Dernek salonunda gerçekleştirilen programda, Haksöz Dergisi yazarlarından ve Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer konu ile ilgili olarak özetle şunları söyledi:
NİYE İRAN’I KONUŞUYORUZ?
“İran’da 1979 yılında önderliğini ulemadan Ayetullah Humeyni’nin yaptığı, ulema, aydınlar, dindarlar, komünistler, milliyetçilerin bileşenlerini oluşturduğu halk kesimleri tarafından bir devrim gerçekleştirildi.
Türkiyeli Müslümanların pek çok itham ve iftiralara rağmen ilk günden itibaren İran’da gerçekleşen devrime sahip çıktı. Ümmet perspektifiyle ve mezheplerüstü bir bakışaçısıyla yapılan bu sahiplenmeyi İran yöneticileri ise ilk başlardan itibaren istismar etti.
Devrimden sonra Irak batılıların da kışkırtmasıyla İran’a haksız yere saldırdı. 1982 yılında Suriye’de İslamcılar İhvan’ı Müslim’inin liderliğinde Hafız Esed liderliğindeki zalim ve despot Baas diktatörlüğüne karşı silahlı kıyama kalktılar ve bu kıyam çok kanlı ve zalim bir şekilde bastırıldı. Hama yerle bir edildiği gibi, binlerce insan katledildi ve on binlerce insan Suriye dışına çıkmak zorunda bırakıldı.
İran’ın ümmete ilk darbesini bu Hama kıyımında yedik. Hafız Esed’e sahip çıkan İran’ı, Irak savaşı ve batının oyunları nedeniyle zorda olması nedeniyle böyle yapmıştır diye mazur gördük ve bu ilk darbeyi görmezden geldik.
1991 yılında ABD’nin Irak’ı ilk işgal girişimine İran karşı çıkmadı. Sadece bununla da kalmadı, Sovyet işgaline karşı başlatılan Çeçen cihadına ve Ermenilerin Azerbaycan işgaline de karşı çıkmadığı gibi, Ermenileri destekledi.
İran’ın ümmete karşı bu darbeleri bitmedi. 2001’de Afganistan’ın ABD tarafından işgaline karşı çıkmak bir yana, destekledi. Ardından aynı politikayı 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgalinde gösterdi. Yıllarca “Büyük Şeytan” diye niteledikleri emperyalist ve işgalci Amerika ile her alanda işbirliği yaptı. Enteresan bir şekilde ABD, Irak’ın yönetimini İran’ın adamı olan ve halen iktidarda bulunan Maliki’ye devrederek çekildi. Emperyalistlere tek bir kurşun atmadan en büyük antiemperyalist ve anti-Amerikancı görünmeyi ve göstermeyi beceren İran’a dünya Müslümanları artık inanmıyor.
İran’ın her biri ümmete büyük birer darbe olan politikalarına karşı yine de ümmet maslahat adına çok fazla dillendirmiyorduk. Ne zaman ki, Suriye’de açıkça Müslümanları katletmeye başladı, artık açık bir şekilde karşısında durmaya gayret ettik. Kirli, Müslümanlara ihanet eden, ümmetin geleceğini karartan İran’ın yanlış Suriye politikasını ifade etmeye çalıştık.
ŞİİLİK VE VELAYETİ FAKİH ANLAYIŞININ OLUŞUMU
Türkiyeli Müslümanlar olarak, memleketimizde ciddi bir Şii varlığının olmaması nedeniyle olsa gerek, Şiiliği yeterince bilmiyor ve tanımıyoruz. Her ne kadar benzerlikleri olsa da Türkiye’deki Aleviler ile Şiilerin arasında çok ciddi farklar mevcuttur.
İran coğrafyası, 1500’lerdeki Safevi yönetimine kadar genelde Sünnilerden oluşuyordu. Erdebili tekkesinin ve Safevilerin Şiiliğe geçişiyle birlikte İran’da çok ciddi Şiileştirme politikaları uygulandı. Çok büyük Sünni katliamları uygulanarak insanlar zorla Şiileşmeye, İran’dan kaçmaya ya da takiyye yaparak Şii görünmeye zorlandılar.
Bu politikaların neticesinde İran’da Sünniler küçük bir azınlık konumuna düştükleri gibi, geçmişten günümüze hep baskı altında yaşamaya mecbur bırakıldılar.
Aynı zaman diliminde devletle arası iyi olmayan konargöçer Osmanlı Türkmenlerinin de Şah İsmail’in çabaları neticesi alevileştirildiklerini görüyoruz.
Şiiliğin özellikle siyasi alanda en önemli özelliği, mevcut yönetimin zararlarından korunmak için dini anlayışlarını ve gerçek niyetlerini gizleme olarak tanımlayabileceğimiz takiyyeye dayanmasıdır. Şia tarih boyunca mevcut iktidarları kabul etmemiş, ancak isyan da etmemiştir. Aslında objektif açıdan bakıldığında Şiiliğin tarihi statükoya uyum sağlama tarihidir. Ona bu uyum imkanını veren de inançların da bulunan takiyye anlayışıdır. Ama 79 Devrimi’nden sonra bir nevi resmi tarih oluşturma anlayışıyla Şiiliğin tarihini kıyamlar tarihi olarak gösterme çabası ortaya konuldu.
Bu açıdan 1979 İran Devrimi Şia tarihinde istisna siyasal gelişmelerdendir. Bunun nedeni, devrimin klasik Şii anlayışından değil, 19.yüzyılın sonlarında Sünni dünyada ortaya çıkan Islahatçı İslamcılık anlayışından etkilenen bazı Şii ulema ve aydınların, Şiilik anlayışını Islahatçı anlayışla yeniden yorumlamalarıdır.
Çünkü klasik Şii anlayışında beklenen Mehdi – Kayıp İmam ortaya çıkmadıkça siyasetle ilgilenmek söz konusu değildi. Ayetullah Humeyni ve Ayetullah Munteziri, 18. Yy’da ilk defa gündeme gelen ve Mehdi ortaya çıkıncaya değin onun yerine siyaseten vekâlet edecek Velayeti Fakih anlayışını geliştirerek ve teorize ederek siyasal-sosyal alanla ilgilenen bir Şii anlayışı oluşturdular ve gündelik hayata adapte ettiler.
Merkezine Şii’siyle Sünni’siyle tüm ümmetin birliği ve maslahatının hedeflenmesi ve gözetilmesi ile anti-Amerikan ve Siyonizm karşıtlığı konularak oluşturulan bu velayeti fakih anlayışı Şia için bir aşama idi. Devrimden önce İran’da çoğunluğu oluşturan Şii ulema bu anlayışa karşı çıktı ise de, devrimin ardından sahiplenir gözükerek devlet yönetiminde en üst mertebelere geçmekten beri kalmadılar.
İRAN’IN SURİYE KIYAMINDAKİ BÜYÜK DARBESİ
Mart 2011’de başlayan ve 6 ay sonra Baas saldırılarından dolayı silahlı direnişe evrilen Suriye intifadasına kadar, İran’ın biraz önce açıkladığımız ve aslında her biri birer ihanet olan darbelerine göz yumdu dünya Müslümanları.
Lakin Suriye intifadasında İran’ın Esed rejimini sahiplenmenin de ötesinde bizzat Esed’i her açıdan desteklemesi ve bizzat İran askerleri ile başta Lübnan Hizbullah’ı elemanları olmak üzere dünyanın her tarafındaki İran bağlısı Şii elemanların, örgütlerin Suriyeli muhaliflere karşı vahşice saldırması bardağı taşıran son damla oldu.
Oysa Suriye halkı ne Şiilere ne de Nusayrilere karşı ayaklanmış olmayıp sadece 50 yıldırı ülkeyi açık bir hapishaneye çeviren Esed liderliğindeki Baas rejimine karşı ayaklanmıştı.
Mevcut İran rejimi ise Şii mezhepçiliği yapmakta ve Esed rejimini mezhebi politika nedeniyle sonuna kadar desteklemekte ve hatta muhaliflere karşı savaşmakta iken; özgürlük ve İslami yönetim gibi en tabi hakları için ayaklanan Suriyeli muhalifleri mezhepçilik yapmakla suçlamaktadır. Kendisi mezhepçilik yapan İran rejimi her fırsatta yalan söylemekten çekinmeyip muhataplarını mezhepçi gösterme kurnazlığında bulunmakta.
İRAN’IN BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
Mevcut İran rejimi sadece Suriye’de değil, Irak’ta da mezhepçilik yapmakta, İran etkisindeki Maliki iktidarı Irak’taki Sünnileri adeta yok etmeye çalışmakta, yaşama hakkı vermek istememektedir. Bu nedenle Suriye meselesi halledilse bile, Irak meselesi daha büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Mevcut İran rejimi mezhepçiliği İran içerisinde de yapmakta, ne yazık ki, İran içerisindeki Sünni azınlığı adeta yok sayarak kimlikleriyle yaşama hakkı tanımamaktadır. Sadece sünni azınlığa değil, neredeyse tüm toplumu mezheb ibir despotizm altında ezmektedir.
Bu gün İran’ın başkenti Tahran’da tek bir Sünni camisine izin verilmediği gibi, Sünniler askeri ve sivil bürokraside temsil edilmiyorlar.
İran’daki ikinci sorunlu alan, genel olarak tüm halk açısından söz konusudur. Şia’nın donuk anlayışını canlandırarak devrimin yolunu açan velayeti fakih anlayışı, zamanla Türkiye'deki Kemalizm ideolojisi gibi, toplumun siyasal muhalefetini yok sayan bir vesayete ideolojisine dönüştü.
Üstelik velayeti fakihlik makamı sadece İranlılar için değil, başta Şiiler olmak üzere tüm dünya Müslümanları için tek meşru liderlik makamına dönüştürüldü ve tüm dünya çapında Sünnilerin Şiileştirilmesi politikaları yürütülmeye başlandı. Bunun neticesi dünya çapında Sünni Müslümanlar İran devrimine mesafeli durmaya ve uzaklaşmaya başladılar.
KİM MEZHEPÇİLİK YAPIYOR?
Devrimin başlarında tüm dünyaya İslam devrimleri ihracı beklenirken, gerek İran devlet bürokrasisine hakim olan Pers – Fars milliyetçiliğinin etkileri, gerekse devletin en üst kademelerine geçen Ulemanın Şii mezhepçiliği anlayış ve uygulamaları nedeniyle, ihraç olmak bir yana, İran’da bile etkileri zayıfladı.
Sünni kesim dünya çapında Müslümanların çoğunluğunu oluşturduğu için, tarih boyunca karşıtları olarak Müslüman olmayanları görmüş ve onları Müslümanlaştırmaya çalışmışlardır.
Şii kesim ise azınlıkta olduklarından, tarih boyunca ve bu gün karşıt olarak Sünnileri görmüş ve onları Şiileştirmeye çalışmışlardır. Bu faaliyetleri gören bazı Sünni kesimlerde tepkisel olarak Sünnicilik yapmaya ve Şiileri ötekileştirmeye yönelmişlerdir.
Ümmeti ikiye bölen bu mezhepçilik fitnesinin öldürücü zararlarından kurtulmamızın tek yolu, Kur’an ve sahih sünnet ışığında, hak ve adalet ölçütleri içinde hareket etmekten geçmektedir.”
Konuyla ilgili sorulara cevap veren Musa Üzer; İran’ın Türkiye’deki nüfuzu ve bazı kişi ve cemaatlerin Suriye konusundaki tavırlarının nedeniyle ilgili cevap verirken de, geçmişte daha yoğun olmakla birlikte bazı İslami çevrelerde İran nüfuzunun olduğunu söyledi. Hükümete yakın gazetelerde dahi Suriye direnişiyle ilgili olarak İran politikalarının adeta sözcülüğünü yapan yazarların bulunduğunu söyleyen Üzer, bazı yazarların da her fırsatta Suriyeli Müslümanları eleştirmesinin, örtülü ve açık bir şekilde direnişi mahkum etmesinin, AK Parti hükümetinin Suriyeli Müslümanlara destek politikasının eleştirilmesinin tesadüfi olmadığını, bunun İran yörüngesinde hareket etmekten kaynaklandığını belirtti. Aynı şekilde bazı çevre, vakıf, dernek temsilcilerinin de Müslümanları katleden İran’a net bir şekilde karşı durmadığının açık bir şekilde görülmekte olduğunu söyleyen Üzer, birçok kişi bunun nedeninin İran çizgisinde hareket etmekten kaynaklandığı düşüncesinde olduğunu söyledi. Çok zor durumda kalındığında ise “Amalı, fakatlı, lakinli” İran eleştirisi yapıldığını söyleyen Üzer, asla net ve tek başına İran eleştirisi yapılmadığını, adeta bir torbanın içerisine Suriyeli Müslümanlar, AK Parti, Katar, Suud, İran, Esed, Rusya, ABD hepsi birden sokularak kurnazca bir taktik izlendiğini belirtti. İran’ın suçunu ve günahını örtme, gizleme amaçlı, katil ile maktulü aynı kefeye koyan bu taktiğin artık işe yaramadığını çünkü on binlerce mazlumun kanı hakikatin örtülmesini engellediğini ifade etti. Program soru ve cevap faslının ardından sona erdi.