“İslam’da Adalet Kavramı”
Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin düzenlemiş olduğu kitap forumunda Macid Hadduri’nin Ekin Yayınları’ndan “İslam’da Adalet Kavramı’’ kitabı tahlil edildi.
Kitap forumunun moderatörlüğünü yapan Ömer Faruk Şeker, adalet kavramı üzerindeki perdenin aralanması için bazı değinilerde bulundu. Adaletin ve eşitliğin ölçüsünün bir olmadığını, batı düşünce dünyasında kapsamları farklı olan bu iki kavramın bir arada birbirlerinin yerine kullanıldığı, İslam'ın adalet kavramı ve nosyonunun çok geniş bir alan dairesinde ikamede bulunduğuna değindi. Eşitliğin hakların ifa ve kullanımı için bir özellik olduğunu, adaletin ise bu fonksiyonlarında ötesinde bir muhteviyata sahip olduğunu belirtti. Adaletin dinamik yapısına değinerek konuşmasını yapması için sözü İsmail Hakkı Karagüzel'e bıraktı. Forumun konuşmacısı İsmail Hakkı Karagüzel kitabın ilahi adalet, beşeri adalet ve rasyonel adalet olarak üç kısımda incelendiğinden bahsederek konuşmasına başladı.
İslam hukukunun icra ve kelamî düzeyine değinen Karagüzel ekollerin bazı anekdotlarına dair; ''Şii ekolünün Hz. Muhammed'den sonra Hz. Ali'yi, Hz. Muhammed'e nasp ettiğini. Sünni ekole göre ise ümmete düşenin bir keyfiyet hali olduğu, yani imam seçimlik üzerine oluşudur. Ümmet imamete, imam da ümmete bağlıdır. Ümmetin herhangi bir konuda mutabakat etmesi Allah'ın arzusunun tecellisidir, diyerek Sünni ekolün ümmet için hâyır olanı seçmesinin daha efdal olduğunu belirtti.
''İlahi adalet şeriat dediğimiz şeydir. Beşeri adalet ise aslında ilahi adalete gitme yolundaki insanın kabiliyetini kullanmasıdır. Modern çağda pozitif ve doğal hukuk olarak adlandırılan ise rasyonel adalettir.''
Siyasi Adalet kapsamında Harici Siyasi Adalet doktrini, kader, cebr, irca öğretisine göre adaletin muhtevasını içeren kavramların tanımlarını aktaran Karagüzel sözlerine yönetimin kimde olunacağına dair sürdürülen ayrışmanın kökenini irdeleyerek devam etti.
''Hariciler siyasi adalet bakımından emirin kim olacağı ile ilgili problemlere farklı bir görüş sunuyordu. Hz. Osman'ın vefatından sonra, Hz. Ali döneminde ortaya çıkan görüşe göre birkaç liderin imtiyazı olmamalıydı, emir vasfı tüm ümmetin işi olmalı ve bir kişiyle belirlenmemeli, bu miyar bu şekilde sürdürülmemeliydi, Hariciler,''buradaki ölçü takvadır'' diyorlardı. Bunu da Hucûrat Suresi'nin 16. ayetine bağlıyorlardı: 'Sizin en hayırlınız takvaca en üstün olanınızdır.''Teorik olarak da herkesin şeriat hükümlerine itaat etmesi durumunda herhangi bir imama da gerek kalmayacağını söylüyorlardı. Bu radikal ekol çerçevesinde ortaya çıkmış bir görüştü. Kitapta andığı isme göre Necdettin Uveymr öncülüğünde olan radikal bir grubun görüşüydü. Oysa İslami yaşantı ve adaleti içerisinde herhangi bir kavim için, renk, ırk seçimi yoktur olmayacaktır da. İnsan adalet arayışı içinde aklını kullanmaya itilmektedir bununla beraber detaylarda şeriata tabiidir. Eylemlerinin sorumlusu olan insanın adaletin ifasında düsturunu bozmadan bir yaşantı sürdürmeyi orta halli itidalli bir yaşamı sürdürmesi Adaletin yaşanılabilir kılınması için elzem teşkil etmektedir.
Rasyonalizm; adaleti aklın tayin etmesi, istemlilik; insan fiillerinin hür iradeyle ortaya çıkardığı sorumluluktur. İnsanın adalet ile zulüm arasında yaptığı seçime göre neticede ödüllendirilecek ya da cezalandırılacak olmasıdır. Mutezilenin bir kanadına göre aklın takdim edilip tehir edilmesi vaazı bulunuyor ama genelde aklın rehber, vahyin tembih olduğunu söylüyorlar. Aklın, insanın bilgi edinmesine yarayan melekesi ve yine akıl ve insanın adil olan ile olmayanı birbirinden ayırdığını belirtiyor. Sonuç olarak insan adalet arayışı içinde aklını kullanmaya itilmektedir. Ama detaylarda şeriata tabiidir. Akıl sayesinde insan genel olarak iyiyi ve kötüyü ayırt eder. Şeriatın yasak ve mubah kılınanlarını bulur ve yasakların sınırlarını geçmemeye riayet ederek adaletin kendi ve muhataplarının da nezdinde teşkilini sağlar.
İlahi adaletin Allah'tan neşet ettiği ve onun nihai hâkim olduğu konusunda herkes mutabık, fakat bu konuda onun irade ve kuvvetinden mi öz ve kemalinden mi geldiği hakkında bir tartışma olduğuna değinen Karagüzel; "İlahi adalet, ilahiyatçıların tanrının irade ve öz vasıflarından hareketle tesis ettikleri prensiplere paralel olan adalettir. "İlahiyat düzleminden bunu anlamalıyız.
Bu tartışmada iki farklı okulun ortaya çıkmasına sebebiyet verir; vahiy okulu ve akıl okulu. Akıl insanın kâinat içindeki kendi konumunu anlamlandırması için, vahyi anlaması için şarttır. Akılsız insanlara teklif dahi söz konusu değildir. Zaten Kur'an'da akıl ve âkletme eylemi hiçbir zaman tahkir ve tahfif edilmemiş hep teşvik edilmiştir. Ancak insanın çift yönlü bir varlık olması dolayısıyla bilgi kaynaklarından insanın tek bir sonuç çıkarabilmesi, doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda karara varabilmesi güçtür. Bu yüzden aklın vahyin rehberliğine ihtiyacı vardır. Aklın adaletin tecessüm etmesi için bir araç olduğunu dile getirdikten sonra konuşmasına şu sözlerle son verdi.
''Allah'ın istediği şey müminlerin yeryüzünde adaletle hükmetmesidir. Bu nedenle adaleti tam manasıyla tanımlamamız gerekiyor. Yazarın deyimiyle "adalet ele avuca sığmayan ancak tanımlanması elzem olan bir mefhumdur." diyerek sözlerini tamamladı.
Program soru cevap ve katkıların ardından sona erdi.
Haber: Rüveyda Bayram
Fotoğraf: Fatih Demir