İçinde yaşadığımız Türk toplumu, kurucu lider olarak kabul edilen Mustafa Kemal'in "Ümmetten bir millet yarattık" özdeyişi istikametinde şekillendirilmiştir. Yaratılan "millet" ya da ulus, sosyal mücadelelerin sonunda gelinen bir durumu değil, Batılı paradigmaya ait bir modelin Osmanlı sonrası bir halkın veya halkların üzerine yukarıdan aşağıya zorla giydirilmesiyle oluşan yapay bir olguyu ifade etmektedir.
Türk resmi ideolojisini ifade eden eski kimlik "kötü" ve Müslümanlığa aitti; yeni kimlik "iyi", Batı'ya ait ve moderndi. Bu nedenle, Türkiye'deki İslam'la irtibatlı toplulukların tarihten devraldıkları ve en önemli ortak payda olarak sahip çıktıkları İslami aidiyetler gerçeği, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, iktidar elitleri vasıtasıyla örtülmeye, eritilmeye veya iç bütünlüğünden kopartılmaya çalışılmıştır. Kurucu Kemalist ideoloji, dindar halkın İslami aidiyetini yalnızca Türk ulus kimliğinin manevi motivasyonuna katkı sağlayacak bir imkan olarak görmüş ve değerlendirmiştir. Buna karşın, İslam'ın hayatı yönlendirme teklifini yok saymış ya da bu teklifinin gündemleşmesini yasaklamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ülkedeki en önemli kimlik çatışması, Türk ulus kimliği ile İslami kimlik aidiyeti arasında yaşanmıştır. Daha sonra da tek dil, tek tarih anlayışı içinde ana dili Türkçe olmayan her etnik zümre ile de kimlik çatışması yaygınlaşmıştır. Türkiye'deki temel çatışma gerçekliği, ulus modeli dayatan toplum mühendisliğinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar 1945'e kadar sindirildiler, müslümanların binlerce önde geleni idam edildi veya sürüldü ve sonrasında da büyük ölçüde ulusal kimlikle entegrasyona zorlandılar. Kur'an eğitimi yasaklandı ve buna rağmen müslümanlar zor şartlarda 40.000'e yakın Kur'an hafızı yetiştirdiler. Karşıtına sığınarak varolmaya çalışan müslümanlar 1970'li yılların başında istisnasız sağcı, milliyetçi, devletçi ve mezhepci, batıni anlayıştaydılar. Türkiye'deki tevhidi uyanış çabaları ve Kur'an'a yönelişler bu durumu aşma gayretleridir.
Kur'an'ın büyük çoğunluğu Mekke'de inzal olmasına, Hz. Muhammed'in Resullük hayatının çoğu Mekke'de geçmesine, ilk Kur'an neslinin veya İslam ümmetinin nüvesinin Mekke'de oluşturulmasına ve ilk müslümanların en çileli, acılı ve imkansızlıklarla dolu en zorlu yılları Mekke'de yaşamasına rağmen siyer kitaplarında Mekke dönemiyle ilgili çok az bilgi ve değerlendirme bulunmaktadır.
Resulullah'ın(s) Mekke'deki sireti hakkındaki kaynaklar yetersizdir. Siyer kitaplarının 5/4'ü Medine dönemine 5/1'i ise Mekke dönemine değinir. Şahitlik ve gizlilik konusunda çelişkili hadis rivayetleri söz konusudur. Dolayısıyla yapılacak olan Kur'an'ın hakemliğinde siyer bilgilerini ve hadis rivayetlerini değerlendirmektir. Bu değerlendirmeyi ayetlerin nüzul sırasına göre yapmak gerekir. Vahye ve Rasule düşmanlık edenler müminlere karşı önceleri küçümseyici davrandılar, daha sonra alay ve hakaret etmeye çalıştılar, bu da yetmeyince ise işkenceler ve ambargo ile baskılar uyguladılar. Resul(s) ve beraberindeki müminler bu baskılara maruz kaldılar. Bu baskıların sebebi onların Mekke'de ki sistemi sosyal, ekonomik, kültürel işleyişi eleştirmeleriydi. Allahu tealanın kalk ve uyar hitabından sonra müşriklerin karar alıcı Nadiye meclisleri, örfleri, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri, ticaretlerindeki haksızlıklar eleştirildi. Müminler ayetleri sokaktaki problemlerle bağlantılandırarak pratiğe döküyorlardı. Sistemin temelini aslını eleştirince baskı ve işkence söz konusu oldu.
Rasulullah(s)'ın kendisine inzal olan ilahi mesajları yaşadığı topluma tebliğ etmeye başlamasıyla yaşanan olaylar, siyer bilgimizin başlangıcını oluşturur. Siyer, Kur'an tebliğinin ilgi alanlarını Hz. Muhammed ve arkadaşlarının yaşamları içinde somutlaştırarak gösteren bir disiplin olarak algılanmalıdır. Kur'an bütünlüğünden ve siyer bilgisinden kalkılarak vahyin ilk dönemine tekabül eden ayet veya sureleri ve ilahi mesajın ilgi alanlarını öğrenmeye ve keşfetmeye çalışmak ilk dönem İslami mücadelenin seyrini kavramanın yanında günümüz pratiği ile de doğrudan ilgilidir.
Çözülmüş ümmet yapısının fertleri olarak, duyarlı insanları ve İslami kitleleri yeniden zulüm ve şirk karşısında uyarmak, İslam ümmetinin çekirdeğini oluşturacak ve "Hak"kın şahitliğini üstlenecek Kur'an neslini yeniden yükseltmek azmindeki müslümanlar ve İslami çalışmalar için ilk dönem vahyi mücadele örnekliği yani Mekke dönemi çok önemlidir. Bugün cahili bir sistem içinde yaşanmakta, ihtiyaçlarımızı cahiliyenin hakim olduğu ticari ilişkiler içinde karşılamak zorundayız.
Kur'an hayata müdahale eden ve insanlara Rabbimizin doğru yolunu gösteren bir kitaptır. Kur'an'ın pratik amacı, kişisel ve toplumsal ilişkilerde tevhid ve adalet ilkelerini ayakta tutacak bir neslin inşasını gerekli kılar. Bu konuda ilk vasfı "şahid'' olarak bildirilen Rasulullah'ın sünneti, müslümanlar için ilk ve mükemmel bir model oluşturmuştur. Peygamberimiz, kendisine ilk inzal olan ayetler rehberliğinde büyük islam ailesinin nüvesi olan ilk Kur'an neslini, cahili çevrenin zulüm ve kuşatmasına rağmen mücadele pratiği içinde eğitmiş ve yaşama müdahale eden ve hakkın şahitliğini üstlenen bir bilinçle yetiştirmiştir. Kur'an'ı merkeze alan ve yaşadığımız coğrafyada tevhidi ilkeleri şahitleştirmeyi hayatın amacı olarak gören her fert, çevre ve yapının kilitlenmesi gereken en öncelikli çaba, ümmetin yeniden inşası demek olan "Kur'an nesli"nin sahih temeller üzerinde teşekkül ettirilmesi olmalıdır.
Bugün bizlerde en güzel örneğimiz/usvetun hasene olan Rasul ve rasul'le birlikte şahitlik yapan ilk Kur'an nesli gibi panayırlar, ilaf kurumu, eman müessesi gibi sistem içi araçlar olan vakıf, dernek, dergi, parti gibi araçları su üç İslami ilkeye dikkat ederek kullanabiliriz.
1. İslami kimliğimizi gizlememek
2. Müdahene/yağcılık yapmamak
3. Kur'an'i ilkeleri örtmemek, gizlememek
Program verilen aradan sonra sorulan soruları cevaplanmasıyla sona erdi.