Oturum başkanlığını Orhan Yıldırım'ın yaptığı panelde konuşmacılar Akhisar Özgür-Der'den Ünal Öz ve Mehmet Çavul'du. Oturumu yöneten Yıldırım konu hakkında kısa bir giriş yaptıktan sonra ilk sözü Ünal Öz'e bıraktı. Öz özetle şunları anlattı:
''Arabistan'ın asıl sakinleri Araplardır. Araplar, soyları devam etmeyen, nesilleri kesilmiş Araplar (Arab-Baide) ve soyları devam eden Araplar (Arab-ı Aribe) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Soyları devam eden Araplar da Kahtaniler ve Adnaniler olmak üzere iki kısımdır. Kahtanilere, asıl vatanları Güney Arabistan olduğu için Güney arapları, Adnanilere de Kuzey Arapları denir.
Yaşayış tarzı bakımından Araplar bedevi(göçebe) ve hadari(şehirli), yerleşik hayat süren olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bedeviler çöl ve vahalarda hayvanlarıyla birlikte konar-göçer olarak yaşarlar. Hadariler de köy, kasaba ve şehirlerde kendi mahallerinde hayat sürerler. Toplum yapısı hem bedevilerde ve hem de hadarilerde kabile esasına dayanır. Kabilenin bir başkanı ve bu başkana yardımcı olan bir de meclis vardır. Kabilede dayanışma ruhu (asabiyet) esastır.
Sosyal statü bakımından ise toplumda hürler, köleler(esirler), mevalîler (kölelikten kurtulmuşlar) vardı. Yönetim ve ticari alanda hürler söz sahibidirler. İslam'dan önce Arap yarımadasında Yahudilik,
Hristiyanlık, Putperestlik gibi dinler mevcuttu. Bunun yanında hanifler de vardı. Fakat en fazla putperestlik yaygındı. Putperestlikle birlikte, Hz. İbrahim dininden kalma Allah inancı, hac ve umre gibi ibadet şekilleri de, zaman içinde uğradığı birtakım değişikliklerle varlıklarını sürdürüyorlardı.
Kabilenin temelini ailenin teşkil ettiği Arap toplumunda aile yapısı, erkeğin hakimiyeti üzerine oturmakta olup, aile içi akrabalık ilişkileri erkekler yoluyla tesis edilmiştir. Bu bakımdan hem ailenin güçlendirilmesi, hem de kabilenin itibarının artırılması bakımından Arap toplumunda çok sayıda erkek çocuğa sahip olmak oldukça önemli addedilmiştir. Erkekler, fiziki gücün büyük önem taşıdığı zorlu çöl şartlarında, kabilenin en önemli savaşçı unsuru sayılırken ve kadınlar üzerinde mutlak bir üstünlüklerinin olduğu kabul edilirken, kadınlar, toplumsal bir yük olarak görülmüşlerdir. Sosyal itibarı olmayan, miras hakkından mahrum bırakılan, kocasının ölümü halinde dahi çocuğunun velayet hakkını alamayan kadınlar, ancak çocuk dünyaya getirmeleri halinde aileye katılabilme hakkı kazanan ikinci sınıf bireyler olarak algılanmışlardır. Bu bakımdan yeni doğan her kız çocuğu, ailenin değersiz ve yüz kızartıcı bir üyesi olarak muamele görmüş; ölüme mahkum edilmesinde de bir beis görülmemiştir.
Arap toplumunda nikah, kadını ve aile hayatını güvence altına alan bir kurum olmaktan uzaktı. Her ne kadar yaygın evlilik biçimi, bir erkeğin belli bir mehir karşılığında kendisine denk bir soy ve nesebe mensup bir kadınla nikah akdetmesi şeklinde gerçekleşiyorsa da, çok farklı evlilik ve birliktelik biçimlerine rastlanmaktaydı. Bir kadının kocasının uygun göreceği bir kişiyle çocuk sahibi olmak amacıyla bir araya gelmesi, iki erkeğin karşılıklı olarak eşlerini değiştirmeleri, hür olması nedeniyle zina yapamayan bir kadının bir erkekle metres hayatı yaşaması, bir kadının on kişiden fazla olmamak kaydıyla aynı anda farklı erkeklerle evlenmesi, kadın ve erkeğin süreli bir evlilik akdi yapması, üvey oğlun annesi ile evlenebilmesi, iki kız kardeşin aynı anda bir erkeğin eşi olması gibi farklı birliktelik ve evlilik çeşitlerinden bahsedilebilir.''
Yıldırım ikinci olarak Mehmet Çavul'a söz verdi. Çavul özetle şunları anlattı:
Arapça Siret kelimesinin çoğulu olan siyerin sözlük anlamı; insanın gittiği yol, ortaya koyduğu tavır ve hal demektir. Bir müslüman için siyerin önemi, en başta müntesibi bulunduğu dinin temel kaynağı olan Kur'an'ın Hz. Muhammed'i "en güzel örnek" olarak vasfetmiş olmasından ileri gelir. Kur'an'ın ilk muhatabı ve ilk tebliğcisi olması sebebiyle Hz. Peygamber'in siyeri, Kur'an'daki birçok ayeti daha iyi anlamamız hususunda önemli bir kaynaktır. Hz. Peygamber'in hayatını anlamamız hususunda en temel kaynak Kur'an'dır. Diğer tarihi bilgi ve rivayetler Kur'an'la değerlendirilmelidir.
Kur'an'ın topluca ve birden değil de yirmi üç yıl gibi bir süre zarfında peyderpey indirilmiş olması, O'nun bir düzen ve sıralama esasına (tertil) riayet ettiğini gösterir. Bu iniş şekli Kur'an'ın hayata geçirilmesi, uygulanmasıyla; o da, Hz. Peygamberin hayatı ile doğrudan irtibatlıdır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin siyerini bilmek, Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanmasında önemli katkılar sağlayacaktır.
İlk müslümanlar Kur'an nesli oluşumunun öncüleridir diyebiliriz. Aralarında ekonomik ve kültürel durumu iyi olanlar olduğu gibi köleler(esirlerde) vardı. Vahyin çağrısına Mekke'nin liderleri iktidarlarını kaybetmemek, ekonomik ve atalarını dinini savunmak gibi sebeplerle karşı çıktılar. Kur'an ilk nazil olan 15 surede öncelikle hayatı vahiyle okumak, düşünmek, tefekkür etmek, Rab, kulluk, Tevhid inancı, sabır, inzar, salih amel ve toplumda varolan haksızlıklara karşı tavır almak gibi konuları gündeme getirdi.
Siyer okumalarımıza bugün üstlenmemiz görev olan müslüman toplumu oluşturma perspektifi ile bakmalıyız.
İkinci bölümde sorulan sorularda özellikle haniflik konusu gündeme geldi. Sorulan sorulara konuşmacıların cevap vermesi ile seminer sona erdi.