Konferans konuşmacısı Rıdvan KAYA idi.
Rıdvan KAYA konuyla alakalı şunları ifade etti:
Müslüman olmamız; hayatın tümüyle ilgilenmemiz, hayatın bütün alanlarında İslami kimliğimizle var olmamız demektir. Öncelikli görevimiz kulluktur. Konuyu hayatileştirirken şu boyutlarıyla ortaya koymalıyız: İlkin kulluğumuz Kuranda geçtiği üzere tağutları ve tuğyanı reddetmeyi gerektirir. Sahih itikat temelinde Müslümanlarla beraber olmayı gerektirir. Tağutu reddetmek ve Müslümanlarla beraber olmak toplumsal yapının inşası için şarttır. Yaşadığımız dünyada kuşatıcı bir cahiliye etkisi mevcut, buna karşı koymak için sahih ve güçlü bir kimliğimizin olması gerekiyor. Bir takım sorunlar ve zaaflarla yüzyüzeyiz.
-Öncelikle kafa karışıklığı ve zihni bulanıklıklardan kurtulmak zorundayız. Sahih bir itikad, muhlis tavırlar temelinde bir duruşa sahip olmalıyız.
-Mutlaka dava bilincimiz olmalıdır, kulluk vazifesini kuşanmış, mücadele bilincine sahip bir dava anlayışımız olmalıdır. Ataleti, nemelazımcılığı benimseyen tarzda değil, yeniden kitabımız Kuranın öngörüleri doğrultusunda istikrarlı bir çaba içerisinde olmalıyız, ortaya Müslümanca bir irade koymalıyız.
-Şahitlik görevimizin bilincinde olmalıyız. Bakara Suresinde Rabbimiz ‘’Sizi bir ümmet kıldık ki sizler insanlar üzerinde şahitler olunuz ‘’ buyuruyor. Şahitlik görevini bireysel alana hapsederek değil, sosyal alanda, insanların içerisinde tanıklaştırarak ortaya koyabiliriz. Tüm bunların devamında cemaat olma, ümmet olma anlamında sorumluluklarımız vardır. Bir de önceliklerimizi konuşmalıyız, önce içinde yaşadığımız topluma dönük sorumluluklarımızla alakalı bizlerden ya da toplumdan kaynaklanan pek çok zaaflar sıralayabiliriz, bizler kendimizi zaaflardan azade düşünemeyiz, asla nefsimizi teberri etmemeliyiz. Yusuf (as) ın sözüyle ‘’ben nefsimi temize çıkartmam ‘’ bilinciyle hareketlerimizi tedbirlerimiz, temkinlerimiz, kararlılığımız ve tevazumuz üzerine bina etmeliyiz.
Çabalarımız belli bir tanımlılık ve planlılık üzerinde yol almalıdır, bir fikir kulübü gibi keyfi zeminlerde sorumluluktan uzak ortamlarda ilerlememelidir. Amaçlılık doğrultusunda hayata taşınmayan değerler bir şey ifade etmiyor. Ankebut Suresi 2. ayetinde ‘’İnsanlar inandık demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar…’’ Deniliyor, bu bir algı dizaynı, bir bütünlük uyarısı, İslami mücadelemizin amel sahalarında her daim başarılı olacağız gibi bir belirleyicilik, yegane olmazsa olmazımız olamaz, Allah Teala bizlere mücadele kararlılığını emrediyor, kazanmak kaybetmek, gaybi konu, ama şunu biliyoruz kararlılık içerisinde sürdürdüğümüz İslami mücadelemiz Rabbimizin lütfuna mutlaka mazhar olacaktır, ama şimdi ama sonra… Rabbimiz bizlere başarılarımızı değil İslami mücadelemizi, Salih amellerimizi soracak, mizan günü bizlere, sizler Allah’ın dinini hakim kılmak için niye mücadele etmediniz diye sorulacak. İnandığımız şeyleri pratize etmek için mutlaka çaba sarf etmeliyiz, iç bütünlüğümüz ve tutarlılığımız gereği söylediğimizi yapmak, yaptıklarımızı söylemekle yükümlüyüz. Kuranı Kerim’de Saf Suresinde ‘’niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz’’ deniliyor, yapmayacağı şeyleri söylemek münafıklık tavrıdır, tutarsızlıktır. Müslümanlar birbirleriyle etkileşim halinde olmalıdırlar, marufu emretmek, münkerden sakındırmak karşılıklı gerçekleşir. Davetçi tutarlı , topluma dönük ,ahlaklı ,güvenilir olmak durumundadır. Rasulullah’ın(as) Risalet öncesi temel vasfı, güvenirliliği ve tutarlılığıydı. İnsanlar bizlerin fikirlerimizden nefret edebilirler ama bizi tutarsızlıkla ve güvenilmezlikle suçlayamamalıdırlar. Sözümüzün tutarlılığı kadar düşünsel derinliğimiz, fikri yetişmişliğimiz önemlidir. Resmi ideoloji varlığını Müslümanlara dayattığı ideoloji gücüyle ve insanları cahiliyenin ahlaken fikri tüm yaşamsal boyutlarda İslam dışı kültür ve bilgi kirliliğiyle kuşatarak devam ettirmeyi hedefliyor. İnsanlar içinde bulunduğumuz dönemde her konumda çok bilgili olduklarını söyleyebiliyorlar. Oysa bireyi, ailesini, toplumu, evreni değiştirme iddiası olan Müslüman’ın böyle bir etkileşim içerisine girmek yerine fikri derinliğini, İslami şahsiyetini, İslam’ın usul bilgileriyle kuşanabileceği net Kur’ani ve onun birikimiyle oluşan kültür zemininde temin etme gayreti içerisinde olmalıdır. Kitap okumamız gerekiyor. Kur’an okumamız gerekiyor. Tertil okuyuşları içerisinde olmamız gerekiyor. Sadece televizyon ve televizyon kolaycılığının içinde olmamamız gerekiyor. Onlar bize derin bilgi sunamazlar. Bizler kendimizi yeterlilik içerisinde görmemeliyiz. Daima kardeşlerimizle bir arada, istişare içerisinde, birbirimizi besleyen fikri ilişkiler, öğüt alışverişi içerisinde olmalıyız. Karşılaştığımız sorunlara doğru cevaplar verebilmek için bilgilenme içinde olmalıyız. İnsanların tebliğ faaliyetlerimizi sürdürürken soracakları sorulara tutarlı ve doğru cevaplar vermeliyiz. İnsanlara tebliğimizi ulaştırabilme noktasında tutarlılık kadar ahlaki zaaflardan arınma çabası içerisinde ve sabretme istidadında olmalıyız. Aceleci olmamalıyız. Acelecilik, tez karar vermek bizi önyargılı olmaya sevk edecektir. Gevşeklik göstermemeliyiz. Yapacağımız işleri kısa süreli değil uzun süreli, zamana yayarak sabırlılık içerisinde tatbik etmeliyiz. Neme lazımcılıktan uzak olmalıyız. Günlük işlerimizde yapılacak işleri birbirimizden beklemeksizin üstümüze düşeni yerine getirmeliyiz. Bu konu İslami meselelerde de belirleyicidir. Mesela bir yerde gördüğümüz olumsuzluğu giderebilme noktasında gevşek davranmamalıyız. Mesela Müslümanların içinde bulundukları olumsuz şartları düzeltebilme noktasında gündeme getirdikleri ve eleştirel tutumlarıyla çözümü işaret ettikleri hususlarda olumlu sonuçlar aldığına şahit oluyoruz. Bir işyerinde birçok Müslüman’ın mescit talebi, onların gündeme getirmesiyle bir süre sonra çözülebiliyor. Tartışmacılıktan uzak olmalıyız. Cedelcilik tavsiye edilen bir şey değildir. Enfal suresi 46. Ayette Allah ve Rasulüne itaat ediniz, birbirinizle çekişmeyiniz, sonra gevşer, gücünüzü yitirirsiniz. Sabırlı olunuz. Allah sabredenlerle beraberdir.” Buyuruluyor. Cedelcilikle değil, sözü en güzel şekilde muhatabımıza iletmek, gerekirse izahlardan kaçınmadan onu ikna için çabalamak zorundayız. Bireycilikten uzak olmak durumundayız. Hiçbir zaman nefsimizi önceleyerek olaylara bakamayız. Kapitalist toplum cahili kültürüyle Müslümanları kirletiyor. Bireyciliğe özendiriyor. Bunlardan etkilenen kişileri İslam adına uyarabilmenin yolları kapanmış oluyor. Toplumsal şahitlik, ma’rufu emir, münkerden nehiy her zaman bireysel olarak değil, toplumsal olarak yerine getirebileceğimiz bir eylemliliktir. Tüm bu anlatılanlardan şunları çıkarmalıyız: Öfkelendiğimiz zaman öfkemizi yutmalıyız. Aramızda affedici olmalıyız. Muhataplarımızı ciddiye almalıyız. Kızarak, konuyu kişiselleştirerek Allah’ın emrettiği infak etmek, yardımlaşmak ve benzeri şahitlik hususlarında zorumuza gitse de Rabbimizin müsamahalı olma emrini uygulayabilmeliyiz. Muhataplarımızla ilişkilerimizde
Öncelikle olumlu perspektiften bakmayı öğrenmeli ve uygulamak için cehdetmeliyiz.
Ortak yönlerimizi öne çıkarmalı, ihtilaflar değil ittifaklar üzerinde yol almalıyız.
Ayrıldığımız veya farklılaştığımız noktaları neden ve niçinini izah ettikten sonra bizi birleştiren ve ortaklaşmamızı hedeflediğimiz üslup üzerinde devam etmeliyiz.
Kur’an’ın dediği gibi ortak kelimede buluşmalıyız. Tebliğimizi Rabbimizin davet ilkelerimizi tanımladığı insanları en güzel şekilde Allah’ın dinine davet edebilme, izahlarda bulunma, en güzel örnekler üzerinden muhataplarımızı ikna edebilme ve aramızdaki müşavereyi daima zinde tutma, kişileri ve kişisel öngörüleri değil, ilkeleri ve ortak alınan kararları ve benimsenen tarzımızı önemseyerek sürdürmeliyiz. Rabbimiz cümlemizi kendisine kul, ümmete şahit, bireyden topluma giden yolda tutarlı işler yapan ve sorumluluk bilinciyle davranan kullarından eylesin.