Sunumuna Kur'an'da muhkem-mütesabih ve tevil kavramlarının Kur'an'ı anlama usulü açısından temel kavramlar olduğunu belirterek başlayan K. Levent sözlerine şöyle devam etti:
Muhkem ve Müteşabih kavramlarının Kur'an'da ne şekilde yer aldığına ve tartışmanın hangi mihver etrafında döndüğüne geçmeden önce bu iki kavramın lügat açısından tanınması yararlı olacaktır.Muhkem kelimesinin asıl manası "engellemek" demektir."Ahkame" fiilinin "sağlam yaptı" ve "muhkemin 'sağlam yapılmış" manasına gelmesinin de neticede kelimenin "engel olmak" manasıyla yakın bir irtibatı vardır. İşte "muhkem" denildiğinde de zapt u rapt altına alınmış, sağa sola gitmesine engel olunmuş, sağlam tutulmuş bir anlam kastedilmektedir ki muhkem bina (binaun muhkemun) denildiğinde sağa-sola kaymasına engel konulmuş zapt u rapt altına alınarak amaçlananın dışına çıkmasına mani olunmuş sağlam bina anlaşılmaktadır.
Müteşabih kelimesinin kökeninde ise "benzeme" ve "şüphelenme" anlamları vardır. Nitekim "şüphe", "şibh" ve "şebih" bu anlamlara gelmektedir. Kelimenin asıl manasını "benzeme"ye indirgemek mümkün görünmektedir; zira "şüphelenmek", "kuşkuya düşmek", "benzeme" olayının sonucunda ortaya çıkan bir hadise olarak kendini belli etmektedir. Zaten 'teşabehe" fiilinin de biri, "iki şeyin birbirine benzemesi"; diğeri de "iki şeyin birbirine benzemesinden dolayı ayırt edilemeyip o iki şeyin birbirine karıştırılması" olmak üzere iki anlamı vardır. O halde müteşabih "birbirine benzeyen/ benzeşen" anlamına gelmektedir. Ama şunu da kaydetmek gerekir ki bu benzeşmede benzeşenleri birbirine karıştırma ve bunun sonucunda bir kapalılığın ve şüphenin ortaya çıkması anlamı da kendini gösterebilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de Muhkem ve Müteşabih:
Muhkem ve müteşabih kavramlarının bu lugavi tanıtımından sonra Kur'an-ı Kerim'deki kullanılışlarına geçilebilir.
Kur'an-ı Kerim Muhammed/20'de "muhkem bir sure" deyimini kullanmakta ve bunun gerek lafzen gerekse ,mana olarak "verilmek istenenin" ve "amaçlananın" hilafına olabilecek bir duruma "engel olunmuş" bir bildirim olduğuna dikkat çekilmektedir. Yani ortaya konmuş, indirilmiş bu sure gerek lafız, gerekse mana yönünden öyle sağlam ve kesindir ki sağa-sola çekilmesine, üzerine ekleme çıkarma yapılarak oynanmasına, başka taraflara yönlendirilmesine mani olunmuştur.
Elif-Lam-Ra. (Bu), bir Kitaptır ki, hikmet sahibi, her şeyden haberi olan (Allah), tarafından ayetleri muhkem kılınmış (uhkimet) ve güzelce açıklanmıştır." (Yunus/1)
O halde Kur'an-ı Kerim'in tüm ayetleri muhkemdir. Bu demektir ki Kur'an ayetleri gerek lafzen, gerekse anlam olarak onları yıkmaya çalışacak, aslını tahrip edip ortadan kaldıracak her türlü dış etkiye engel olucu bir yapı arz etmektedir. Bu, Kur'an ayetlerini lafız ve mana yönünden "yerinden oynatmaya" teşebbüs edilemeyeceği anlamına gelmektedir. Bu yapılabilir. Fakat bu deneme yalnızca bireysel planda kalacak ve Kur'an'ın aslına nüfuz edip onun kesinliğine ve sağlamlığına halel getiremeyecektir. Bu muhkem Kitab'ın nurunu örtmeye çalışanlar olabilecek; ama, onun ışığını takip ederek kendisine ulaşan kimse onun ilk dönem parlaklığından hiçbir şey kaybetmediğini görecektir.
Müteşabih kavramına gelince bu kavram, muhkem kavramına göre daha sık kullanılmakta ve Kur'an-ı Kerim'in çeşitli yerlerinde "benzeşmek/benzer gelmek" ve "benzeşen/benzeyen" anlamlarında kullanılmaktadır. Bir kaç örnek gösterilebilir:
"Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi (teşabehe). Ama Allah dilerse mutlaka yol buluruz dediler." (Bakara/70)
Kur'an'ın bir yerinde ise Kitab'ın tamamının müteşabih olduğu ifade edilmektedir:
"Allah sözün en güzelini birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rabblerinden korkanların ondan derileri ürperir." (Zümer/23)
Burada da Allah Teala'nın Kur'an'ın tamamının mahiyet itibariyle birbirine benzediğini; arada zıtlığın, ilişkisizliğin ve tutarsızlığın bulunmadığını; vahyin tamamının aynı kaynaktan geldiğini ifade etmekte olduğu görülmektedir.
O halde yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi Kur'an'ın bütünü hem muhkem hem de müteşabih bir kitaptır. Yani bir bütün olarak Kur'an'ın hem muhkem olma, hem de müteşabih olma gibi iki vasfı bulunmaktadır. Fakat öte yandan Al-i İmran 7'deki ayet Kitab'ın ayetlerini muhkem ve müteşabih olmak üzere iki kısma ayırmaktadır ki işte yazının başında ifade edilmeye çalışılan problem de bu ayet çerçevesinde ortaya çıkmaktadır.
Şimdi muhkem , müteşabih,tevil ve rasihun kavramlarının birlikte kullanıldığı ayete bakalım:
"Kitab'ı sana O indirdi. O'nun bazı ayetleri muhkemdir (ki) onlar Kitap'ın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, tev'ilinl aramak için onun müteşabih ayetlerine tabi olurlar (ardına düşerler). Oysa onun te'vilini Allah'tan başka kimse bilmez. İlimde rasih olanlar derler ki: "İnandık, hepsi Rabbimiz kalındandır." Sağduyu sahiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz." (3/7)
Anahtar bir kavram olarak tevil:
Buradaki muhkem ve müteşabih kavramlarıyla ilgili klasik kaynaklarda pek çok yorum yapılmıştır. Bununla birlikte bu kavramlarla -özellikle "müteşabihat" kavramıyla- ilgili net bir izah getirilmemiş; asılsız, birbirini tutmayan, çelişkili ve zaman zaman son derece gelişi güzel görüşler ileri sürülmüştür.
Konunun netliğe kavuşturulmasının kanaatimizce "te'vil" kelimesinin aydınlatılması ve doğru anlaşmasıyla yakın bir ilgisi vardır.
Te'vil kelimesi süreç içerisinde "anlamak/yorumlamak" ve "lafzı, başka bir manaya delalet ettiğine dair bir delilden dolayı asıl manasından gerektirmediği bir manaya hamletmektir" şeklinde de anlaşılmış olsa da ilk dönem lügat kitaplarında bu kelimeye "akıbet" manası verilmektedir. Kur'an-ı Kerim'deki kullanımında da te'vil kelimesinin bu çerçeveye oturmuş olduğu görülmektedir.
Kur'an'da te'vil kelimesi yaklaşık on beş yerde kullanılmaktadır ve "işlerin akıbeti", "varacağı yeri" manasına gelmektedir.
"Gerçekten onlara bilgiye göre açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitap getirdik. İlle onun te'vilini mi gözetiyorlar? O'nun te'vili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki şefaat etsinler, yahut tekrar geri dönmemiz mümkün mü ki, yaptıklarımızdan başkasını yapalım?" Onlar kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı." (A'raf/52-53)
Görüldüğü gibi ayette Kitap unsuru ile te'vil unsuru ayrı ayrı zikredilmektedir. Ayet bir bütün olarak ele alındığında te'vil ile Kitap'ta bildirilenlerin ya da Kitap ile bildirilen bazı bilgilerin kıyamet gününde açığa çıkması olayını kasdettiği açıkça anlaşılmaktadır. Demek ki burada da te'vil kelimesi verilen bilgilerin ileride gerçekleşmesi, sonuçlanması ve ortaya çıkmasıdır ki bu da ancak kıyametle vuku bulacaktır. Zaten ayette bahsedilen inanmayanların te'vil geldiğindeki pişmanlıkları Kur'an'da kıyametin kopmasıyla ilgili diğer ayetlerde de bildirilmektedir.
Te'vil kavramının Kur'an'da her şeyin akıbeti ve sonucu, şu anda belirtilen şeylerin gelecekte neye tekabül edeceği ve dahası "Kitap'ın te'vilinin" şu anda muhatap olunan bazı ilahi gerçeklerin ileride kıyametle birlikte aynen ortaya çıkıp kesinleşeceği olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak denilebilir ki, Kur'an-ı Kerim bütün ayetleriyle muhkem bir kitaptır. Kitabın muhkem olması lafzen ve manen nihai anlamda kendisine karşı herhangi bir dahilin, çarpıtmanın, tahrifin olamayacağı ve bu yüzden de Kitap'ın tümünün açık ve anlaşılır olduğu, kesin bir hüküm taşıdığı anlamına gelmektedir. Bu böyle olmakla birlikte muhkem ayetlerin gelecekle ilgili gaybi boyut taşımaları (kıyamet gününün zamanı ve nitelikleri, cennet-cehennem ve bunların tam olarak keyfiyetleri gibi) insan idrakinin bunları kavrayamaması nedeniyle bu ayetleri müteşabihat kapsamına sokmaktadır. Müteşabihatın konusuna Allah'ın zatı ve sıfatlan ile Allah'ın eli, yüzü istiva etmesi gibi ifadeleri sokmak doğru bir yaklaşım olarak görülmemektedir. Zira Allah'ın bu tür ifadelerle nitelendirilmesi tamamen mecazi ifadeler olup hakiki manayla bir ilgisi sökonusu olamaz. O halde bunlar mecazlı ifadeler olup müteşabih değildirler. Müteşabihatın konusunu tayin etmede te'vil kavramı anahtar bir rol üstlenmektedir. Te'vil bir şeyin akıbeti, sonucu ileride/gelecekte nasıl gerçekleşeceği ve neye tekabül edeceği gibi manalara geldiğinden müteşabihatın ileride gerçekleşecek ve sonuçlanacak esaslı bir yönünün olması gerekmektedir. Bu da genel olarak bu dünya hayatından sonraki dönemle ilgili ayetlere karşılık gelmektedir.
K. Levent son olarak bu kavramların günümüzdeki bizi ilgilendiren yönleri üzerinde durarak sunumunu bitirdi.
Soru cevap bölümüyle seminer sona erdi.
Fotoğraflar:Fatih Mehmet Yılmaz