İsmail Kobak konu hakkında özetle şunları anlattı:
Kıssalarda geçen olaylarla peygamberimiz ve ashabına gayret ve sabır müjde bildirilmekte; Allah'ın ayetlerini yalanlayıp küfürde direnenler de uyarılmaktadır.
Daha sonraki çağlarda gelecek olan müminler için de bu kıssalar durum ve şartlarına göre ibret örnekler vardır. Zaten müminler bunlar üzerinde düşünmeye ve öğüt almaya çağırılmaktadır.
Ağırlıklı olarak Mekki surelerden; Neml, Sebe, Enbiya surelerinde, kıssası anlatılan Süleyman @ hakkında, Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde Cahiliyye Araplarının bir takım bilgileri mevcuttu.Arap müşriklerinin bu bilgileri evvela; Kitap ehliyle olan münasebetleri esnasında Tevrat ve İncil'den aktarılan rivayetlerden kaynaklanıyordu. Bunun yanı sıra Kureys suresinde belirtilen; kışın Yemen'e yazın Şam’a yapılan ticaret kervanlarının seferleri esnasında da bilgiler ediniyorlardı. Yemen tarafına yaptıkları “kış sefer”lerinde o bölge içersinde bulunan Sebe ile ilgili rivayet ve kalıntıları; Şam’a yapılan yaz seferlerinde ise o bölge yakınlarında bulunan şimdiki Kudüs'te hükümranlık sürmüş olan Süleyman (a) hakkındaki rivayet ve kalıntıları işitip görüyorlardı.
Böylece Cahiliyye toplumunun Süleyman (a) kıssası hakkındaki altyapısı, henüz Kur’an inmeden önce oluşmuştu. Ne var ki bu altyapı hidayete sevk edecek Tevhidi çizgiden uzaktı ve daha ziyade masalımsı ve efsaneviydi. Rivayetlerin kurgusu zenginlik, maddiyat ve aşk teması üzerineydi. Hz. Süleyman (a) hakkında bütün bu olumsuzluklara muhatap olan Cahiliye toplumuna Allah; Süleyman kıssasını vahyederek onlardan öğüt almalarını istedi. Bu kıssanın nüzulü, Müslümanlar için ibret ve öğüt, inanmayanlar için azgınlıklarını daha da artıran sebep oldu.
Hz. Süleyman’dan evvel, babası Davud’un, büyük bir hükümdarlığı vardı. Davud (a) aynı zamanda resul seçilmiş ve kendisine kitap verilmişti.
‘Andolsun ki biz, Resullerin kimini kimine üstün kıldık, Davud‘a da Zebur’u verdik.” (İsra/55).
Adil bir hükümdardı. Halkını ezmedi. “Ey Davud biz seni hükümdar yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet "(Sad/26)
Allah’ın verdiği nimetler sevesinde egemenliği oldukça genişlemişti.
“Onun mülkünü güçlendirmiştik.”(Sad/20)
“Dağları ona ram etmiştik...”(Sad/18)
“Toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onun nağmesine katılırlardı.. .“ (Sad/19).
Böylece otoritesini sağlamlaştıran Davud’a Allah; zırh yapımını öğretmek suretiyle savaşlarda üstünlük elde ederek egemenliğini daha da genişletmesini sağladı.
“Savaşın şiddetinden korunmak için zırh yapma sanatını öğretmiştik.” (Enbiya/80)
Calut’la yaptığı savaşı anlatan ayetler (Bakara/249-250) onun savaşma sanatındaki maharetini bize gösterir.
Davud’un bu muhteşem hükümranlığı altında yetişen Hz. Süleyman aynı zamanda onun kararlarına ortak oluyordu.
“Davud ve Süleyman da milletinin koyunlarının yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şahittik.”(Enbiya/78).
Babası Davud’un yanında tecrübe ve bilgisini geliştiren Hz. Süleyman, ülke yönetiminde de derin bir tecrübe sahibi olmuştu. Hz. Davud’un hükümdarlığı ölümüne kadar sürdü. Onun ölümünden sonra tahtına Hz. Süleyman varis oldu. Kur’an-ı Kerim’in Nemi Suresi 15. ayeti bu hususa şöyle işaret eder:
“ Süleyman, Davud’a mirasçı oldu.”
Artık Süleyman (a) hem bir Melik, hem de resul olarak ülkesini yönetmeye başlamıştı. Babasından kalan hükümdarlıktan başka, Allah ona peygamberlik de vermişti. “Andolsun ki Davud ‘a ve Süleyman ‘a İLİM verdik.” (Neml/15).
Hz. Süleyman, Tevrat’ta " Fırat Irmağı'ndan Filistiler bölgesine, oradan da Mısır sınırına dek uzanan bölgedeki bütün krallara egemendi. " (2. Krallar,9/26)diye tarif edilen, bugünkü İsrail topraklarından daha da büyük bir araziye sahip devletin başına geçmişti. Ülkenin batısını teşkil eden topraklar Akdeniz’e sınırdı. Bu kıyılar deniz ticaretinin limanlarını oluşturuyordu. Ayrıca Kızıldeniz kıyısında da limanlar mevcuttu.
Şimdi Süleyman peygamberin sahip olduğu imparatorluğun ve ona Allah'ın bahşettiği nimetlerin ayrıntılı incelemesine gecelim.
a/ Rüzgar
Kur’an’ın gösterdiği işaretlerden bakacak olursak Süleyman (a) Allah’ın, kendisine bahşettiği rüzgara hakimiyet gücünü kullanarak; istediği tarafa sevk ettiği “rüzgar” sayesinde, denizde yelken açan bütün gemilerin; rüzgarın itme gücü ile hareket ettiği o çağda, mallarla yüklü gemilerinin daha hızlı seyretmesini sağlayarak ticarette de büyük aşamalar kaydettiği düşünülebilir.
“Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman‘ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, Onun buyruğuna verdik...” (Enbiya/81).
“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı verdik.” (Sad/36)
“Gündüzün estiğinde bir aylık mesafeye gidip akşam da bir aylık mesafeden dönen rüzgarı Süleyman ‘in buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“ O halde rüzgar Süleyman’ın emrindeydi ve o bir aylık uzağa deniz seferleri düzenleyebiliyordu. Çünkü rüzgar onun gemileri için istediği yönde esiyordu.”
Burada söylemek istediğimiz şudur: Hz Süleyman; Allah'ın kendisine tahsis ettiği egemenlikle rüzgara emrederek, yarım günde yani on iki saatte, bir aylık mesafe hızındaki rüzgarı, denizlerdeki gemileri için kullanarak ticari üstünlük sağlamıştı. Akdeniz kıyısındaki limanlar Çin ve Yemen üzerinden deniz ve kara ipek yolundan gelen ticari malları Afrika ve Avrupa'nın en ücra köşelerine hızla sevk edebiliyordu. Onun rüzgara hakimiyeti sadece denizler üzerindeydi.
b/ İnşaatçılık
Süleyman (a) aynı zamanda yapı işlerine de ağırlık vermişti. Yaptırdığı binaların en görkemlisi Kudüs’te inşasına başlanılan Mabeddi. Tevrat' ta Hz.Süleyman'ın inşaatlarının çok büyük ve yıllarca süren yapılar olduğu anlatılır.
" Süleyman iki yapıyı - RAB'bin Tapınağı'yla kendi sarayını - yirmi yılda bitirdi. " (1.Krallar,9/10)
" Kral Süleyman RAB'bin Tapınağı'nı, kendi sarayını, Millo'yu ve Yeruşalim'in surlarını yaptırmak; ayrıca Hasor, Megiddo ve Gezer kentlerini onarıp güçlendirmek amacıyla angaryacıları toplamıştı. " (1.Krallar,9/15)
Emrinde inşaat işlerinde çalıştırdığı binlerce köle ve usta ve bunları gözetleyen kahyaları vardı. Kur'an bu hususu şöyle belirtiyor.
" Ve Şeytanları: Her bina ustasını ve dalgıcı. Ve zincirlerle birbirine bağlanmış diğerlerini buyruğu altına verdik." (Sad/37-38)
Bu sayede çok zor iş olan inşaatçılığa ağırlık verildi. Her şeyin insan emeğiyle yapıldığı o çağlarda başlanılan bir inşaat yıllarca sürüyordu. Binlerce köle besleyen, yıllarca süren yapılara, yığınlarca malzemeyi temin edebilen, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığının istihdam gücünün ne denli büyük olduğu Tevrat’ın 1. Krallar bölümünde şöyle dile getiriliyor:
“Ve Süleyman’ın yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin adamı; bunlardan başka Süleyman’ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üç bin altı yüz baş kahyaları vardı... Ve Süleyman on yıldır evini yapıyordu.” (2. Tarihler, 2/2)
c./Bakır
“...Onun için su gibi erimiş bakır akıttık.”(Sebe/12)
Allah, Hz.Süleyman’a, bakır madenini bahşetti. Böylece babası Davud’a demiri yumuşatarak savaş malzemeleri yapma sanatını ihsan eden yüce Allah, Süleyman’a da bakır madenini su gibi akıtarak, Davud’dan kalan demircilik sanatının üzerine bakırcılığındaeklemesini sağladı. Böylece bakırcılık gelişti, bina dekorasvonları, heykeller, devasa kazan kaplar imal edilmeye başlandı.
“Süleyman için O ne dilerse; Mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı.”(Sebe/13)
Süleyman inşa ettiği mabedin süslemelerini bakırdan yaptırıyordu. inşaatlarda çalışan binlerce işçinin yemekleri için dev kazanlar ve günlük yaşamda kullanılan kap kacakları bakırdan döktürmüştü. Bakır artık günlük hayatın bir parçası olmuştu.
“Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlardan buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. Süleyman için, o ne dilerse, mabedler,heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. " (Sebe/12-13)
ç./ Atlar
Süleyman (a)’ın sahip olduğu nimetler arasında atlar da vardı.
Ordusunun süvari birliklerini, en iyi cins atlar olduğu bilinen Arap atları ile teçhiz etmişti.
" Süleyman savaş arabalarıyla atlarını topladı. Bin dört yüz savaş arabası, on iki bin atı vardı. Bunların bir kısmını savaş arabaları için ayrılan kentlere, bir kısmını da kendi yanına, Yeruşalim'e yerleştirdi. " (2.Krallar,1/14)
Kur'an'ı Kerim'de ise Süleyman'ın (a)atları ve onun bu hayvanlara olan sevgisi üzerinde durulur.
" Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. Süleyman:
" Doğrusu, ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim." Demişti. " (Sad/31-32)
Bu ayet-i kerime'den anlaşıldığı kadarıyla, kendisine bir beldeden (Tevrat’a göre Mısır’dan) getirilen cins atlarla, Hz. Süleyman bizzat ilgilenmiştir.
“Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: ‘Artık yeter, onları bana getirin.’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı(Sad/33) Atları yarıştırıp deneyen Süleyman, onları yanına getirip bacaklarını ve boyunlarını okşar. Bu ayetlerde belirtilen mal sevgisi; Allah tarafından verilen malların Allah’ı anmayı, onu hatırlamayı sağladıkları için sevilmesi olayıdır; dünya hayatına tapan insanların mal sevgisi gibi olmadığını belirtmesi içindir. Hz. Süleyman’ın mal sevgisi Allah’ın istediği nizamın temini için atların ve diğerlerinin bir vasıta olmasından dolayıdır. Hz. Süleyman her zaman Allah’a; verdiği nimetler için şükreden bir kuldu. O denenmiş biriydi. Allah’a asi olması mümkün değildi. Bunu Allah, bir sonraki ayette şöyle belirtiyor:
“And olsun ki Süleyman ‘ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü. Süleyman:‘Rabbim, beni bağışla! Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver! Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın.’ dedi.” ( Sad/34-35)
Ayetlerde anlaşılması gerekenin Süleyman’ın mal sevgisinin; Allah rızasını kazanma yolunda bu malların bir vesile olduğunu itiraf etmesi iken, olmadık yorumlara gidilmesi sonucu, ayetlerin asıl mesajı kaybolmaktadır. Dolayısı ile olay hidayetle ilgili olmaktan ziyade tarihsel boyutlarda kalmaktadır.
d./ Cinler
Hz. Süleyman babasının zamanından devam ede gelen bir hükümdarlığın sahibi idi. Bu hükümdarlığı tesis ederlerken çeşitli savaşlar yapmışlar, bu savaşlardan aldıkları ganimetler yanında savaşan düşmanlardan esirler, köleler edinmişlerdi.
“Rabbinin izniyle, yanında iş gören CİNleri onun buyruğu altına verdik.”(Sebe/12)
“Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören ŞEYTAN1ardan da onun buyruğu altına verdik.”(Enbiya/82)
“Süleyman'ın CİNlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı.”(Nenıl/18)
“...Bina kuran ve dalgıçlık yapan ŞEYTANIarı, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.”(Sad/37-38)
Eğer emrinde böyle büyük bir güç mevcut olmasaydı, emeğe dayalı işlerin yoğun olduğu o dönemde Hz. Süleyman'ın yıllar sürecek binalar yapmaya girişmesi mümkün olamaz. Ayrıca ticaret ve diğer el sanatlarının yoğun olarak yapılması mümkün olmazdı.
e./ Kuş Mantığı
“Ey insanlar. Bize Mantıkut-Tayr öğretildi.” (Neml/16).
Sebe Melikesi ile Hz. Süleyman arasına geçen olaylar öncesinde açıklanan
buözellik aynı zamanda Sebe’den haber getirip, diyalogu sağlayan Hüdhüd kuşunun Süleyman’la anlaşmasını izah etmiş oluyordu. “Şu yazımı onlara götür, onlara at. " (Neml/28)
Hz. Süleyman’ın kuşlarla olan ilişkisi, babası zamanında başlamıştı:
“Doğrusu Biz, akşam sabah onunla beraber tesbih eden dağları, KUŞLARI da toplu halde onun buyruğu altına vermiştik.”(Sad/18). Davud da kuşlarla ilgilenmişti, onun bu ilgisi Süleyman’da da devam etmişti. Daha sonraları Süleyman(a) , kuşların hareketlerini de anlamaya başlamış ve onları çeşitli işlerde kullanma imkanlarını elde etmişti.
“O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden mantıkı, ledünniyatı da biliyordu.”
“Binaenaleyh kuşun muhtelif hisleri arasındaki münasebatı idare eden hassasiyet kuvvesi kuş mantığı ve hislerini izhar için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman “dik, dik” diye tavukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir.”
Dolayısıyla kuş mantığını kavrayan Süleyman (a) onları istediği yerlerde kullanmayı başarmıştı. “Hz. Süleyman (as.) bu kuş birliklerini, muhtemelen haberleşme, avlanma ve buna benzer görevler için kullanıyordu.”
Neml Suresi’nde anlatılan, Süleyman (a) ve Sebe melikesi arasında geçen olaylar
“Hüdhüd’ün getirdiği haberde Sebe ile ilgili anlattığı detaylar Peygamberlik fonksiyonunun Allah tarafından Hüdhüd ağzıyla ifade edilmesidir. “Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.”Sebe kavminin Allah’ı tanımadıkları, Allah zannıyla güneşe taptıklarını anlatıyor. Bunu niçin yapıyorlar? “...Şeytan kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur.”O halde ne olacaktır? Şeytan onlara eğri yolu süslü gösterdiği için, doğru yolu bulamayacaklardır. Onlara Allah’ın dinini bildirecek bir resul gereklidir. İşte Allah’ın Süleyman’ı Sebe’ye sevk etmesi; onlara doğru yolu bildirmek istemesinden kaynaklanıyor. Tabii ki bu ayetler bize, aynı zamanda peygamberliğin toplumdaki fonksiyonunu anlatmış oluyor.
Hüdhüd’ün Süleyman’a Sebe kavminin durumunu bildirdikten sonra;
Süleyman (a) Melike’ye Hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir. Mektubu alan Melike, hemen mele’sini toplar.
“Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm veremem. ” (27/32)
Bu ayet, Melikenin ülkeyi nasıl yönettiği hakkında bize bir fikir veriyor. Daha önce 23. ayette Melike'nin elde ettiği nimetler sayılır:
" Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum.”
Kendisine her şeyden bolca verilen, ifadesi Süleyman (a) için de kullanılır " Ey insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize HER ŞEYDEN BOLCA VERİLDİ. " Şu halde Melike büyük bir servet sahibidir ve ülkesini şura ile yönetmektedir. Sebe Melikesi Belkıs ile Hz. Süleyman arasında yapılacak bir kıyaslamada, ülke yönetimtarzları ile sahip oldukları servetlerin birbirlerine yakın olduğunu gösteren verilerle karşılaşıyoruz. Her iki yönetim birbirinin aynı kapasiteye sahiptirler. Ancak Belkıs'ın yönettiği devletve tebaası şirke düşmüş, Allah’a isyan etmişlerdir. Hz Süleyman’ın yönetimi ise adaletiile şöhret bulmuş, ele geçirilen yerler ve tüm bölgede nam salmış, diğer idarelerin gözleri korkmuştu. Tabii bu Belkıs tarafından da duyulmuştu.
Yapılacak en iyi iş, Hz. Süleyman’ın mektubunu aldıktan sonra,
Süleyman’ın zayıf taraflarını yoklamaktı. Neticede şura, Hz. Süleyman’ın hediyelerle denenmesine karar verir. Bu kararda şu psikoloji vardır: Krallar her ne kadar büyük bir servete sahip olsalar da, tabaları tarafından saygı ile karşılansalar da, yine de içlerinden elde ettikleri bu nimetlerden daha da fazlasını isterler. Bu onların zayıf taraflarıdır. Dolayısı ile iyi bir yönetici olan Melike, Süleyman’ı denemek ister. Fakat umdukları gibi olmaz. Süleyman (a) mala düşkün biri değildir. Allah bunu daha önce anlatmıştı.
“ (Süleyman) Doğrusu ben bu iyi malları Rabbimi anmayı sağladıkları için severim.”(Sad/32).
Hz. Süleyman’ın, malı Allah’a hizmette bir vasıta olduğu için sevdiğini bilmeyen melikeye cevabı çok serttir:
“Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! Andolsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.”(27/36)
Bu sert cevap içerisinde Melike’nin daha önce ifade ettiği bir husus yer alır. o da; “ Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. ”(27/34) şeklindeki hükümdarlar hakkındaki tanımıdır.
Hz. Süleyman, bu sert cevabı yolladıktan sonra, Melike’nin teslim olacağından o kadar emindir ki şöyle bir çağrı yapar.
“ Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?” (27/38)
Amacı ona kudretinin büyüklüğünü göstermektir. Buna bile gerek kalmaz çok zeki biri olan Melike; Süleyman’ın hükümdarlığı hakkında tevatüren edindiği bilgilerle, bu mülkün Allah’ın yardımı olmadan olamayacağı kanaatine varır. Hz. Süleyman’la görüşmek üzere Kudüs’e doğru yola çıkar.
Belkıs Kudüs’e doğru yol alırken onun Müslüman olduğundan haberi olmayan Hz. Süleyman, Kitap ilmine sahip birisi sayesinde Belkıs’ın tahtını getirttirerek, tahtı melike tarafından tanınamayacak hale getirtir. Süleyman’ın Melike’ye ilk sorusu, yanı başlarında duran tahtın kime ait olduğu idi. Belkıs’ın cevabı ise tahttan ziyade Allah’a teslim olması ile ilgiliydi. “ Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk. ”Rivayeten aldığı bu bilgilerle teslim olan Melike, Hz. Süleyman’ın sahip olduğu eserleri görünce kalbi daha mutmain olur ve şöyle der:
“ Rabbim! Şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman’la beraber alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum. ” (27/44)
Böylece Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun yolunda kullanan bir yöneticinin ve toplumun ulaştığı seviye Belkıs’a gösterilmiş, onun da elindeki serveti Allah yolunda kullanması gerektiği anlatılmış oluyordu.
“ Süleyman‘ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere fark ettirdi. 0 ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.”(Sebe/14)
Süleyman , (a)babasından devraldığı hükümdarlığı adaletle; Allah’tan aldığı Resullüğü hak ile yerine getirip eceli geldiğinde vefat ettirilir. Emrindeki cinlerin bu olaydan haberleri olmaz. Dolayısıyla azab içinde hayatları devam eder. Eğer Süleyman’ın ölümünden haberleri olsalardı isyan eder kurtulurlardı.
Ömer Rıza Doğrul’a göre: “Süleyman’ın dayandığı değnek, onun
saltanatıdır. değneğini yiyen kurt da oğlunun idaresizliği ve zaafıdır. Cinler de kendisinin emri altına giren yabancılardır. Süleyman’ın ölümünden sonra onun saltanatına musallat olan oğluRehoboam, sefa zevke daldığından, onun saltanatını kemirdi, çürüttü, sonunda İsrailoğulları’na hizmet eden, boyun eğen kabileler, artık onlara boyun eğmediler. "
Tevratta da Süleyman’ın ölümünden sonra yerine oğlu Rehoboam'ın geçtiğini fakat; ülkeyi babasının yönettiği gibi iyi yönetemediğini anlatır.
Gerek müfessirlerin yaptığı yorumlar, gerekse Ömer Rıza Doğrul’un yaptığı izah, sonuçta vakıayı anlamaya yönelik ferdi görüşler olarak alınmalı, ama nihai tespit olarak değerlendirilmemelidir. Zira Rabbimiz bu detay üzerinde Kur'an'da fazla durmamış, asıl mesajı, öne çıkarmıştır:
"...Şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azab içinde kalmazlardı.”
Bizler için önemli olan husus budur. Ölümün nasıllığının bilinmesi bizlere pek bir şey kazandırmayacaktır. Hatta belki de gereksizdir.
Sonuç
Sonuç olarak Süleyman (a) kıssasının vermek istediği mesajları şöyle sıralayabiliriz:
a) Hz. Süleyman kıssasının nazil olmasının ilk sebebi Tevrat, İncil gibi muharref kitaplardan ve çeşitli rivayetlerden, Hz. Süleyman hakkında bir takım yanlış fikirlere sahip olan cahiliyye toplumuna kıssanın doğrusunu bildirmektir. Çünkü hidayetle ilgili içerikten yoksun olan Süleyman (a)kıssasından insanlar öğüt ve ibret alamazlardı.
b) Mekke’yi kendi heva ve heveslerine göre yöneten Mekke Melelerine, toplumu hak ve adaletle yönetmeleri kıssa yoluyla bildirilmiş oluyordu.
c) Hz. Süleyman’ın kıssasının bütünü, ülke yönetiminde bulunan bir yöneticinin Allah’ın emirlerini gerek kendisine, gerek toplumuna, gerekse diğer toplumlara uygulamalarını ibret olarak vermektedir.
d) “Ey Davud! Biz, seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet, hevana uyma yoksa seni Allah ‘in yolundan saptırır.”(Sad/26).
Babası Davud’a Allah’ın emrettiği bu ilke; Hz. Süleyman’ın da kavmini yönetirken uyguladığı ilahi bir ilkedir. Allah böylece ülke yöneticilerinin toplumlarına yapacakları davranışların nasıl olması gerektiğini iki İslami otorite olan Davud ve Süleyman’ın kıssası ile bildirmiş oluyordu.
e) Sebe melikesinin Melesi ile yaptığı istişare, ülke yönetiminde ŞURA prensibinin önemini gösterir.
f) Allah’ın verdiği nimetleri onun kanunlarına göre değerlendirerek toplumun refahını artırmak... Diğer toplumların önüne geçmek...
Hz. Süleyman’ın gemiler inşa edip, rüzgarlardan faydalanarak ticarette ilerlemesi, zırh ve Arap atları ile teçhiz edilmiş kuvvetli bir orduya sahip olması, bakır madenini işleme sanatını geliştirmesi ve inşaat sanatını ilerleterek elde ettiği göz alıcı binalar sayesinde kurduğu medeniyet bizlere ibrettir. Böylece silah üstünlüğü sayesinde gelecek tehlikelere karşı hem hazırlıklı olmak, hem de diğer kavimlere üstünlüğünü bu yolla kabul ettirmek mümkün olabilir. .
g) Yöneticiler geldikleri makama Allah’ın lutfu ile gelirler, dolayısıyla böbürlenme, şöhret tutkusu ve tamahkarlık onlara yakışmaz. Elde ettikleri o mevkinin Allah’ın onlara bahşettiği ve sınandıkları bir mevki olduğunu her zaman hatırlamaları gerektiği kıssa yolu ile anlatılır.
h) Süleyman’ın (a) Sebe melikesini, İslam’a çağrı metodu olan mektup gönderme metodunu, daha sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselat-u vesselam’ın; çağdaşları diğer hükümdarları İslam’a davet ederken kullandığını görmekteyiz.
ı) Davud ve Süleyman kıssası, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak İslam otoritesinin yapması gereken davranışların neler olduğunun; olması gerektiğinin örneklerini veren bir ibret ve nasihat vesikasıdır.