“Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü”

Ankara Özgür-Der'de konferanslar dizisinin bu hafta'ki konuğu Mustafa Siel'di

Mustafa Siel,“Sosyal ve Siyasal Değerlendirmelerde Kur’ani Ölçü Ve Kavramlar” Konulu bir sunum yaptı.

Mustafa Siel, Sıratı mustakime (ahiret kurtuluşuna götüren doğru yola) hidayet sadece bireysel iman ve islam boyutlarıyla değil, toplumsal, yani sosyal ve siyasi boyutlarda da söz konusudur. Sosyal ve Siyasi Alanda Tek Mutlak Hidayet Rehberi Kur’andır. Diyerek konuşmasına başladı.

Siel, Kur’anı nüzul sırasına göre okuyup incelediğimizde, hicretten önce Mekke’de geçen 13 yılda inen ayetlerin daha ziyade tevhid ve şirk, iman ve küfür, mü’minlerin ve kafirlerin bireysel ve cemaatsel zıt özellikleri üzerinde yoğunlaştığını görürüz. Yani muttaki bireyler ve bu bireylerden oluşan sağlıklı bir cemaat oluşumu ana konusudur Mekki surelerin.

Hicretten sonra Medine’den 10 yılda inen ayetlerde ise, önce sosyal ağırlıklı olmak ve son yıllara doğru siyasal ağırlıklı olanlar artmak üzere; sosyal ve siyasal ağırlıklı konuların ağırlıklıolarak işlendiğini görüyoruz.

Kur’anın önerdiği islam, ne sadece teorik bir kabul, ne bunun yanında bireysel ve toplu sembolik ibadetler, ne de bunların yanında bireysel hayatı tanzimden ibaret değildir vurgusunu yaptı.

Mustafa SielTüm bunlarla beraber, imanı aileden başlayıp tüm halkı kapsayacak sosyal bir hayat tarzı haline getirmek, bunun bir gereği ve neticesi de imanını kendi halkı ve tüm dünya halklarıkapsamında siyasi bir tarz olarak ortaya koyabilmektir.

2.Bakara Suresi 286. ayette işaret edildiği üzere, kişi yada topluluklara ancak kapasiteleri çerçevesinde sorumluluklar yükleneceği bizzat Yüce Allah tarafından ifade edilmiştir. Bireysel alanda olduğu gibi sosyal ve siyasal alanlardaki değerlendirmelerde de bu kaide mutlaka dikkate alınmalıdır dedi.

Aksi halde kapasitesi üstünde sorumluluk yüklenenlerin bunların altından kalkamayarak altında kalmaları söz konusu olacağı gibi; kapasiteleri altında sorumluluk yüklenenlerinde üzerlerine düşen görevleri yapmamaları nedeniyle bireysel ve toplumsal kayıplar oluşacaktır.

Bu noktada değinmemiz gereken bir hususta, sosyal ve siyasal şartların yerel ve memleketler bazında değerlendirilmesi gerektiği ve bu değerlendirmeleri o yer ve memleketlerde mukim ehliyetli mü’minlerin yapması gerektiğidir.

İçinde bulunmadığı, imkan ve imkansızlıklarını yaşamadığı, şartlarına tam vakıf olmadığı bir yer ve memleket hakkında sosyal ve siyasal değerlendirmelerde bulunmak gerçekçi ve doğru olmayacak, yaptığı yanlış değerlendirmeler çok olumsuz neticelere sebep olabilecektir.

İmanımızı, bireysel ve toplumsal ibadetlerimizi Kur’an ve mütevatir sünnet çerçevesinde değerlendirip sürdürdüğümüz gibi; aileden başlayıp dünyaya çapına ulaşan tüm sosyal ve siyasi değerlendirme ve uygularımızda, Kur’an ve peygamberimizin siretini esas almalıyız.

Siel, Sosyal ve siyasi değerlendirmelerimizi Kur’ana göre yapmamız hem ibadi bir görev, hem de en sağlam metottur. Çünkü sosyal ve siyasi olaylar insanların sadece kendi kapasite ve birikimleri ile doğru ve hakkaniyete uygun olarak değerlendirebileceği durumlar değildir.

Ümmet olarak sosyal ve siyasi boyutlarda ki facia derecesindeki kötü durumumuz, kesinlikle Kur’ani sosyal ve siyasal çözümlemelerden uzak olduğumuzu ortaya koyuyor.

Ümmetin durumu böyle olmakla beraber, ümmet içinden bu olumsuz durumu aşmak; sosyal ve siyasi alanda Kur’ani kavram ve kriterleri uygulamak isteyenlerin de yeterli bir seviyeye geldiğini söylemek mümkün değildir.Uygulamadan önce, bu kavramları doğru bir şekilde kavradığımızı ve doğru kriterlerle doğru değerlendirmeler yaptığımız hususu sorunludur.

Her şeyden önce bu alanda kullanılan kavramların ve çözümlemelerin netleştirilmediğini düşünüyorum. Mesela 80 sonrası moda olan inkılabi Müslümanlık yada inkılapçı İslamcılık kavramlarınıele alalım. İran devriminin estirdiği rüzgarlardan esinlenen bu kavramlar hiç üzerinde düşünülmeden kabullenilivermiştir camiamızda. Oysa Kur’anda inkılap genelde olumsuz anlamda kullanılmış olup, mesela 26.Şuara Suresi 227. ayette Yüce Allah’ın zalim kavimleri helak etmesini ifade etmektedir. Yine aynı rüzgarla gelen islam cumhuriyeti kavramı da hiç tartışılmadan kabullenilmiştir camiamızda. Kur’ana ve sirete baktığımızda, krallık yada cumhuriyet hakkında nötr kalındığını görüyoruz dedi,

Siel, Tağut teriminin yanlış yorumlandığını, 80 sonrasır üzgarların ortaya çıkardığı, daha ziyade TC rejimi ve benzeri diğer rejimleri ifade etmek için kullanılan olumsuz bir terimdir. Kur’anda ise, insanların haklarını gasbeden kişi ve güç odakları için kullanılmış olmakla beraber, sadece devlet ve rejim bazında kullanılmamıştır. Bu terimin islami olmayan tüm rejimler için kullanılması Kur’ana ve siyrete uygun değildir kanaatimce.

80 sonrası rüzgarla tağut gibi olumsuzlanan ve peşinen reddedilen bir kavramda demokrasi kavramıdır. Tağut kavramıKur’anda olumsuz olarak geçen, lakin camiamızca tarif ve kapsamı yanlış yapılan bir kavramken; demokrasi kavramı Kur’anda geçmeyen bir kavramdır. Diyerek Demokrasi kavramının açılımına devala; Demokrasi halkın kendi seçtiği temsilcilerle yasama ve yürütme vasıtasıyla kendini dolaylı olarak yönetmesi geniş anlamıyla, aslında cumhuriyet kavramına yakın bir kavramdır. Lakin, İran inkılabı lideri Humeyni Cumhuriyeti meşru sayıp, demokrasiyi gayri meşru saydığından olsa gerek, camiamızda meşru görülmemiş ve tu kaka edilmiştir dedi.

Mustafa Siel, Cumhuriyet iktidarının halkın kendi seçtiği idarecilerce yürütülmesini ifade ederken, demokrasinin yönetimin şura – istişare ile yürütülmesini; yöneticilerin yönetimde halkın tamamının görüşünü dikkate alarak mümkün olduğunca toplumsal uzlaşma ile yönetmesini ifade ettiğini söylemek mümkündür.

Burada asıl can alıcı nokta, yönetim tarz ve tekniğinden ziyade, yönetimin islami esaslar dahilinde olup olmamasıdır bence. İslami esaslar dahilinde bir yönetim talebinde bulunan bir halkın cumhuriyet ve demokrasi tekniğini kabullenmesinde bir mahzur olmasa gerektir. İslami esaslar dahilinde, halkın rızasını almış hakkaniyetli bir krallık meşru olduğu gibi, cumhuriyette meşrudur vurgusunu yaptı.

Siel, Müslümanların laik ve seküler bir demokrasiyi kendilerine yönetim tekniği olarak meşru kabul etmeleri mümkün değildir elbette. Lakin islami esaslar dahilinde oluşturulacak bir yönetimin yönetim tekniği olarak, halktan birinin devlet başkanı olabildiği cumhuriyeti kabul etmesi ne kadar meşru ise, yönetim tekniği olarak islami esaslar dahilinde bir nevi istişare olan demokrasiyi kabul etmesi de o kadar meşrudur diye düşünüyorum.

Bir islam ülkesinde halkın ekseriyeti islami yönetime razı ise, zaten bu memlekette islami demokratik cumhuriyet kurulması gayet tabidir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken günümüzün temel sorunu şudur. Batı ve batıcı aydın ve yöneticilerin etkisiyle islam halklarının, islami esaslar dahilinde bir cumhuriyet ve demokrasiye razıolmamaları yada hazır olmamaları durumunda ne yapılacaktır?

Bu anlamda demokrasiyi reddedenlerin, yerine nasıl bir islami yönetim biçimi düşündüklerini ortaya koymaları gerekir. Zaten temelde iki türlü yönetim biçiminin olduğunu realitedir. Ya halk kendi seçtiği temsilciler aracılığıyla, Allah’ın hükümleri çerçevesinde kendi rızası ile kendini yönetecek, yada birileri halka rağmen iktidara gelecek ve halkın rızası olmaksızın ve halka danışmaksızın halkı yönetecektir ki; günümüzde birincisine demokrasi, ikincisine ise diktatörlük denmektedir.

Halkı Müslüman iken islami yönetimlerin bulunmadığı memleketlerde, bilinçli Müslümanların islami yönetim oluşması yönünde özgürce çalışabilmeleri ve halkın serbest iradesinin ortaya çıkması için sosyal ve siyasal özgürlük ortamının sağlanması gerekir öncelikle. Bu ortam oluşmadan ne halka islami yönetimin gerekliliği anlatılabilir, nede halkın bu konuda hür iradesini ortaya koyması söz konusu olabilir.

Hülasa, islami yönetimin tesisi konusunda ki tüm ezberlerimizi Kur’an ve siret ışığında yeniden gözden geçirmeli; bu konulara ideolojik olarak değil, Kur’an ve siret ışığında gerçekçi olarak bakabilmeliyiz. Ancak bu şekilde Kur’anın sosyal ve siyasal yol göstericiliğinden faydalanabiliriz.

Aksi halde ya islamı sosyal ve siyasal boyutta halklarımızın gündemine bile getirememek, yada yapacağımız yanlışlar neticesi bizlerin ve halklarımızın büyük sıkıntılar ve acılar çekmesine ve islami yönetimin oluşmasının ötelenmesine sebebiyetimiz söz konusu olacaktır. Diyerek Konuşmasını noktaladı.

Haber: Yusuf Dursun

Fotoğraf: Kaan Uzunoğlu

 

Etkinlikler Haberleri

Ankara’da “Doğu Türkistan” konferansı gerçekleştirildi
Ali Emre: “Gazze’nin bize değil, bizim Gazze’ye ihtiyacımız var”
Amasya’da eller Gazze için duaya kalktı
Ankara'da Gazzeli çocuklar için karne etkinliği düzenlendi
“Hamas, 7 Ekim’de insanlığı uykusundan uyandırdı”