“Ortadoğu’da Özgürlük Arayışı Çıkmaza mı Girdi?”
Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin düzenlediği “Ortadoğu Ülkelerinde Özgürlük Arayışı Çıkmaza mı Girdi?” başlıklı panele Yusuf Özhan ve Musa Üzer konuşmacı olarak katıldı.
Özgür-Der Üniversite Gençliği tarafından düzenlenen "Ortadoğu Ülkelerinde Özgürlük Arayışı Çıkmaza mı Girdi?" başlıklı panel Mustafa Kocaoğlu moderatörlüğünde Yusuf Özhan ve Musa Üzer'in konuşmacı olarak katılımlarıyla Keçeci Karabaş Semt Konağı'nda gerçekleştirildi.
Mustafa Kocaoğlu'nun konuya dair kısa bir girizgâhta bulunması ile panel başladı. "Müslüman coğrafya neredeyse son iki yüz yıldır çok zorlu bir süreçten geçiyor. Hem harici hem de dâhili birçok problemle karşı karşıya kalmış durumdayız. Bugün Suriye'de İran Rusya Esat üçlüsünün, Yemen'de katil Suudi ve katil İran'ın; Filistin'de ise ABD destekli katil İsrail'in zulüm politikalarına şahitlik etmekteyiz." diyerek sözlerine başlayan Kocaoğlu bu durumun düşünsel anlamda cevap üretilmesi gereken durumları ve içerisinde bulunduğumuz hayatı kuşatan sorunları önümüze koyduğunu söyledikten sonra komplocu ,müdahaneci ve adaletten uzak analizlerden ziyade daha çok bilgi ahlak ve adalet merkezli değerlendirmeler yapmanın az evvel değinilen problemlere çare bulmak adına elzem göründüğünü ifade ederek sözü konuşmacılara bıraktı.
İlk konuşmacı olan Yusuf Özhan konuşmasına şu sözlerle başladı: "Tam olarak mesleğe başladığım anda patlak veren Suriye iç savaşı ile birlikte başlayan Suriye-Irak meselesi, İran nükleer anlaşması, ABD-İran ilişkileri, değişen dünya, Avrupa'da yükselen aşırı sağ, ABD' de Trump gibi bir modelin halkoyu ile iktidara geldiği süreçte yaşanılan tartışmalar vesaire derken kendimizi mesleki anlamda çok zengin fakat bir açıdan da yıpratıcı ve üzücü ayrıntıların bulunduğu bir çerçevede bulduk. Bu durumda Bendeniz biz ne yapmalıyız sorusuna cevap vermekten ziyade olanları bir gazeteci perspektifi ile daha anlaşılabilir kılma üzerine kelam etmeyi uygun buluyorum."
Sözlerinin devamında tarihin önemine ve durumsal farkındalık ile ilgisine vurgu yapan Özhan tarihin sadece bir nostalji aygıtı olmadığını aynı zamanda bulunduğumuz çağın özelliklerini anlayabilmek için bize mukayese şansı sunduğunu ve bu mukayesenin bugüne ilişkin bir farkındalık oluşturmamıza yardımcı olduğunu ifade ederek şunları belirtti : "Eğer 1917'yi anlamamışsak elbette ki Çanakkale Savaşını, I. Dünya Savaşı içindeki ülkemizin idari mesuliyet taşıyan kişilerinin politikalarını ve bu politikaların başarılı ya da başarısız sonuçlarının bize neler bıraktığını, öncesinde sahip olup da sonrasında yitirdiğimiz, öncesinde sahip olmayıp da sonrasında kazandığımız şeyleri bir araya toplayarak baktığımızda bugün birebir içinde yaşadığımız dünyada kendi ülkemizden, ailemizden, çevremizden bakarak karşı karşıya kaldığımız problemlerin çoğunluğunun aslında yüzyıllık geçmişteki yaşananların bir sonucu ya da uzantısı olduğunu görüyoruz."
Özhan sözlerine şöyle devam etti: "Suriye, Irak ve Yemen'den bahsederken bunların dünya sahnesine çıkışı sırasında imparatorluklara mezar olan I. Dünya Savaşı'nda ulusların kendi kaderini tayin hakkı denilen kavramın beraberinde geçmiş yüzyılın emperyalizmi ile bir hesaplaşmaya girdiğini görüyoruz."
Müslümanların yaşadıkları sorunların sebeplerinin öğrenilebilmesi için yüz yıllık okumanın yapılması gerektiğine vurgu yapan Özhan ''Uluslar kendi kaderini tayin etsin diye Fransa, Suriye'de Osmanlı'ya karşı bir savaş yürüttü. 1924'te Suriye halkı büyük Suriye direnişi için ayaklandı ve ayaklanma içerisinde yer alan Dürzîler ve Şam'daki buğday tüccarlarının da başlatmış olduğu direniş, altı ay bir yıl gibi bir süre içinde ağır Fransız bombardımanları ile durduruldu. Bu direniş kırılmak istenirken aynı bugünkü ifadeler kullanıldı: 'Bu Dürzî ayaklanmasıdır, bu Sünnilerin Alevileri katletmek üzere giriştikleri bir ayaklanmadır.' Suriye 1948'e kadar Fransa sömürgesinde kalmaya devam etti. 1948'den sonra iktidar halk tarafından tayin edilmişti ki CIA kuruldu ve Transjordan boru hattı nedeniyle CIA'nin gizli darbesi ile Suriye'de seçilen ilk iktidar iş başından uzaklaştırıldı." dedi.
Özhan konuşmasına son olarak şunları ekledi: ''Suriye bir ateş çemberinde ve büyük ihtimalle bölünecek. Irak zaten fiili olarak bölük ve daha sayamayacağımız kadar Müslüman ülke bölünmüş vaziyette. Dolayısıyla hâkim güçlerin küresel jeostratejisini nasıl yürüttüğünü ve Müslümanları nasıl gördüğünü takip etmeliyiz.''
Musa Üzer sözlerine şöyle başladı: "2010'da olumlu başlayan süreç, Ortadoğu'da bir duraklama ve gerileme evresine girmiştir. Meselenin siyasi noktası da budur. Mısır'da İslami hareketlerin iktidarıyla başlayan süreç bu hareketlerin tasfiyesi ile son buldu. Suriye'de 2015'e kadar mevzi ve alan kaybeden rejimin, Rusya'nın alana bilfiil gelmesiyle bugün itibariyle Müslümanlar, İdlip ve kuzey hattına sıkıştırılmış noktaya geldi. Yemen'de Ali Abdullah Salih'in devrilmesiyle başlayan olumlu süreç, seçimlerde Islah Partisi'nin yönetime gelmesinin kesin olduğu zamanda Husilerin darbe yapmasıyla Müslümanların, Sünnilerin tasfiye edildiğini görüyoruz. Suud'un devreye girmesiyle ise bir iç savaş halini almış oldu. Benzer bir şey Türkiye'de de yapılmaya çalışıldı. 15 Temmuzda olan darbe sürecinde Türkiye bir türbülans yaşadı ama Ortadoğu'ya nazaran en az zararla bu süreci atlatmış oldu."
Müslümanların haklarını savunan coğrafyalarda bir gerileme yaşandığını, Türkiye'de ise en azından nicelik anlamında bir gerileme olmadığını ifade eden Üzer konuşmasına şu sözlerle devam etti: "Ortadoğu'da sürecin politik aktörleri kim diye baktığımızda, Müslümanların emperyalistleri merkeze alarak yaptığı açıklamalar meşhurdur. Şimdiye baktığımızda anti-Amerikancılığın tavan yaptığı bir Türkiye gerçekliği var. Dolayısıyla en tepede Amerika, İsrail, İngiltere gibi askeri ve ekonomik olarak büyük güce sahip unsurların Müslümanları rahat bırakmadığını biliyoruz. Fakat bundan daha evvel kendi iç gerçekliğimizi göz ardı etmememiz gerekiyor. Bizim coğrafyamızın kaderi despotların, zalimlerin muktedir olduğu sosyo-politik zemin üzerinden neşet buldu. Bu coğrafyada politik akıl kim diye düşündüğümüzde ise Müslümanların kendi içlerinde bir çarpıtma ve birbirini karalamaya giden halleri olduğunu görüyoruz."
Diktatörler ve bunlar nezdinde bakıldığında politik akıllar içinde üç bölgeye dikkat çeken Üzer konuşmasının devamında şunları dile getirdi: "İlki Suudi Arabistan; onların ise neyi nasıl yaptığı ortadadır. Böyle meşru bir güce sahip bir devletin, zayıf ve hantal tavırlarını görüyoruz. Bu devletin kadim özelliği İran'a karşı gibi görünür fakat Suud'un ilk korkusu İslami hareketlerdir. Ama en önemlisi Yemen'de Suud'un oynadığı rolü iyi görmek gerekir. Yemen'de sırf Islah Partisi adı altında İhvan seçimlerle başa gelmesin diye Mansur Hadi'nin devrilmesi sürecini destekleyip, Husilerle işbirliği yapmıştır. Diğer bir politik akıl, Ortadoğu'ya önemli etkide bulunan İran'dır. Bütün Ortadoğu üzerinde bir ideolojik temellendirme ile etki göstermektedir. Bunun temeli şianın velayet-i fakih teorilerine dayanır. İran'ın bütün gayri İslami askeri, sosyal hareketlerinin temel nedeni ve gerekçesi budur. 2001'de Afganistan'ın işgaliyle birlikte İran, ulusal ve meşruiyet açısından hiçbir geçerliliği olmayan bu işgal ile işbirliği yapmıştır. 2001'deki bu süreç, 2003'te Irak'ın işgaliyle ciddi bir ivme kazanmış ve yine Irak'ın işgal edilmesine İran destek olmuştur."
Musa Üzer konuşmasını şu vurgularla tamamladı: "Son günlerde Yemen'in gündemde olduğunu görüyoruz. Yemen'de açlık tehlikesi var, Suud'un yaptığı zalimliği, katliamı açıkça zikrederiz. Ama aynı zamanda aynı katliamı Husiler, Ensarullah da yapıyor demeliyiz. Yemen'de bir iç savaş olgusu var. İrancıların ve Esed muhibbi solcuların Yemen spekülasyonları ise asla gerçekliği yansıtmamaktadır. Onların belirttiği gibi Suriye ve Yemen aynı değildir. Çünkü Suriye'de bir halk bir zalime karşı mücadele etti, onlar halkı yok etmeye çalıştı ama Yemen'de iki tarafın darbe eşliğinde birbiriyle çatıştığını gördük. Suud'un katliamlarına karşı çıkmak görevimizdir lakin ikisini aynı kefeye koymak doğru olmayacaktır."
Panel soru-cevap faslından sonra sona erdi.
Haber: Meryem Karadağ
Fotoğraf: Fatih Demir