Özgür-Der Batı Karadeniz İstişare Toplantısı
Özgür-Der Batı Karadeniz İstişare Toplantısı 24 Ağustos Cumartesi gecesi yapıldı.
Özgür-Der Sakarya Şubesi’nin bölgedeki temsilcilikler ve Sapanca’da faaliyetlerini sürdüren SABED ile beraber organize ettiği Özgür-Der Batı Karadeniz İstişare Toplantısı 24 Ağustos Cumartesi gecesi yapıldı. Yapılan istişari toplantıda bu bölgesel buluşmanın gelenekselleştirilerek süreklileştirilmesi kararlaştırıldı.
Geçen yıl olduğu gibi yine Mahmudiye’deki doğal ortamda yapılan ve saat 17:00’de başlayan program çeşitli etkinlikler üzerinden ertesi günün sabah namazına kadar devam etti. Program yapılan sabah kahvaltısını müteakip sona erdi.
İkincisi yapılan Özgür-Der Batı Karadeniz İstişare Toplantısına Sakarya, Sapanca, Geyve, Bartın, Kocaeli’nde faaliyet gösteren Özgür-Der şube, temsilcilik, girişim vb. yanı sıra Zonguldak Çağrı-Der, Karadeniz Ereğlisi Feda-Der ile misafir olarak da Bursa ve Ümraniye şubesi temsilcileri tarafından katılım sağlandı.
Kılınan akşam namazı ve birlikte yenilen akşam yemeğini müteakip Sezai Arıcıoğlu’nun başkanlığında başlayan program Özgür-Der Sakarya Şubesi başkanı M. Baki Kızıltepe’nin selamlama konuşmasıyla devam etti. Yapılan sunuş ve selamlama konuşmalarında toplantının amaç ve işleyiş biçimine dikkat çekilerek bilgi aktarımlarında bulunuldu.
Sonrasında “Tanışma ve Tanıtım” başlığı altında bir forum gerçekleştirildi. Her katılımcının 10’ar dakikalık söz aldığı bu bölümde çeşitli illerde faaliyet gösteren katılımcı kuruluşlar son 1 yıl içerisindeki faaliyet programlarının özetini yaptılar. Bu bağlamda eylem ve etkinliklerin içeriğinden işlenen metotlara, diğer kesimlerle sürdürülen ilişkilerden karşılaşılan zorluklara değin bir dizi konuda bilgi paylaşımlarında bulunuldu. Yanı sıra önümüzdeki süreçte amaçlanan hedefler ve belirlenen faaliyet takvimi üzerinde de görüş alışverişinin yapıldığı bu bölümde, Türkiye ve dünya gündeminde öne çıkan gelişmelerle ilgili değerlendirmeler de yapılarak gelecek tasavvurunun nasıllığı konuşuldu.
Bu bağlamda yapılan değerlendirmelerde özetle şu vurgular öne çıktı:
► Usul algımızı ve okumalarımızı daha fazla tasnif etmeliyiz. Siyasal-aktüel olana ilişkin gündem, değerlendirme ve tutumlarımız usuli alanla irtibatlı olarak sürdürülmelidir.
► Yapılan ve yapılacak eğitim faaliyetlerinin tek başına Kur’an Nesli’nin oluşmasına yetmeyeceği bilinmeli; usuli okumalardan edinilen bilgi-birikimin gerek şahsi gerekse de yapısal planda pratik-güncel hayat ve sorunlarla ilişkilendirilerek örnek formlar oluşturulmalı.
► Başta Mısır ve Suriye’deki gelişmeler olmak üzere Müslüman coğrafyalarda yaşanan son süreçle ilgili, Türkiye’de dayanışma etkinliklerinin önemi üzerinde duruldu. Bu bağlamda daha nitelikli ilişkilerin nasıl geliştirileceği, ortamın tevhidi bilinçlilik açısından nasıl yönlendirilebileceği ve bunun nasıl bir üslup ve usul gerektirdiği üzerine mütalaalarda bulunuldu.
► Teşkilatlı/Cemaatli olmanın önemi ile teşkilatçılık/cemaatçilik fitnesi arasındaki dengeye azami dikkat gösterilmeli ve haseten de Özgür-Der’in belirli bir çizgisi olan bir teşkilatlanma/cemaate tekabül etmekle birlikte cemaatçilik, Özgür-Dercilik fitnesinden de beri olduğunun altı çizildi. Çeşitlenen muhataplar açısından mesajımızın doğru algılanması ve sağlıklı tanınması açısından öncelikle hangi hususlara dikkat edilmesi gerektiği üzerinde duruldu.
Verilen aradan sonra ikinci fasla geçilen program Hamza Türkmen’in sunumuyla devam etti. “Cahili Sistemin Geriletilmesi ve Mücadele Tarzları” başlığı altında bir konuşma yapan Hamza Türkmen, bu bağlamda çeşitli İslami hareketlerin usuli ve siyasi perspektif bazında taşıdığı zaaflar, tarih-toplum ve sistem değerlendirmesinde düşülen yanlışlar ile gelecek tasavvuru bağlamında taşınan eksikler ve metot anlayışları dolayımında tespit ve değerlendirmelerde bulundu. Genel olarak Ortadoğu İntifadaları ve daha özeldeyse Mısır ve Suriye’deki son süreç üzerinden yapılan değerlendirmede özet olarak aşağıdaki vurgular öne çıktı:
► Mısır’da olan şey ve İhvan’ın tutumu Siyer’in Mekke dönemindeki direniş ve tebliğ fıkhını adeta yeniden gündemleştirmektedir.
► İhvan liderlerinden Biltaci’nin şehit kızı Esma’ya mektubundaki ümmeti yeniden ihya-inşa vurguları, aynı zamanda Seyyid Kutub’un vurgularının güncelleşmiş halini ifade etmektedir.
► İslami kesimler diğer birçok alanda olduğu gibi gelecek öngörüsü bağlamında da farklılıklar taşımaktadırlar. Hizmet Cemaatinin gelecek tasarımı “Dindar ol+para kazan!” formu olup bu hedefe ulaşmak için de Cemaat temsilcileri Weber’in Proteston Ahlakı önerisini öne çıkarmaktadır.
► Önemli olan akademik bir dil kullanarak kavram tartışmalarına boğulmak değil, çeşitlenen muhataplarımızın Vahyî mesajı doğru kavramalarını sağlayacak açıklıkta üslup geliştirmektir.
► Türkiye’deki uyanış sürecinde –etkileri halen de sürmekte olan- öncelikli hedef yanlışlığı iyi analiz edilmeli, mevcut dağınıklık ve çöküşün nedenleri doğru saptanmalıdır.
► Mısır’daki son süreç üzerine Türkiye’de yakalanan canlılık ve dinamizm düzeyi Filistin’e olan ilginin üzerine çıktı; ancak Özgür-Der, İHH vb. kesimlerin Suriye olayına karşı edindiği tutum ve geliştirdiği istikrarlı çizgi Mısır bağlamındaki canlılık ve dinamizm düzeyine zemin hazırladı.
► Genelde Ortadoğu İntifadaları daha özelde ise Mısır ve Suriye’deki son gelişmeler İslam coğrafyasını motive ederek yeni bir uyanış dalgasını tetiklemesinin yanı sıra mücadelede azim, irade, adanmışlık, bağlılık, devamlılık ve istikrar noktasında da öğretici oldu.
► Mektep ve hareket arasında olması gereken denge ve bütünlüğü göz ardı eden her tür yaklaşım sorunludur. Düşünceyi değil de ezberi önceleyen yaklaşım kimden sudur ederse etsin Kur’an’ın doğru anlaşılması ve İslami şahsiyetin oluşması önünde büyük bir engeldir.
► Ümmetin bakiyesi olarak İslam coğrafyasının tüm halkları bugün ulus-devletlerin esiri konumundayız. Kimimiz tamamen, kimimiz ise yarı sömürge halindeyiz. Özgürleşmek için merhaleci bir mücadele anlayışı ve fıkhına ihtiyacımız var. Bunun için ise reel olarak öncelikle üzerimizdeki vesayeti kırmamız gerekmektedir. Ortadoğu’da, intifada bölgelerindeki başta İhvan olmak üzere çoğu İslami hareketin temel önceliği, mevcut vesayeti devirerek özgür ortamlarda kendini oluşturmak ve daha sonra da merhaleci bir mücadele fıkhıyla toplumsal ve siyasal dönüşüm ve yeniden inşa sürecine koyulmaktır.
► Kayıplarımız kadar kazanımlarımızın ve gücümüzün de farkında olmak durumundayız. Mesela şayet biz 28 Şubat’a karşı direnmeseydik bugün AK Partili sürecin beraberinde getirdiği ortamlar olmayabilirdi. Yine 1 Mart Tezkeresi’ne karşı çıkmasaydık Türkiye dış politikada Müslüman halklar lehine paradigma değişimi yaşayamayabilirdi.
► Mısır’da olan olay tüm sosyoloji kalıplarını altüst edecek nitelikte hususlara gebedir.
► Mısır’da İhvan iki yıl daha iktidarda kalabilseydi Müslümanların tarihî seyrinde önemli değişimler söz konusu olabilirdi.
► Aslolan devlet değil, ümmet olmaktır. Devrim önemli ama tek başına yeterli değildir. Önemli olan merhaleci bir mücadele anlayışıyla toplumun kimliksel dönüşümü-ıslahı sürecinin devrimden sonra oluşup oluşmayacağıdır. Ancak zinde bir ümmet yapısı oluşturabilirsek zinde bir istişari yönetimden ve medeniyet ufkundan bahsedebiliriz.
► Siyer’in Mekke bölümü, hâkim olunmayan ortamda nasıl bir varoluş mücadelesi verilmesi gerektiği sorusunun da cevabıdır. Mekke’deki kuşatılmışlığın bugünkü karşılığı ulus-devlettir, ulus toplumdur. Ulus toplum, Batı-dışı toplumlar için bir sömürge toplumu projesidir. Ulus toplumda biz kendimizi değil, tebaası olduğumuz ulus-devlet bizi belirliyor. Bu kuşatılmışlık içerisinde var olma mücadelesi veriyoruz. Ticaretimizi de siyasetimizi de bu sistemin içerisinde yapıyoruz. Sistemin dışına çıkmak, onu aşmak için önümüzde iki yol var: 1- Ya gizli-yeraltında bir hazırlık sonucunda silahlı mücadeleye girişerek rejimi devireceğiz 2- ya da sistem içi/demokratik araçları kullanarak uzun soluklu bir toplumsal ve siyasal dönüşüm çabası içerisinde olacağız.
Biz içinde yaşanılan şartlara göre her iki yolun da tartışmaya açık olduğunu, içtihadi olduğunu düşünüyor ve yöntemin akaidleştirilmesine karşı çıkıyoruz.
Yine biz sistem içi/demokratik araçları kullanarak toplumsal-siyasal dönüşümü önceliyor ve bunu da hem Vahyin genel esprisi hem de Siyer’in Mekke dönemiyle temellendiriyoruz. Mesela içerisinde fuhuş çadırlarının da yer aldığı panayırları Peygamber kurmadı ama kendi sabitelerini koruyarak onlardan istifade etti. Peygamber bu araçlar için “Kahrolsun!” diye boykot etmedi, tam tersine kullandı ama sen bunlara “Kahrolsun!” demeyi akaidleştiriyorsun. Ve diğer yandan da aynı aracı kullanma paradoksuna da düşüyorsun. Bu da kavramların ve durumun doğru kavranmadığının ifadesi olmaktadır. Rasulullah İlaf, Eman, Panayır vb. kurumlara küfretmedi. İlkelerine sadık kalarak gücü yettiği oranda kullandı.
Bugün bu araçları tekfir etmeyi imandan sayanlar ile onları fütursuzca, ölçüsüzce, pragmatist zeminde kullananların varlığına tanıklık ediyoruz. Bu zeminde kavramlar da doğru algılanamıyor, sağlıklı bir tartışmanın zemini kayboluyor. Her iki tarafa da konuyu yeterince anlatamıyoruz.
Biz sabitelerimizi koruyarak sistem içi/demokratik araçları kullanıyoruz çünkü var olmamızın yolunun buna bağlı olduğunu düşünüyoruz. Ve inanıyoruz ki Rasulullah Panayırcı olmadığı gibi biz de bunu yapmakla demokrat olmuş olmayız. Bir Müslüman demokrat asla olamaz ama bu kavrama şerh düşme, onu tanımlama ve imkânlarından istifade etme hakkı var. Bazı İslamcılar demokrasi kavramını kullanırken bile bunu ödünç bir kavram olarak fonksiyonelliğine binaen kullandıklarını ifade ediyorlar. Mısır İhvanı’nın Rehberiyetinin tutumu budur. Batılı kavramlar elbette ki kimlik aşılama gibi bir riskler barındırmaktadır. Ancak alternatif olarak ileri sürülen Şûra’nın da tanımlanmış ve modelleşmiş bir formu bulunmamaktadır. Hayatı İslami hareketle özdeşleşmiş birçok öncü şahsiyet işin özünde bir ideoloji olarak demokrasiyi kabul etmemekte, mahkûmu olduğu despotik diktatörlük rejimine karşı demokrasiyi sistem içinde araçsal biçim olarak “seçim” veya “halkın iradi yönelimi” olarak değerlendirmektedir. Unutulmasın ki nihayetinde demokrasinin bir sürü zaafı var ancak karşıtı da diktatörlüktür.
Programın Dilek-Temenni kısmından oluşan üçüncü bölümünden sonra sabah namazına kadar Hamza Türkmen’in sunumundan öne çıkan vurgular üzerinde müzakerelerde bulunuldu.
Dilek-temenni olarak ise bu tür yıllık bölgesel istişari buluşmaların daha kısa periyotlarda sürdürülmesi, içeriğinin önceden istişare edilerek daha da zenginleştirilmesi ve ayrıca aileleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi vurguları öne çıktı.