkarcılık İslami cemaat olma ruhunu tahrip eder ve böyle olanlar asla cemaat olamaz ve topluca hareket edemezler. Bunu sağlayabilmek için önce zaaflarımızla yüzleşmeliyiz. Kimliğimiz ve ilişkilerimizi ahlaki zaaflardan arındırmalıyız. Başkalarının yanlışından önce kendi zaaflarımızla yüzleşmeliyiz.
Ahlaki açıdan kendimizi geliştirmek için sabırsızlık, gevşeklik, neme lazımcılık zaaflarımızdan kurtulmalıyız. Tartışmacılık, çekişme ciddi bir zaaf kaynağıdır. (Enfal/46)
Bireycilik, dünyevileşme ve nefse, hevave tabi olmaya yol açar. Müminler arasında olması gereken ilişki, Ebu Musa Eşari'nin aktardığı "Resulullah (s): 'Mü'min ile mü'min (birbirine karşı) duvar gibidir, birbirlerini sımsıkı tutarlar' buyurdu da bunu söylerken parmaklarını birbirine geçirip sımsıkı kilitledi." (Buhari)hadisinde tarif edildiği şekilde olmalıdır.
İnsanları derleyip toparlamak zor, dışlamak ise kolay bir iştir. Sıradan insanları duyarlı hale getirmek; duyarlı insanlara sistematik düşünce kazandırıp, rehberlik yapmak; belirli bir bilinç ve tavra ulaşanları organize ve mücadeleye sevk şeklinde tanımlanabilir.
Birbirimize karşı dışlayıcı değil kuşatıcı olmalıyız.
Müslümanlar olarak hatalarımız, kusurlarımız eğer kalıcı bir ilkesizliğe sebep olmuyorsa ve birbirimizi uyardığımızda düzeltilebilecek eylemler ise birbirimize daima tahammül göstermeliyiz. Üslup bozukluklarından kaçınmalıyız.