Konferans Kur'an-ı Kerim ve meali okunarak başladı. Harun Çetinkaya'nın yaptığı açılış konuşmasının ardından, Sümeyye EK "Filistin" konulu bir şiir okudu ve konferansa başlandı. Konferansı sunan Hamza Türkmen, ümmet kavramından yola çıkarak ulusçuluğun ortaya çıkışına değindi. Türkmen'in konuşmasında alınan notlar:
Ümmet; bireyden/şahsiyetten öncü bir nesle, öncü nesilden toplumsal kurumlaşmaya giden vahyi inanç, yaşam ve adalet ortak paydasıyla ifade edilecek bir sosyal şahitliği veya İslam kardeşliğini ifade etmektedir. Müslümanların ümmet bilinciyle bilinçlenmeleri, Kur'ani kavramları Rabbimizin murad ettiği şekilde içselleştirmeleri gerekir. Hurafelerle kuşatılmış bir İslam anlayışının öteden beri yaygın olarak varlığın sürdürdüğüne şahidiz. Bu anlayış'ın Kur'an'a uygun bir anlayış olmadığını; Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh ve Raşid Rıza gibi Kur'ani bir bilinçle donanmış şahsiyetlerin hayatlarını ortaya koyarak mücadele etmeleriyle başladığını görüyoruz. Bu öncü şahsiyetler Urvet'ül Vuska ile dünya müslümanlarına yeni ve farklı bir bakış açısı getirdiler. Kur'an ve sahih sünnet'e dayalı, öze dönme, fıtrata uygun Tevhidi bir İslam anlayışının yaygınlaşması bu öncü şahsiyetlerin kitaplarının farklı çoğrafyalarda yaşmaya zorlanan Müslümanların dillerine tercüme edilmesiyle yeni bir nesil doğmaya başladı. Şehid Seyyid Kutub'un "Yeniden bir Kur'an nesli oluşturma" girişim ve çabaları önemsenmesi gereken önemli bir olgudur. Kur'an'i bir anlayışla donanmış Müslümanların; şirk ve küfürle kuşatılmış toplumları bu kirlilikten kurtarmaları için öncelikle; tevhidi, Kur'ani, sahih bir İslam anlayışının temelden insanlara ulaştırılması gerekir.
Birinci dünya savaşından sonra savrulan, dağılan ve ulus devletlere bölünen Müslüman topluluklar aynı zamanda vahyi gerçekliklere de yabancılaştılar. Batılı emperyalistlerin, Müslümanlar arasına soktukları; ırk, ulus, bayrak, vatan, millet, devlet gibi kavramlar kutsal hale getirildi. Milliyetçilik milli devlete, milli devlet de ulus, vatan, ulusal sınır, ulusal marş, ulusal bayrak gibi icat edilmiş nosyonlara gereksinim duyar. Gereksinim duyulan bu tür nosyonlar, ulusçuluğu duygusal bir inanç haline getiren mitlerdir. Ulusçuluk, "birlik ve bütünlük" söylemine karşın içinde sürekli "bir bölünme" riskini de taşır. Örneğin Avrupa'da ulusçuluk ortaya çıktığında, büyüklü küçüklü 1600 etnik veya siyasi birimin bulunduğunu düşündüğümüzde, her an hakim ulusçuluğun içinde, farklı etnik ayrılıkçılar veya kurgulanmış yeni ulusal akımlar üreyebilir.
"Ulusçuluk Avrupa'da kapitalizm tarafından kendi çıkarları doğrultusunda 18.yy.'da ortaya çıkarılan bir ideolojidir. Avrupa'daki sanayileşme süreciyle beraber şehirler ortaya çıkıyor. Bu şehirlerde bir araya gelen insanların bağını da kapitalizm süreci kendisi kuruyor. Bu suni bağları kurgusal bir ulus ve dil tarihi de yazdırarak pekiştirdi.
(…) 600 yıllık Osmanlı Devletinde Türk ifadesi bir isim olarak asla kullanılmadı, sadece bir sıfat olarak kullanılmış olan bu kelime Batılı emperyalistler tarafından 18.-19.yy.da ulus anlamında kavramsallaştırılarak dili ve tarihiyle beraber üretilmiştir. Fransa'ya eğitime gitmiş olan Jön Türkler olarak bilinen Ali Suavi ve Namık Kemal gibi Batı hayranı tipler bu ideolojiyi Osmanlı Devletini kurtaracak bir reçete olarak gördüler. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında insiyatif alıncaya kadar ümmet, İslam Milleti gibi kavramları kullanan M. Kemal "Biz ümmetten bir millet/ulus yarattık" sözüyle beraber ulus kimliği olarak Türklüğü dayatıyor. Günümüze kadar gelen temel çatışmayı da bu oluşturmaktadır. 1921 de kurulan birinci meclis dualarla Müslüman alimlerin desteğiyle açılırken 1924'te ise tam tersine Müslüman öncüler saf dışı bırakılarak; sürgün edilenler, cezalandırılanlar ve öldürülenler olmak üzere inançlı insanlar tamamen devre dışı kaldılar. Cumhuriyetin Kurulmasıyla Müslümanlar sindirildiler. Kur'an yasaklandı, camiler kapatıldı, Ağa Camii'nde sıralar masalar kurularak ibadetin halkın; alışılmış, bildik şeklin dışına çıkarılacak hale getirilmeye cüret edildi. Çok partili sisteme geçilene kadar ezan türkçe okundu. 1970'ten itibaren Kur'an ve Kur'an endeksli farklı kitapların Türkçe'ye çevrilmesiyle geleneksel yapı sorgulanmaya başlandı ve vahiy ile şekillenmiş, dayanağını vahiy'den alan, sorgulayan yeni bir nesil ortaya çıktı.
Haksöz Haber / ANTALYA