Kur'an'da Tartışma Adabı başlıklı konu hakkında Aziz Karaboğa özetle şunları anlattı:
Tartışma insani bir olgudur. Hatta melekler ve şeytan gibi insan cinsinin dışındaki varlıklarda da görüldüğü gibi aynı zamanda evrensellik taşır. Allahu Teala insanı konuşabilen, düşünebilen ve fikri üretim yapabilen ve başkalarına aktarmaya meyilli bir varlık olarak yaratmıştır.
Kuran-ı Kerim'in tartışma üslubunda yüksek bir edep ve beşer gücünü aşan bir özellik ve tartışma adabına ilişkin sağlam temeller buluruz:
1- Belli bir konuda tartışmaya girişen iki grup da kendi görüşüne taassup ile bağlı olmamalıdır. Gerçeği bulmak için tam bir hazırlık halinde olduklarını ilan etmeli ve hak açığa çıkınca onu benimsemelidirler. İster bu gerçek müdafa ettikleri görüş olsun, ister tartıştığı kimselerin görüşü olsun fark etmez.
Rabbimiz müşriklerle tartışırken şöyle söylemeyi emretmektedir; "(öyleyse) doğru yolda veya apaçık bir sapıklıkta olan ya biziz ya da sizsiniz," (Sebe,34/24) Burada, savunulan görüşe taassup göstermekten son derece kaçınma ve nerede olursa olsun gerçeği aramaya büyük bir rağbet gösterme bulunmaktadır.
Bu ayetin ilgili olduğu tartışma konusu yaratıcıyı birlemek veya ona ortak koşmak olunca -ki bunlar birbirine zıt iki kutuptur- asla bir araya gelmezler ve bunlar itikadi temellerin biriyle ilgilidirler. Artık doğruluk onların birindedir. Çünkü o gerçektir ve sapıklık diğerindedir. Zira asılsızdır. O nedenle, savunulan şeye taassup gösterilmediğini ilan etmek bir gerçeği itiraf anlamına gelir.
2- Her iki tartışmacı da terbiyeli sözler kullanmalı, ayıplama, yaralama, alay, eğlenme, küçük görme gibi davranışlardan uzak kalmalıdır. Birçok ayette dinimiz bu kurala riayet etmeyi öğretir: "Onlarla en güzel şekilde tartış." (Nahl, 16/125); "Kitap Ehli ile en güze) şekilde tartış." (Ankebut, 29/46)
Yani sizinle tartışan kimse terbiyesiz sözler kullanırsa, siz terbiyeli sözler kullanın; en üstün ve en güzel yol hangisi ise onu izleyin demektir. Ayette geçen :'en güzle şekilde" ifadesi olanca genelliğiyle fikir ve ifade tarzını ihtiva etmektedir. Görüldüğü gibi müminlerden istenilen, tartışırken muhatabından edep ve terbiye yönünden daha üstün ve daha güzel bir durumda olmalarıdır: "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler." (Enam, 6/108) ; "(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesad kişinin vay haline!" (Hümeze, 104/1)
3- Tartışırken geçerli, sağlam ikna metodlarını benimsemek gerekir. Bu sağlam yolu şöyle izleyebiliriz: İleri sürülen şeyler için, kanıtlayın veya o iddiayı tercih ettirici deliller sunulmalıdır. Nakledilen ve rivayet edilen şeylerin sıhhatini ispat etmelidir. İşte bu iki nokta "nakledici durumda isen haberin doğruluğunu kanıtla, iddia edici durumda isen delil göster", diyen cedelci alimlerin kastettikleri malum kuraldır. Kur'an'dan birkaç misal vermek yerinde olur: "Yahut yaratmaya kim başlıyor, sonra onu (kim) iade ediyor. (ölüp ortadan kalkan şeyleri yeniden yaratıyor?) Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? De ki: "Eğer doğru iseniz delilinizi getirin" (Neml, 27/64); "O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: Kesin delilinizi getirin. İşte benimle beraber onların da öğüdü ve benden öncekilerin de öğüdü budur ama çoğu hakkı bilmezler, bundan dolayı onlar (haktan) yüz çevirirler." (Enbiya, 21/24)
Bu iki ayette yüce Allah müşriklerden iddialarını ispatlayacak delil getirmelerini ister. Bu gibi iddialarda istenen kanıt hem akli hem de bir peygamberden gelen (kesin) nakli delildir. İşte Enbiya süresindeki ayet onlardan nakli delil istendiğini gösteriyor. Diğer ayette ise akli veya nakli olsun genel anlamda bir delil getirmelerini istiyor.
4- Tartışan kimsenin iddiasına ters bir şeyi benimsemesi sebebiyle savunduğu şeyi boşa çıkarmamalıdır. Buna bir örnek: "Musa'nın başından geçenlerde de apaçık bir ibret vardır. Onu apaçık bir delille Firavn'a gönderdik. Firavn erkanıyla birlikte (Musa'ya uymaktan) yüz çevirip 'sihirbazdır veya delidir' dedi." (Zariyat, 51/39) Bunlar birbirine zıt iki şeydirler. Belli birtakım sıfatlara sahip bir kişinin deli veya sihirbaz olabileceğini ileri sürmek mantığa ters düşer. Çünkü sihirbazın dehası ve zekası ileri düzeydedir. Demek ki Firavn'un 'şu veya bu doğrudur' düşüncesi tutarlı değildir. Bu tür bir iddia cevap vermeye bile layık değildir.
Allah davet esnasında itirazlarla karşılaşıldığı zaman en güzel şekilde mücadele yapılmasını, Ehl-i Kitap ile girişilen tartışmalarda en münasip yolun izlenmesini (Ankebut, 29/46) emretmiş ve geçmiş peygamberlerin de kavimleriyle birçok tartışmalar yaptıklarını (Hud, 11/32) haber vermiştir.
Bazı durumlar da vardır ki tartışılan kimsenin toplumsal, kültürel veya psikolojik yapısı fikir alışverişine müsait değildir. Tartışmanın kırıcı ve kısır olacağı baştan bellidir. Şayet tartışma yapılan kimse alaycı ve 'küfre şartlanmış' birisiyse sonuç verici tartışma zemini yok demektir. Bu konuya Kuran şöyle temas eder: "Allah Kitab'ında size Allah'ın ayetlerine küfredilip onlarla alay edildiğini duyduğunuzu da, başka bir konuya geçmelerine kadar onlarla oturmamanızı emretti. Onlar Allah'ın ayetlerini alaya aldıklarında onlarla oturursanız siz de onlar gibi olursunuz." (Nisa, 4/140)
Tartışmadan amaç, muhatabın gerçeği bulmasını sağlamak ve onu yanlış düşüncelerden kurtarmaktır. Halbuki psikolojik bakımdan tartışmaya hazır olmayan alaycı bir toplumda bunu gerçekleştirmek mümkün olmadığı gibi, onların bu hareketleri karşısında fert olarak karşılık verme imkanı da yoktur.
Kur'an-ı Kerim'de vurgu yapılan tartışma ilkeleri, tartışmayı çekişmeye çevirmekten, enaniyet kokan düşmanlıklara yönelmekten korur. "Sen hikmetle güzel öğütle Rabbi'nin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O, yola gelenleri de en iyi bilendir." (Nahl, 16/125)