Sakarya'da Danıştay Protesto Edildi
Özgür-Der Sakarya Şubesi, İstanbul Barosunun başvurusu üzerine Danıştay’ın ikinci kez almış olduğu, hukuksuz yürütmeyi durdurma kararını ve Tekel işçilerinin eylemleri bağlamında çarpık özelleştirme politikalarını protesto etti.
Özgür-Der Sakarya Şubesi'nin her ayın ikinci Cumartesi günü, Adapazarı Gar Meydanı'nda düzenlediği basın açıklamalarının bu ayki gündeminde; Danıştay'ın ikinci kez almış olduğu, hukuksuz yürütmeyi durdurma kararı ile birlikte, uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yürütülen, çarpık özelleştirme politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkan ve bu bağlamda iki ayı aşkın süredir Ankara'da, Türk-İş'in önünde devam eden Tekel işçilerinin eylemleri vardı.
Özgür-Der Sakarya Şubesi adına basın açıklamasını okuyan Ömer Sevim, Danıştay'ın kendi varoluş amacından hareketle, baskıcı ve dayatmacı bir tutumla, katsayı düzenlemesini iptal etmesini şu sözlerle protesto etti: "Bu karar toplumun vicdanında asla kabullenilmeyecek hukuksuz bir karardır. Bu halkı yok sayan, kendi menfaat ve çıkarından başka bir şey düşünmeyen zorbaların alacağı bir karardır. Bu bir gün lanetle anılacak ayrımcı, belli bir zümrenin keyfine göre alınmış bir karardır. Bu dayatmacı, baskıcı ve yasakçı zihniyetin bir ürünüdür. Bu darbeci-cuntacı bir elitist kadronun statükoyu korumasını amaçlayan bir karardır. Bu kendisinden nefret ettiren utanç duyulacak bir karardır. Bu mantığında 28 Şubatın, cuntanın bulunduğu bir karardır. Bu halkı sömürmeye alışmış olanların alabileceği bir karardır. Bu özünde Çevik Bir zihniyetinin bulunduğu bir karardır."
Sevim, Tekel işçilerinin eylemleri bağlamında çarpık özelleştirme politikalarını ise şu sözlerle değerlendirdi: "2000 'li yıllarla başlayan özelleştirmeler uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yürütülen ve ülkeyi sadece bir pazar olarak gören politikaların bir sonucuydu. Tekel özelleştirmesi de bunun ayaklarından bir tanesiydi. Emeği ve işgücünü sadece bir sömürü aracı olarak gören bu işverenci, kapitalist sistemin elebaşları, tüm diğer işçiler gibi Tekel çalışanlarının da hak ve hukuklarını görmezden geliyorlar. Tekel işçilerinin taleplerini münferit birkaç hamle ile geçiştirmek amacındalar. Olayın asıl muhatabı olan Hükümet'in içinde bulunduğu bu davranış şekli sömürmeyi aratmıyor. CHP, MHP ve diğer muhalif unsurların Ankara'daki eylemi sahiplenir gibi görünmelerini Hükümet refleksif bir şekilde ele alarak buradaki işçi ve ailelerini de mağdur ettiğini fark edemiyor. Hükümetin ve diğer sorumluların adalete dayalı bir çözüm üretmeleri noktasında, işçileri dinleyerek, onların taleplerini görmeleri gerekmektedir. Her konuya kurumsal mutabakat, toplumsal mutabakat şeklinde bakmayı alışkanlık haline getirmiş Başbakan'ın, işçilerin emek ve alın terlerine saygı göstermesi gerekmektedir. Her konuya mevcut şartlar edebiyatları üzerinden yaklaşan Hükümetin, bu kafayla giderse hiçbir sorunu çözemeyeceği de ortadadır."
Basın açıklamasında "Zulme Karşı Direniş Herkes İçin Adalet" ve "Ulusçu Dayatmaya, Kışla Tipi Eğitime, Başörtüsü Yasağına Hayır!" pankartlarını açan katılımcılar, "Danıştay'ın Balyozu Öğrencinin Tepesinde", "Darbeci Baro Zorba Danıştay", "Hukuk Kılıfına Sarılmış Despotizme Geçit Yok", "Halkın İradesi Yargı Oligarşisine Teslim Edilemez", "4/C-Asgari Ücret; Ekonomik Sömürü Düzenine Hayır!", "4/C-Asgari Ücret-Çarpık Özelleştirme-Tüketim Kültürü; Modern Köleleştirme Politikalarına Hayır!" vb. dövizler taşıdılar. Açıklama boyunca "İnadına Direniş İnadına Adalet" ve "Tevhid Adalet Özgürlük" sloganları atıldı.
Özgür-Der Sakarya Şubesi Şubat Ayı Basın Açıklaması Tam Metni:
Yürütme Durdu! Yürüyüşe Devam…
Açıklamamıza başlarken herkesi Allah'ın selamı ile selamlıyoruz.
İstanbul Barosunun başvurusu üzerine Danıştay'ın almış olduğu yürütmeyi durdurma kararı, başta imam-hatip liseleri olmak üzere meslek liseli öğrencileri, ailelerini ve tüm toplumun tepkisini çekti. Türkiye'de lise seviyesinde eğitim gören yaklaşık 4 milyon öğrencinin yaklaşık % 35'i meslek liselerinde eğitim görüyor. Bu da hemen hemen bir buçuk milyon öğrenci yapıyor. Meslek liselerine giden öğrenci profilleri de düşünüldüğünde, katsayı sorunu ülkenin alt orta sınıfı diyebileceğimiz kesimi ilgilendiren bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. 28 Şubat'ın mirası olarak günden güne büyüyen bir sorun olarak katsayı alt orta sınıfın kazanmış olduğu hak ve özgürlüklerin Danıştay tarafından yok sayılması gibi bir anlamı da içeriyor. Ve bu anlamıyla Kemalist, laik rejimin halkı ve halkın taleplerini nasıl gördüğünü de ortaya çıkartıyor. Bütün bilimsel veriler dahil olmak üzere, bu kararın ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan olumsuz sonuçlar doğuracağı açıklanıyor.
YÖK kendi yetki alanı kapsamında bulunan bir konuda bir düzenleme yapıyor ve tamamen olmasa da eşitsizliği az da olsa gideriyor, fakat Danıştay kendi varoluş amacından hareketle baskıcı ve dayatmacı bir tutumla bu düzenlemeyi durduruyor. Hafızalarda tek parti döneminden kalma uygulamalara benzer durumlar canlanıyor. Danıştay halkı düşünmüyor. İmam-hatip liseliler ve meslek liseliler Danıştay'ın umurunda olmuyor. Aslında cüzamlı olarak görülenler imam-hatipliler fakat Danıştay yaptığını haklı göstermek için meslek liselerini de mağdur etmekten çekinmiyor. Kemalist, laik ve Ergenekoncu kesimler hariç tüm duyarlı halk bu kararı kabul etmediğini haykırıyor. Meydanlarda eylemler düzenliyor. Basın açıklamaları ile bu hukuksuz karar protesto ediliyor. Rektöründen, öğrencisine tüm eğitim dünyası bildiriler yayınlayarak, mağduriyet oluşacağını ilan ediyorlar. Hatta Başbakan açıkça Danıştay'a yüklenerek; "yoksa siz Başbakan imam-hatipli diye mi böyle bir karar veriyorsunuz" diyerek tepkisini dile getiriyor. Bütün bilimsel veriler dahil olmak üzere bu kararın ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan olumsuz sonuçlar doğuracağı açıklanıyor, fakat Danıştay'ın inadı kırılmıyor.
Güya kimse bir anlam veremiyor. Fakat bunun anlamı şudur;
Bu karar toplumun vicdanında asla kabullenilmeyecek hukuksuz bir karardır. Bu halkı yok sayan, kendi menfaat ve çıkarından başka bir şey düşünmeyen zorbaların alacağı bir karardır. Bu bir gün lanetle anılacak ayrımcı, belli bir zümrenin keyfine göre alınmış bir karardır. Bu dayatmacı, baskıcı ve yasakçı zihniyetin bir ürünüdür. Bu darbeci-cuntacı bir elitist kadronun statükoyu korumasını amaçlayan bir karardır. Bu kendisinden nefret ettiren utanç duyulacak bir karardır. Bu mantığında 28 Şubatın, cuntanın bulunduğu bir karardır. Bu halkı sömürmeye alışmış olanların alabileceği bir karardır. Bu özünde Çevik Bir zihniyetinin bulunduğu bir karardır.
Buna karşı yapılacak olan, Türkiye'de onura, hukuka ve adalete yakın herkesin tepki gösterdiği gibi karşı çıkmak ve bunun şahitliğini yapmaktır.
Diğer bir gelişme olarak, Genelkurmay Başkanının çıkıp; "sabrımız taştı, yeter yahu" diyerek sanki kendilerine haksız ve hadsiz bir yıpratma ve saldırı varmış izlenimi yaratmaya çalışmasına değinmek istiyoruz. Halka, halkın hak ve özgürlüklerine olumlu tek kelime edemeyenler, kendi kurumlarından pis kokular yayıldıkça asabileşiyor, agresifleşiyor, güya sertleşerek Hükümetin üzerinden halka sopa gösteriyor.
Hiç hadleri olmadığı halde tehdit edici cümlelerle kameraların karşısına geçiyorlar. Haklarındaki iddiaları bile doğru dürüst okuyup, incelemeden bağırıp çağırıyorlar. Amirallere suikast iddiası ile ilgili olarak iddianamede tek satır olmadığını söyleyen Başbuğ öfkeden önünü göremeyecek kadar körleşmiş görünüyor. Yıllardır halkı sindirerek, sömürmeyi alışkanlık haline getirmiş bu vesayet rejimi; hesap vermek istemiyor, sorgulanmak istemiyor, başına buyruk olmaya alışmış olduğu düzenin devam etmesini istiyor. Süreç bu şekilde devam edecek olursa, Başbuğ'un galiz ifadelerle kameraların karşısına çıkabileceğini tahmin etmek hiçte zor değil.
Ayrıca iki ayı aşkın süredir Ankara'da, Türk-İş'in önünde devam eden Tekel işçilerinin eylemlerine değinmek istiyoruz.
2000 'li yıllarla başlayan özelleştirmeler uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yürütülen ve ülkeyi sadece bir pazar olarak gören politikaların bir sonucuydu. Tekel özelleştirmesi de bunun ayaklarından bir tanesiydi. Emeği ve işgücünü sadece bir sömürü aracı olarak gören bu işverenci, kapitalist sistemin elebaşları, tüm diğer işçiler gibi Tekel çalışanlarının da hak ve hukuklarını görmezden geliyorlar. Tekel işçilerinin taleplerini münferit birkaç hamle ile geçiştirmek amacındalar. Olayın asıl muhatabı olan Hükümet'in içinde bulunduğu bu davranış şekli sömürmeyi aratmıyor. CHP, MHP ve diğer muhalif unsurların Ankara'daki eylemi sahiplenir gibi görünmelerini Hükümet refleksif bir şekilde ele alarak buradaki işçi ve ailelerini de mağdur ettiğini fark edemiyor.
Hükümetin ve diğer sorumluların adalete dayalı bir çözüm üretmeleri noktasında, işçileri dinleyerek, onların taleplerini görmeleri gerekmektedir. Her konuya kurumsal mutabakat, toplumsal mutabakat şeklinde bakmayı alışkanlık haline getirmiş Başbakan'ın, işçilerin emek ve alın terlerine saygı göstermesi gerekmektedir. Her konuya mevcut şartlar edebiyatları üzerinden yaklaşan Hükümetin, bu kafayla giderse hiçbir sorunu çözemeyeceği de ortadadır.
Sorunların çözümü adalete dayalı bir irade ortaya koymakla başlayacaktır.
Sorunların çözümü haksızlıklar karşısında asla susmayan bir ses olmakla başlayacaktır.
Sorunların çözümü muhataplara kulak vererek ve anlamaya çalışarak ortaya çıkacaktır.
Sorunların çözümü zalimlere boyun eğmeme ve onlardan hesap sormaya niyetli olmakla başlayacaktır.
Sorunların çözümü en başta sorunu tespit etmek ve onu ortadan kaldırmaya dayalı bir mücadele bilinci ile başlayacaktır.
Bu ülkede en büyük sorun; vesayete dayalı, laik, Kemalist rejimdir.