''Vahyin Hayata Müdahalesi İfsad ve Islah '' başlıklı bir sunum gerçekleştiren Levent özetle şunları anlattı:
Kur'an'ın ilk inen ayetleri, insana kim olduğu, onun nereden geldiği, niçin geldiği, nasıl bir sonla karşılaşacağı, bilginin kaynağının ne olduğu, hayatının oluşumu ve işleyişi, diğer insanlarla vb. varlık alemiyle ilişkisinin boyutlarının nasıl olması gerektiği etrafında yoğunlaşır. Ve dikkatini kendisi ve varlık alemi üzerinde toplayarak, muhatabının doğru bir yol edinmesine yol açacak muhakeme yeteneğini çalıştırmasını ister. İnsan bu doğru yolu kendi yetenekleri, akli kapasitesi veya zekası, edindiği bilgiler neticesinde bulamaz. İnsanın cehalet ve dalalet bataklığından kurtulması ancak vahiy sayesinde mümkün olmuştur.
Kur'an'ın temel davası, insanın zulme sapmadan hayatını sahih bir inanç, sağlam bir düşünce ve salih amellerde bulunarak sürdürmesini sağlamaktır. İçinde yaşadığımız modern cahiliyyenin düşünce biçimlerine, kavramsal çerçevelerine, fikir savaşlarına, azgın pratiklerine, baskılarına, vahyi değerlere karşı gösterdiği dirence; ancak vahyi esas alan, onu bilinç düzeyine taşıyan, gerek kendi vicdanlarımızda gerekse de diğer insanların vicdanlarında ve hayatlarımızda salih ameller şeklinde tezahür edecek pratiklerle karşı koyabilir ve değiştirebiliriz. Bunun ilk basamağı idrakimizi vahyin belirlemesidir. Bu açıdan Kur'ani kavramlar hayati bir önem arz etmektedirler.
Kur'ani kavramlar, insana hem bir tasavvur hem de ahlaki bir tutum ve tavır kazandırarak, hayata doğru ve anlamlı bir şekilde katılmasını sağlar. Her kavram bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak birbiri yerine veya birkaç kavramın zıddı olarak da kullanılmaktadır. Bir çok kavram başka kavramlarla beraber bir bütünü tamamlamakta, doğru bir tasavvur ve tutumun oluşmasına sebep olmaktadır. Kısacası Kur'ani kavramlar arasında semantik bir bağ vardır. Kur'an inzal olduğu dönemde, o coğrafyada kullanılan bir çok kelime ve kavramı alarak, semantik müdahalede bulunmuş, kavramlara yeni anlamlar veya yan anlamlar kazandırarak kendine özgü bir tasavvur oluşturmuştur.
Sahih ve sağlam bir tasavvurla beraber salih ameller ortaya koyabilmek için Kur'ani kavramlar arasındaki bu bağa azami ölçüde dikkat etmek gerektiği gibi, Kur'an'ın indiriliş gayesi de göz önünde bulundurulmalıdır. İnsanı var eden ve onu başıboş bırakmayan Rabbimiz, vahyi ölçülerin mihenk alınarak inanç, fikir ve hayatın doğru temeller üzerine inşa edileceğini belirtmektedir:
"Şüphe yok ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsrâ, 9) (Ayrıca bkz: 2/2, 185, 3/138, 7/52, 203 vb.)
Hayatı ve bu hayat içinde gerçekleşen bir çok olgu ve olayları doğru kavramak, bunlar karşısında doğru bir duruş, tutum ve tavır alabilmek, insanın bakış açısını, davranışlarını belirleyen kavramları gereği gibi anlamak için Kur'an mihenk taşı olmalıdır.
Fesad, "Fe-Se-De" fiil kökünden gelir. Bu fiil yiyecekler ve içecekler için "bozulma, kokma" ameller için "geçersiz olma, hükmü olmama", bunların dışındaysa her türlü bozulma, toplumda ortaya çıkan "kokuşma ve dengeden sapma" durumlarını ifade eder. Bir bakıma her türlü kötü işi kapsar veya "az veya çok olsun herhangi bir şeyin itidalden çıkması" anlamına gelir. Bu kavramdan türeyen ifsad, fasid ve müfsid gibi kavramlar da Kur'an'da çeşitli anlamlarda kullanılır. Müfsid bu fiilin ismi faili olup bozgunculuk yapan; ifsad ise, bozma, kokuşturma, hükümsüz kılma, geçersiz duruma düşürme demektir.
Kur'an'da bahsedilen ifsad çeşitleri hem tarihi ve hem de güncel olan olumsuz tavır ve anlayışları ifade eder:
a) Küfr ve vahye karşı şüphe uyandırmak anlamında bozgunculuk
Her zaman olmasa da sınırlı bir şekilde, özellikle de müfsid sözcüğü, tekziplerinden bahsedilirken kafirlere nispetle kullanılmaktadır. Aynı zamanda Ehl-i Kitab'ın vahiy karşısındaki tutumları ele alırken de onlardan müfsidler olarak bahsedilmektedir.
"Onların bazıları O'na (Kur'an'a) iman eder, bazıları da etmez. Ama Rabbin kötülerin (müfsidin) kimler olduğunu bilir." (Yunus, 40)
"İman etmeyen (keferü) ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya, Biz kötülük etmelerinden (yufsidune) dolayı onlara ceza üstüne ceza vereceğiz." (Nahl, 88)
"Allah'tan başka ilah yoktur… Fakat sırt çevirirlerse, muhakkak Allah kötülük edenleri (müfsidun) tanır." (Al-i İmran, 62-63)
Bu ifsad çeşidinin en iyi örneğini birkaç sebepten dolayı sekülarizm oluşturmaktadır.
Birincisi, kainatı aşkın bir güçten bağımsız düşünmeyi (bir bakıma Yaratıcı'dan soyutlama) içinde barındırmasıdır. Böyle olunca da kainata istenildiği gibi davranılma kolaylığı sağlanmaktadır. (Enerji kaynaklarının kullanımı, atom bombası ve kimyasal silahlar ile biyolojik silahların fütursuzca kullanıldığına şahit olunması bunun basit bir örneğidir.)
İkincisi, dinin siyasetten arındırılmasıdır. Kast edilen basit politika konuları değildir. Dinin insan hayatını tanzim edici rolünün sınırlandırılmasıdır. Hayata dair taleplerinin budanmasıdır.
Üçüncüsü, dini değerlerle, beşeri değerlerin yer değiştirmesidir. İyinin, kötünün, doğrunun, yanlışın ne olduğunda artık insanın kendi aklının belirleyici olmasıdır. Aslında bir bakıma insanın herhangi bir ilahi kaynağa (vahiy gibi) müracaat etmeksizin kendi aklıyla kendi sorunlarını çözmesi ve bir idrak biçimi oluşturmasıdır. Bu yönleri dolayısıyla sekülarizmi ve onunla aynı iddiaları paylaşan tüm ideolojileri; idrakın, düşüncenin ifsad edilmesi bağlamında değerlendirebiliriz.
b) Yönetimi altındakileri, birini diğerine karşı koruyup kollarken, diğerine zulmetmek için gruplara ayırmak, baskı altına almak şeklindeki ifsad
"Sana Musa ve Firavun kıssasından hakkıyla biraz okuyacağız iman edecek bir kavim için; çünkü Firavun o yerde başkaldırmış ve ahalisini fırka fırka edip arkasına takmıştı. Onlardan bir taifeyi ezmek istiyor, oğullarını boğazlatıyor ve kadınlarını hayata atıyordu (diri bırakıyordu). O cidden müfsidlerden idi." (Kasas, 3-4)
Aynı şekilde Kehf Suresi 93-94. ayetlerinde de Yecuc ve Mecuc ile ilgili olarak, yeryüzünde işledikleri dehşetli zulüm dolayısıyla onlardan müfsidler olarak bahsetmektedir.
Bu ifsad çeşidine günümüzde oldukça sık rastlanmaktadır. İnsanlar siyasi, fikri, ekonomik, etnik nedenlerle, hatta derisinin rengi nedeniyle de zulme maruz kalabilmektedirler. Zulmün her çeşidinin bir ifsad olduğunun ve bunun insan hayatı içinde nedenli yaralar açtığının, yaşadığı dünyayı nasıl yaşanmaz kıldığının örneklerini görmek için, sömürgecilik tarihine ve günümüz tiranlarının yaptıklarına bakmak yeterlidir.
c) Ölçü ve tartıda hile yapmak, insanların emeklerinin ve ürünlerinin değerini vermemek; bir bakıma gelir dağılımındaki adaletsizliğin sürmesine dolaylı olarak katkıda bulunmak tarzındaki ifsad
"Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı-adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin ve yeryüzünde müfsidlik ederek fenalık yapmayın." (Hud, 85)
Hz. Şuayb'ın kavmiyle olan ilişkileri bağlamında ifsadın bu çeşidinden bahsedilmekte ve konu Ankebut Suresi'nin 36. ve 37. ayetlerinde de işlenmektedir.
Günümüz dünyasındaki ekonomik işleyiş ve çalışma koşulları düşünüldüğünde ayetin anlamını daha iyi kavramak mümkün olacaktır. Zira bunu sadece pazar esnafının veya bakkalın alış-verişindeki basit bir hile olarak ele almak bizi yanıltacaktır. Karın tokluğuna günde 10-12 saat marketlerde, fabrikalarda, atölyelerde 300-400 YTL ücretle -çoğu- sigortasız ve iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılan insanların emeklerinin karşılığının verilmemesi, ekip biçtiği ürünlerine getirilen kotayla beraber, ürünlerinin değerlerinin altında biçilen fiyatlara çiftçilere yapılan zulümleri de bu kapsamda düşünmek gerekir. Aslında kapitalist sistemin tekelci, tüketime ve hazza dayalı işleyişini ve buna ideolojik referans olan neo liberalizmi ve mevcut durumun devamını sağlayan ekonomi politikalarını da ifsad bağlamında düşünmek gerekir.
d) Kur'an, zenginliğin, refahın, lüksün ve ihtiraslarının peşine takılıp zulme seyirci kalmayı da ifsad olarak niteler
"Sizden önceki kuşaklardan, yeryüzünde fesaddan sakındıran birtakım akıllı ve erdemli kimseler çıksaydı ya! Sadece toplu felaketlerden kurtardığımız az sayıda kimse bu görevi yerine getirdi. Zalimler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkârlardı. Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi." (Hud, 116-117) ayetleri ve Kalem Sûresi'ndeki bahçe sahipleri kıssası da bu hususa açıklık getirmektedir.
e) Malından ihsanda bulunmama, gelir dağılımındaki adaletsizliği artırıcı şekilde davranma (malın tekelleşmesi ve belirli çevrelerde temerküzü) da yeryüzünde bozgunculuk yapmaktır
"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde fesad arama, çünkü Allah müfsidleri sevmez." (Kasas, 77)
Karun'un kavmiyle ilişkileri bağlamında ele alınıyor.
Yukarıdaki ifsad çeşitleriyle beraber düşünüldüğünde bu ifsad çeşidini anlamak daha kolaylaşacaktır. Özellikle de sahip olunanların bilgi, birikim ve kendi çabalarının sonucu sermayesinin ve imkanlarının gerçekleştiğini düşünenlerin tutum ve davranışları dikkate alındığında ifsadın bu çeşidinin giderek yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Yığdıkça azgınlaşan, sınırsız bir biriktirme tutkusuyla insan hayatını tüketim çılgınlığı, taksitli yaşam, haz alma eksenine hapseden kapitalizmi ve yaygınlaştırdığı hayat biçimlerini de bu ifsad çeşidi içinde değerlendirebiliriz.
f) İfsad aynı zamanda kötülük amaçlı "çete" kurmak, organize suç örgütleri oluşturup, her türlü kötülük sonucu toplumda kargaşa oluşturmak, toplumun dirlik ve düzenini bozmaktır
"Şehirde dokuz çete (veya dokuzlu) vardı, hep yeryüzünde fesad yaparlar, salâha yanaşmazlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: -Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim. Onlar, hileli bir düzen kurdu, biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk." (Neml, 48-50)
Hz. Salih'in kavmiyle olan ilişkileri ve onların tutumları ele alınırken bu ifsad çeşidinden bahsedilmektedir.
"Çete"leri eski eşkiyalık yöntemleri olarak düşünmek yerine, günümüzde büründüğü (mafya-organize suç örgütleri-derin devlet) spesifik ve çok boyutlu yönleri dikkate alarak yorumlamak gerekir. Bu ifsad çeşidinin en yaygın çeşitlerden olduğunu söylemek abartı olmaz.
g) Ekini ve nesli yok etmek, ekolojik dengeyi bozmak (tabiatı tahrib etmek), gayri ahlaki ilişki biçimlerini yaygınlaştırmak (livata, cinsiyet değişimi vb. ) da bir ifsaddır
"İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, iş başına geçti mi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı sevmez." (Bakara, 204-205. Ayrıca bkz: 29/28-30, 47/22)
İnsan, vahyi değerlerden uzaklaştıkça hem fıtratını örtmekte, onu alabildiğince karartmakla kalmamakta; aynı zamanda müstağnileşerek yeryüzünü fesada uğratmaktadır. Kendi eliyle karada ve denizde fesad çıkarmaktadır. Kimyasal, biyolojik, nükleer silahların insanlara ve tabiata verdiği zararları, hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan savaşları, sürgünleri, katliamları bu kapsamda değerlendirebiliriz. Cinsiyet değişimlerine kapı aralayacak insan tiplerinin yaygınlaşmasını teşvik etmeyi, hatta cinsiyet değişimlerini normal bir durum gibi sunmayı, buna meşruiyet sağlamayı ve kürtajı da bir çeşit ifsad olarak düşünebiliriz. İlgili ayetler dikkatle incelendiğinde ifsadı yaygınlaştıran şahısların temel karakteristik özelliklerinin ikiyüzlü, kibirli, riyakar, hayata karşı amansız bir düşmanlık gösterme şeklinde tezahür ettiği görülecektir. Aynı zamanda bu ifsadı gerçekleştirenlerin yaptıklarını ıslah olarak ifade etmeleri gibi (Bakara, 11-12) bir pişkinlikleri de söz konusudur.
h) İfsad kavramı Araf Suresi 127. ayetinde ise kafirler tarafından müminler aleyhine kullanılmaktadır. Onların batıl inançlarına, ilahlarına, ölü fikirlerine, şirklerine, putperestliklerine, zulüm üzerine kurulu düzenlerine zarar vereceklerini düşündükleri müminlerin tutum ve davranışları için kullanılmaktadır
"Firavun kavminin önde gelenleri, (Firavun'a) sen Musa'nın ve ehlinin ülkede kötülük etmesine (yufsidu) ve seni ve senin ilahlarını terk etmesine izin mi vereceksin?" (Araf, 127)
i) Tuğyanda bulunmak da bir ifsad ve ifsadın yaygınlık kazanma şeklidir. Tuğyan, "sınırı aşmak, isyanda ve karşı çıkışta fazla ileri gitmek"tir.
"Onlar ki o memleketlerde tuğyan etmişlerdi de orada fesadı çoğaltmışlardı; onun için Rabbin de üzerlerine bir azap kamçısı yağdırıverdi." (Fecr, 11-13)
İnsan vahyin kılavuzluğundan uzaklaştıkça, müstağnileşmekte ve tağileşmektedir. Vahye ve fıtrata sırt çevirmiş önderler, tuğyanın en bariz temsilcileridir. Azgınlaşmaları sadece kendileriyle sınırlı kalmamakta kendilerine tabi olanları da bozulmanın, çürümenin, kokuşmuşluğun zifiri karanlığına sürüklemektedirler. Vahye karşı kör ve inatçı bir tavırla karşı çıkmaları bir yana, bunu yaygınlaştırmak için imkanlarını sonuna kadar kullanmakta, her türlü yolu denemektedirler.
Görüldüğü gibi, Kur'an'da fesad/ifsad kavramı itikadi bozukluktan, iman etmeyip insanları Allah'ın yolundan alıkoymaya, büyüklenmek, haksız yere kan dökmek, tuğyankarlık yapmak, fahşa ve münker işlemek, nesli ve ekini helak etmek, livata yapmak, yol kesmek, hırsızlık yapmak, sihirbazlık yapmak, savaş ortamını ateşlemek, akrabalık bağlarını parçalamak, tabiatı tahrip etmek gibi çeşitli boyutlara sahiptir. (2/204-205, 251, 5/64, 7/56, 81, 10/91, 12/37, 16/88, 27/14, 28/3-4, 29/28-30, 47/22, 89/11-12, 21/22, 27/34, 30/41)
İfsadın her türlüsünü doğru kavramak ve onu gidermek için bütüncül bir bakış açısıyla kavramı ele almak gerekmektedir. İfsadın her türlüsünün arkasında vahye sırt çevirme, öğütlerini dikkate almama en temel faktördür. Bunu gözden kaçıran atomik yaklaşımlar ifsadın istemeden de olsa devamına sebep olunmasa bile, giderilmesine katkı sağlamayacaktır.
Fesad/ifsad kavramının iyi anlaşılabilmesi için kavramın zıddı olan "sulh/salih" kavramları ile türevleri "salah, ıslah, muslih" kavramlarının da ele alınması gerekir. Zira bazen kavramlar zıtlarıyla beraber düşünülmeden iyi bir anlam çerçevesi ortaya çıkmadığı gibi eksik ve yanlış anlamalar da söz konusu olmaktadır.
Sulh/salih kavramları "sa-le-ha" fiil kökünden gelir. Bu fiil "fesad"ın zıddı olup, "doğru oldu, sağlam oldu, düzeldi, fesad kendinden gitti" anlamlarına gelir.
İsmi faili olan "Salih, doğru yolda bulunan, fasid olmayan, görevlerini yerine getiren demektir. Islahın mastarı muslih ise; düzelten, fesadı gideren, hayırlı ve yararlı işlerde bulunan, sulhu sağlayan anlamında ismi faildir. "Esleha" ıslah etmek, fesadı gidermek, düzeltmek, özellikle fısktan, nifaktan ve küfürden sonra tevbeyi, imanı ve takvayı izleyerek düzeltmek, doğrultmak, ıslah etmek, anlamlarında kullanılır. (5/39, 6/48, 7/45)
Bir bakıma gerek kendindeki iman ve amel yönündeki fesadı gidermek gerekse de yaşadığı yerdeki her türlü fesadı gidermeye çalışmak bir "ıslah" hareketidir.
İman ile salih ameller arasında kuvvetli, kopmaz bir bağ vardır. Salih amel, inanca uyumlu, inançla ayakta duran davranıştır. Bir bakıma imanın tezahürüdür. Dolayısıyla salih amelin şart; Allah'a ve ahiret gününe imandır. Bunlar olmaksızın bir amel, salih amel vasfı kazanamaz. Bu şartları taşımak kaydıyla insanlara ve topluma faydalı işler de bu kapsamda değerlendirilebilir. O halde ıslah etmek; salih ameller ortaya koymaktır.
Salih amellerin özlü bir tanımı için; "…Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye, babaya, yetimlere, yakınlara ve öksüzlere ve ihtiyaç sahiplerine karşı, iyilikle (ihsanla) davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin..." (2/83) ayeti ve buna benzer ayetler ele alınabilir.
Salih Ameller:
a) Arı duru bir tevhid akidesine sahip olmak, Allah'a inanç esaslarında ve ibadetlerde hiçbir surette ortak koşmamaktır. (Kehf, 110)
b) Namazı dosdoğru kılmak, infak etmek, sadaka vermek, zekatı vermektir. (Baraka/277, Münafikun, 63/10)
c) Allah'ın emrine karşı takınılan kibirli ve saygısız tavır, salih olmayan bir amel olarak nitelendirilmektedir. (Hud, 46-48) Mefhumun muhalifinden gidersek salih amel, Allah'ın emirlerine "gönülden itaat" etmektir. Bir bakıma gönüllü kulluktur.
d) Allah'ın ayetlerini okumak (tertil üzere okumak, dura dura, sindire sindire, yaşamaya dönük olarak), gece ibadette bulunmak (ibadeti parçacı bir yaklaşımla ele almadan, kulluk, itaat ve biçimsel boyutlarıyla birlikte düşünerek), ahiret gününe inanmak, maruf olanı emretmek, münker olandan sakındırmak, hayırlarda yarışmak da salihlerin davranışlarındandır (ıslah yapmaktır). (Al-i İmran, 113-114)
Tuğyanda bulunanlar nasıl bir dayanışma ve yardımlaşma içindeyseler, münkeri, fahşayı, tuğ yanı ve fesadı gidermek için (ıslah vazifelerini yerine getirirken) salihler de tevhid ve adalet ekseninde yardımlaşmalıdırlar. Aksi takdirde yeryüzünü fitne ve fesad kaplayacaktır. (Enfâl/73)
e) Kur'an, peygamberlerden salihler olarak bahsetmektedir. (3/39, 46)
Peygamberi soluğu hayata taşımak, onları örnek almak, onların yaptıkları gibi mesajın şahidi olmak, yaşadığımız yerlerdeki yanlış, muharref değerlerle, tuğyan ve ifsadla tıpkı onların yaptığı gibi hikmet ve güzel öğütle mücadele etmek de ıslahın bir boyutudur. Daha doğrusu Kur'an ile hayatın ilgisini kurmak ve Kur'anî mesajı sosyalleştirmeye çalışmak demektir. Vahyi esas alarak insanın ve toplumun yeniden inşasına çalışmaktır. Her türlü zulmü, şirki, ifsadı ifşa edip, ortadan kaldırmak, emr olunanların yürüyen birer şahidi olmak, Allah'ın rızasına nail olacak bir cemiyet yapısının oluşmasına katkı sağlamak da salihlerin vasıflarındandır.
"Salihat", sadece ifsadın (fesadın) zıddı değil, aynı zamanda "seyyiat" kelimesinin de zıddıdır. "Seyyie"; bir taraftan insan hayatında menfi ve nahoş bir dönüm noktasını anlatırken diğer taraftan Allah'ın emirlerine karşı ortaya çıkan "kötü iş" olarak da adlandırılmaktadır. (45/20-21, 40/40-43, 9/101-102, 4/122-124)
O halde Kur'an'ın seyyiat olarak adlandırdığı her türlü "kötülüğü" (ahireti inkar, şirk koşmak, tuğyan, fahşa, hileli düzenler kurmak vb.) ortadan kaldırmak da bir ıslah çeşididir. Müslümanlar, maruf olanın emri, münker olanın ortadan kaldırılmasıyla yükümlü oldukları gibi, bu vasıfları dolayısıyla insanlığa örneklik de teşkil etmektedirler. (Âl-i İmrân, 104, 110)
Salihlerin (Islah Edicilerin) Vasıfları:
a. Kitab'a sımsıkı sarılmak ve namazı dosdoğru kılmak. (7/170)
b. Dinlerini oyun ve eğlence konusu edinenlerden uzak durup Kur'an'la öğüt vermek. (6/70)
c. Müfsidlerin aksine; bir iktidar verildiğinde namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, maruf olanı emretmek, münker olandan sakındırmak. (22/41; 13/22)
d. Fetih Sûresi 29. ayette vasıfları anlatılan, özlü bir profili çizilen "öncü bir kuşak" oluşturmaya çalışmak, böyle bir neslin tarihi zeminini oluşturmaya veya hazırlamaya çalışmak da bir ıslah çeşididir.
e. Müfsid ve münafık tiplemesine karşılık, hayatını Allah rızası mukabilinde; bir adanmışlık bilincine sahip olarak yaşamaya çalışmak da salihlerin bir vasfıdır. Adanmışlık bilinci içinde yetiştirilen evlatlar, bu bilincin yaygınlaşmasına çalışmakta bir çeşit ıslah durumudur. (Müfsid ve salih insan modellerinin karşılaştırıldığı örnek için bkz. Bakara/204-207)
Görüldüğü gibi ıslah, atomik bir yaklaşım, reform ve reformculuk ya da sentezcilik ve uzlaşmacılık değil, hayatı bütün boyutlarıyla "itikadi, fikri, siyasi, ekonomik, sosyal vs." Allah'ın boyasıyla boyamak ve vahyin şahitliğini yaparak sahih bir imana sahip olmak ve onu güçlendirip destekleyecek salih amellerde bulunmak, vahyin gölgesinde bir hayat yaşamaktır. Kur'an'ın hayat bahşeden düsturlarının yaygınlaşmasına çalışmak, tevhid ve adalete çağırmaktır.
"İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim olanları sevmez." (Âl-i İmrân, 57)
Sorulan soruları konuşmacının cevaplaması ve yapılan katkılardan sonra program sona erdi.