"Eğitimde İdeolojik Dayatma ve Çözüm Yolları" konulu ilk semineri Özgür Eğitim Sen. Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi sundu.
Bugün varlıklarını sürdüren Ulus devletlerin, halkları için değil, kendi varlıklarının sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için eğitime çok büyük yatırımlar yaptıklarını söyleyen Yusuf Tanrıverdi konuşmasını şöyle sürdürdü: Ulus devletlerin ürettikleri modern toplumun İnsanı atom ize ederek sekülerleştirdiğini söyledi. Hayattan elini ayağını çeken, sorumluluklarını bu kurumlara devreden insanlardan oluşmuş bir toplumdan bahseden Tanrıverdi, "Kapitalizm gücünü dostluğun, arkadaşlığın olmadığı, aile ve akrabalarından uzaklaşmış ve bağları koparılmış insanlardan oluşmuş toplumlardan alır. İşte bu süreç de eğitim önemli bir rol oynar. Eğitimin dönüştürücü gücünün farkına varan sistem eğitimi zorunlu hale getirmiştir. Ulus toplumlar istediği insan tipinin okullar vasıtası ile yetiştirirler.
Osmanlı Devletinde zaafları olsa da İslam'a aidiyet duyan bir toplum vardı. Cumhuriyet ile beraber İtalya ve Almanya faşizmi ithal edilen zihniyetle politikalar üretilmiş ve Tevhidi-i Tedrisat kanuni ile medreseler kapatılmış, diğer kanunlar ile de toplumun dil, yazı ve kılık kıyafeti değiştirilerek İslam ile bağları koparılmıştır. İslami değerler yerine ulu önder, vatan, bayrak vb. değerler üretilmiş, bu değerlerin propagandası ve politikası yapılmıştır. Marşlar, and, milli güvenlik dersleri ve diğer ritüellerle bu politikalar okullar vasıtası ile topluma aktarılmıştır. Okulların hiç eğitim vermediği gibi, öğretim ile düşünen, araştıran, sorgulayan ve çözüm üreten insan yerine resmi ideolojiye bağlı, suskun, tek tip insan yetiştiren kurumlar haline geldiğini söyledi."
Eğitim sistemimizin özü disipline dayanır. Disiplinden kasıtsa; devlet öğretisini ve otoritesini içselleştirmektir. Özgür bir topluma ulaşmanın yolu özgürlükçü bir eğitim pedagojisinden geçer. Özgür eğitim anlayışı kişinin tercihine saygı duyar ve tercihini yaşamasının önünü açar. Kişisel iradeye ve tercihlere hem saygı duyar hem de gelişimine çalışır. Eğitim, insanın kendinin farkına vardığı ve kendini gerçekleştirdiği özgürleştirici bir süreçtir. Devletçi anlayış doğal olarak her şeyin yönetimini, denetimi ve içeriğinin planlamasını otoriteye bırakır. Bu öyle bir hal alır ki aile ve toplumun görev ve sorumluluklarına kadar uzanır. Devletin denetlenmesi ve sınırlandırılması gereken bir araç olduğuna inanan toplumlar kendi sorumluluk alanlarının aynı zamanda özgürlük alanları olduğunun farkındadırlar. Bu alanları devlete terk etmeninde özgürlüklerinden vazgeçmek olduğunu da bilirler.
Özgür bir toplumda okula/eğitime yüklenen misyonla, militarist devlet anlayışının hakim olduğu ülkelerde elbette ki okula yüklenen misyon aynı olmayacaktır. Özgür toplum eğitimin bütünüyle kurumlara ve devlet otoritesine terk edilmesini bir özgürlük ve kendi olamama sorunu olarak görür. Türk eğitim sistemi cumhuriyet döneminde ulus devlet inşasında bir araç olarak kullanılmıştır. Öğretmen ve okul merkezli bir seküler mabet yapısı, toplumda imam ve cami merkezli sosyal yapının yerine yerleştirilmiştir. Eğitim Sistemi, bu temel ve ideolojik formata ilave olarak Kapitalist kültürün çalışma-tüketim ilişkilerinde, anne ve babanın üretime daha fazla katılması amaçlı çocuklar için bakımevi işlevi de yüklenmiştir.
1924 Tevhidi tedrisat kanunu ve Toplum Mühendisliğine dayalı eğitim-öğretim anlayışı ile toplumda ailenin ve sivil toplum kuruluşlarının işlevi bitirilmiştir. Günümüzde açıkça bazı göstergeler, eğitim seviyesi arttıkça totaliter zihniyetin arttığını ortaya koyuyor. Bu ideolojik eğitim sisteminin bir sonucudur. Buna karşı geniş halk kitlelerinin bir direnişi de söz konusudur. Bu örgütlü ve programlı olmasa da, işlenmemiş olsa da halkın fıtratından kaynaklanan bir direniştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu amaçla 400 küsur medrese kapatılır, 1926-1927 yıllarına kadar bu sayı 2′ye düşer ve nihayet 1930′larda hiç kalmaz. Öyle ki 1940′lı yıllar "Cenazeleri kaldırmak için imam bile bulunmadığı yıllar" olarak anılır"
Bu dönemin temel özelliği Kutsal Devlet, Tanrı Devlet anlayışıdır. Devlet vatandaşa hizmet eden bir kurum değil, vatandaşın devlete hizmet ettiği, Devletin vatandaşlar üzerinde hak sahibi olduğu ve vatandaşında bunu gönüllü olarak yapması gerektiği bu Faşist Devlet anlayışının kitlelere kabul ettirilmesi de Milli Eğitim Sistemi ile gerçekleştirilir.
Öğretmenlik mesleği kutsallaştırılır, hatta Peygamber mesleği olarak dahi adlandırılır. Bu zihniyetle öğrenci doldurulması gereken boş bir teyp kasetine dönüştürülür. Öğretmen aktif, öğrenci pasif'tir. Öğretmen bilen, öğrenci bilgisizdir. Bu Paul Freinze'nin "Ezilenlerin Pedagojisi" kitabında vurguladığı etkidir. Artık Devlet ezen kitle de buna gönüllü razı olan kalabalıklardır. Oluşturulan İtaat Kültürü özne değil nesne olan bir öğrenci profili çizer.
Her şeyin okulda öğrenileceği yalanı da topluma yerleşir. Halbuki gerçek böyle değildir. Dünyaya yön veren siyasiler, bilim adamları, fikir adamları ve edebiyatçıların çoğu kurumsal bir eğitim sisteminden yetişmemişlerdir. Abdurrahman Dilipak bunu güzel bir tespitle vurgular "Ben ne öğrendiysem okuldan kaçtığım dönemlerde öğrendim"
Bizim yapmamız gereken şeyler öncelikle bu zihniyetin kirlerinden kurtulmaktır. Hala İslami camiada tek tip eğitim, tek tip kaynak, lider kültü ve farklı olana şüphe ile bakma eğilimleri vardır. Öncelikle Eğitim Sistemi ve okul kurumsal olarak sorgulanmalıdır. Devletin eğitim üzerindeki etkisi ve tekeli kırılmalıdır. "Herkes için adalet, herkes için özgürlük" şiarı gerçek anlamı ve yansımaları ile kullanılmalı, içi doldurulmalıdır. Bu konuda Sivil Toplum Örgütleri, Dernekler ve çeşitli kurumlar oluşturulmalı ve aktif olarak kullanılmalıdır. Alternatif eğitim olanakları oluşturulmalıdır. Bu konuda Özgür-Der'in gençler ve çocuklar için oluşturduğu yaz okullarının önemli kazançlar sağladığını müşahede ediyoruz.
Baskı ve dayatmalara karşı direniş ve yerine göre sivil direnişler oluşturulmalıdır." Vb. konulara değinen TANRIVERDİ, konuşma sonunda soru-cevap bölümünde soruları cevaplandırarak sunumuna son verdi.