Kur'an-ı Kerim'de üzerinde önemle durulan kavramların başında takva kavramı gelmektedir. Takva, Kur'an'da 258 defa kullanılmıştır. Takva sözlükte bir şeyi muhafaza etmek, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelir. Takva sahibi kimseye "muttaki" denir.
İslam terminolojisinde ise takva; kişinin kendisini Allah'ın korumasına, himayesine alarak ahirette azab ve cezaya neden olabilecek her türlü şeyden kendisini titizlikle koruması, günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı iş/ eylemleri yapmasıdır.
Takva, sadece psikolojik anlamda bir korku(havf) olmayıp; Allah'a karşı derin bir şekilde saygı duymak, her türlü tutum ve davranışlarda Allah'ın rızasını herşeyin üstünde tutmak, irademizi O'nun iradesine dolayısıyla O'nun hükümlerine bağlı tutmak, O'nun razı olacağı salih amelleri/davranışları yapmaktır. Bu suretle ayet ve hadislere baktığımızda takva kavramı "korku" yerine "saygı" kelimesiyle ifade edilmesinin daha doğru ve yerinde olduğu görülür. Çünkü takva sahibi kimse, İslam'da sadece ideal bir mü'min değil aynı zamanda ideal bir "ahlakî kişilik"'tir. Nitekim Bakara suresinin 177. ayetinde bu husus apaçık görülür. Başlıca dînî ve ahlakî görevlerini yerine getiren kimseler için "İşte doğru kimseler bunlardır," "işte takva sahipleri bunlardır." buyurulur.
Kur'an-ı Kerim'de takva 1. Ebedî olarak cehennem azabından korunmak için Allah'a ortak koşmaktan, küfür ve nifaktan korunarak kâmil bir imana sahip olmak 2.Kişinin iman sahibi olduktan sonra büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendisini alıkoyarak emredilen farzları ve diğer dînî vecibelerini yerine getirmesi, günahlardan/haramlardan ve diğer yasaklardan kaçınması 3. Bütün her şeyi ile Allah'a yönelmek, kişiyi Allah'tan alıkoyacak her şeyden uzak durmak olarak anlatılmaktadır.
Takva Sahiplerinin Özellikleri
Muttakiler;
- Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanırlar (Bakara 4 ve 177),
- gaybe iman ederler (Bakara 3, Fatır 18, Yasin 11),
- namazı kılarlar (Bakara 3 ve 177, Enfal 3),
- Zekatlarını verirler (Bakara 177),
- Allah yolunda infak ederler (Bakara 3, Âl-i İmran 134, Teğabün 16),
- yakın akrabaya, fakirlere, yetimlere, yolda kalmışlara yardım yaparlar (Bakara 177),
- insanlara iyilik yaparlar (Âl-i İmran 134, Maide 93, Yusuf 90),
- mallarından isteyenlere ve yoksullara verirler (Zariyat 19),
- Allah için mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler (Tevbe 44),
- Geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerler (Zariyat 17 ve 18),
- öfkelerine hakim olurlar (Âl-i İmran 134),
- affedicidirler (Âl-i İmran 134, Nisa 149, Şura 37, 40 ve 43),
- Verdikleri sözü yerine getirirler (Bakara 177),
- Yapacakları işleri aralarında istişare ederler (Şura 38),
- Sabır sahibidirler (Bakara 45 ve 177, Âl-i İmran 17-20-186, Hud 115, Kehf 28),
- Kötülük yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak tevbe ederler ve günahlarının bağışlanmasını dilerler, kötülükte ısrar etmezler (Âl-i İmran 134),
- doğru söz söylerler (Ahzab 70),
- dosdoğru olurlar (Tevbe 7),
- Rablerinin davetine icabet ederler (Şura 38),
- hesap gününden korkarlar (Ra'd 21, Mearic 26-27, İnsan 7). Irzlarını korurlar (Mü'minun 5-7),
- boş şeylerden yüz çevirirler (Furkan 72, Lokman 5, Mü'minun 3),
- İyilikte yardımlaşırlar (Maide 2),
- Kötülüğü iyilikle savarlar (Ra'd 22),
- İyilik etmeleri nedeniyle Allah'ın sevgisini kazanırlar (Al-i İmran 134),
- zulme uğradıklarında -haddi aşmadan- yardımlaşarak haklarını alırlar (Şura 39). Muhsin kimselerdir (Hud 90, Zümer 33-34). Salih amel sahibi kimselerdir (Meryem 60-63),
- Hidayet üzeredirler (Bakara 5).
Zühd', sözlük anlamı olarak, "Bir şeye ilgi duymamak, az bir şeye razı olmak" demektir.
Kavram olarak ise, 'dünyaya, maddi şeylere ve çıkarlara rağbet etmemek, çıkarcı, ihtiraslı ve bencil olmamak, kanaatkar olmak' anlamlarında kullanılır.
Kısaca 'zühd', nefsin arzu ve isteklerini denetim altına almak, manevi değerleri maddi değerlerden üstün tutmak, başkasını kendisine tercih etmek ve imkan olduğu halde nefsi terbiye etmek amacıyla helal olan şeylerden bile vaz geçebilmek demektir.Zühd, maddi bir darlık sebebiyle dünya nimetlerinden zorunlu olarak uzaklaşma değildir. Zühd, hele hele dünya geçimliklerinden yüz çevirerek ruhbanlık yapmak, bir köşeye çekilip, fakir bir halde, bir hırka birkaç lokma ekmeğe razı olmak demek değildir. Zühd, lüks ve savurganlıktan kaçınıp, sahip olduğu maddi ve manevi değerleri Allah yolunda, Allah rızası için kullanmaktır.
Peygamber efendimizin hayatı tümüyle takvâ ve zühd hayatıdır. O, bir peygamber ve devlet başkanı olduğu, çok mala sahip olma imkanı olduğu halde bunlara itibar etmemiş, geçimini kendi sağlamış, kimseye el açmamış, başkasına yük olmamıştır. Geçimini sağlayacak kadar çalışmış, yetecek kadar dünya malına sahip olmuş, hiçbir şekilde dünyalıklar peşinde koşturmamış, maddeye sahip olmayı hayatının öncelikli hedefi yapmamıştır.
Bunun aksi olan, tasavvuf-tarikat kültürünün temel direği sayılan zühd anlayışı, (miskinlik) Müslümanlar arasına İslâm' dışı dinlerden sonradan sirâyet etmiştir.Yanlış dini anlayışlardan ortaya çıkan Ruhbanlık, daha fazla ibadet, daha fazla zühd hayatını seçmek demektir. Genel anlamda: "Dünyadan el etek çekmek, ibadet ile meşgul olmaktır." Ruhbânlar bu anlayışla evlenmeyi hoş görmezler, dünya işlerine önem vermezler, akıllarınca ruhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.Kur'ân-ı Kerim, dinde ruhbânlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, nefsi en doğal ihtiyaçlardan bile mahrum etmeyi icat edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit eder.
Seminer programı soru-cevap bölümünden sonra sona erdi.