Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarının 5. yılı İzmir Özgür-Der'den Nurcan Büyük tarafından anlatılan 'Kur'an Bilgisinin Amacı' başlıklı konuyla başladı. Bu yıl ki seminer konularının üst başlığı 'Kur'an'dan Hayat Dersleri' olarak belirlendi.
Büyük Suriye konusunda sorumluluklarımızı hatırlatarak başladığı konuşmasında ümmetin bir fetret döneminden sonra tekrar hayata dönme yolunda sevindirici gelişmeler gösterdiğini belirtti. Allah'ın Alim sıfatı gereği tüm bilgilerin kaynağı olduğunu insanın Rabbimizin rahmetiyle bize gönderdiği peygamberlerle öğrettiği bilgi olmadan doğru yolu /hidayeti bulamayacağını belirten konuşmacı konu hakkında özetle şunları anlattı:
''Kur'an'da bilgi (ilim), en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan yani bizzat Allah'ın verdiği bilgidir. Burada kelime, tam manasıyla tek gerçek olan hakka, hakikate dayandığı için mutlak ve objektif bir gerçekliğe sahiptir. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim kesin bilgi demektir. İlahi mesaj insan bilgisine kılavuzdur. Öncelikle vahiy, muhatabı olan insanı düşünme ve bilme melekeleriyle donanmış olarak tasvir ettiğine göre bilme eylemini sevk edip yönlendiriyor olmalıdır. Dolayısıyla vahyedilmiş bilgi insanın bilme eylemini artık gereksiz kılan bilgiyi değil bu eylemi doğruya, iyiye, güzele ve daha mükemmele sevk eden nihai ve mutlak bir karaktere sahip olan ilke ve hükümleri ifade eder.
Allah ibret alma konusunda müminleri ayetler üzerinde düşünmeye davet eder. "Düşünüp, aklını kullanan bir toplum için elbette âyetler, deliller vardır." (Bakara 2/164) ifadesinde "âyât" kelimesi, açık alâmetler ve kesin deliller, karşısında ciddi olarak hiçbir söz söyleme ihtimali bulunmayan apaçık mucize demektir. Kur'ân'ın âyetlerine "âyet" denmesi de bu mâna ile ilgilidir.
Demek ki Allah Teâlâ'nın iki çeşit âyeti vardır:
1- İcad ve yaratılış kitabındaki, kainatındaki fiilî âyetler,
2- İndirdiği kitaptaki sözlü âyetler.
Bunların ikisi de Allah'ın zatına, sıfatlarına, hüküm ve iradesine delalet ettiklerinden dolayı "âyet" ismini almışlardır. Bu iki kitap ve bu iki çeşit âyet, karşılıklı olarak biri diğerinin işaretidir. Tam anlamıyla marifet; Allah tarafından indirilen kitabın sözlü âyetlerinden, yaratılış kitabının fiilî âyetlerini ve ondan Hak Teâlâ'nın zat ve sıfatlarını okuyup, anlamak, anladıktan sonra O'nun kanunlarına, emirlerine ve hükümlerine uymaktır.
Peygamberlerin getirdikleri vahyi bilginin amacı, insanların öte dünya ve Yaratıcı'yı unutmalarına neden olan unsurları ortadan kaldırmaktır. Namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin amacı da bu bilgiyi sürekli zihinlerde canlı tutmaktır. Böylece insanlar ahlaki olgunluğa erecekler, Allah'a yaklaşacaklar ve öte dünyada saadete kavuşacaklardır.
Bilgi elde etmenin hedefi, doğru olanı yakalamak ve bunu meşru araçlar ile yaygınlaştırmaktır. Bu sayede İslamî çabalar gelişerek ilerleyecektir. Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayan kimsedir (Tirmizi, İlim 19). Bu tür kimseler sayesinde toplum ıslah olacak ve Rabbimiz onları ateşin azabından koruyacaktır.
Bilgi edinmenin amacı, öğrenilen bilgilerle kulluk bilincini artırmaktır ve onunla amel etmektir. Demek ki aslolan insanların doğru yolu bulmalarıdır. Öğrenilen her şey bu amaca hizmet etmelidir. Dini ilimler ile direkt irtibatlı olmayan bilgiler edinilirken bile bunun insanları Allah'a yaklaştırmada nasıl kullanılabileceği dikkate alınmalıdır.
Kur'an-ı Kerim, bu tür ayrıntılı bilgilerden çok daha önemli bir görevi yerine getirmek için gelmiştir. Kur'an-ı Kerim, ne bazı saf bağlılarının sayfaları arasında aramaya kalkıştıkları ve ne de onun pozitif bilimlere karşı olduğunu ileri süren bazı düşmanlarının, ayetleri arasında maksatlı iddialarını belgeleyecek bir ipucu yakalamaya uğraştıkları bir astronomi, bir kimya ya da tıp kitabı olsun diye gelmiştir (Kutub, 1997: I, 283).
Sözünü ettiğimiz her iki zıt girişim de bu kutsal kitabın karakteri, görevi ve bilgi alanı konusundaki bir yanlış anlamanın göstergesidir. Onun ilgi ve bilgi alanı insan psikolojisi ve insan hayatıdır. Kur'an-ı Kerim'in amacı, varlık alemi ve bu alemle yaratıcısı arasındaki ilişki hakkında, insanın bu varlık alemi içindeki konumu ve yaratıcısı ile arasındaki ilişki konusunda zihinlerde genel bir düşünce oluşturmak, bu düşünceye dayanan ve akıl yeteneği dahil olmak üzere insanın bütün yeteneklerini ve enerji birikimlerini kullanma imkanı sağlayacak bir hayat düzeni kurmaktır.
Kur'ani bilginin çalışma konusu ve ilgi alanı insanın kendisi, insanın düşüncesi, inancı, duyguları, kavramları, davranışları, tutumları, ilişkileridir. Maddi bilimleri, bütün araç ve bölümleri ile maddi alemde gerçekleştirilecek bilimsel keşiflere ve icatlara gelince bu görev, insan aklına, insan tecrübesine, insan buluşuna, insanın varsayım ve teori geliştirme yeteneklerine havale edilmiştir. Çünkü insanın yeryüzündeki halifeliğinin temeli bu olduğu gibi yapısının karakteri de bu fonksiyona yatkındır.
Bir de elde edilmesi mümkün olmayan bilgi peşinde koşmak söz konusudur ki bu çaba anlamsız ve vakit kaybıdır: "Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye. Sen nerede, onu anlatmak nerede?!" (Naziat 79/42-43). Bu konuda bilgi vermek Peygamber(s)'in görevi değildir. Kıyamet, eninde sonunda gelecektir. İnsanlar Allah'ın huzuruna toplanacak ve kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktır.
Kulluk bilincine sahip olanların "hesap" gününü hatırdan çıkarmadan yaşaması, hedeflerini dünya hayatı ile sınırlamaması gerekir. Bunun ötesinde kıyametin ne zaman kopacağı fazlaca bir öneme sahip değildir. Erken veya geç kopması kulun akıbetini değiştirmeyecektir. Bu konuda kafa yormak konu gayb ile ilgili olduğu için beyhude bir çabadan öteye geçemeyecek, zihinler yorgun düşecektir. Ruh hakkında daha fazla bilgi isteyenlere "bu konuda kendilerine pek az bilgi verildiği"nin (İsra 17/85) söylenmesi de benzer bir örnektir.
Müminler kendilerine bakmalı, kendi toplumlarını düzeltmeye çalışmalıdırlar (Maide 5/105). Doğru yolda olmanın, doğru yolu tutmanın esaslarından biri de, gücü yettiği kadar iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamaktır (Âl-i İmrân, 3/104). Hayırlı ümmet olmanın gereği budur (Âl-i İmrân, 3/110). Aynı şekilde müminlerden her kim bir kötülüğü görür ve değiştirmeye gücü yeterse onu eliyle, olmazsa diliyle değiştirmeli, buna da gücü yetmezse kalbiyle kınamalıdır. Şüphesiz ki, "Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır." Şeytan ise daima lanetlenmiş ve kovulmuştur.
Toplumu ıslah etmek isteyen kişiler kendilerini de düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten menetmeye kendilerinin de dahil olduğunu unutmamalıdırlar. Kendi işleri münker, kurtuluş ve hidayete muhtaç olan bir toplum da diğer bir toplumu düzeltemez. Başkalarını ıslah etmek veya onların zararlarından kendilerini korumak isteyen bir millet kendi iç işlerini de düzeltmeli ve kendi yolunu doğrultmalıdır. Bu yapılırsa, diğer bozuk olan bireylerin ve toplumların sapıklıklarından rahatsız ve sorumlu olmazlar. Onların zarar ve sorumlulukları sırf kendilerine ait kalır.
Kur'ani bilginin hedefi kulluk şuuruyla bir hayat sürmektir. Bu tür bir gayret Kur'an-ı Kerim'de övülmektedir: "Her günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. "Fakat sen ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Arınan da sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır." (Fatır 35/28). Cehennem azabından sakınabilmek için azaba götüren yolları bilmek ve onlardan uzak durmak, cennete ulaşabilmek için de "iyi kul" olmanın özelliklerini bilip hayatta bu bilgiyi samimi bir tarzda sergilemek gerekir.