Diyarbakır’da"Eğitim ve Perspektif” Semineri
Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Üniversite Gençliğinin “Hizmet İçi Eğitim ve Perspektif” semineri bugün de devam etti.
İki oturum şeklinde gerçekleştirilen bugünkü programda ilk olarak “Siyasal Meselelerdeki Yaklaşımlarımız ve Aynılaşma Sorunu” konusu ele alındı. Fırat Yalınkılıç’ın moderatör olduğu seminerin birinci oturumunu, Özgür-Der Diyarbakır Şube Başkanı Serdar Bülent Yılmaz sundu. İkinci oturumda ise “Tebliğ ve Davet Faaliyetleri İçin Zeminin Değerlendirilmesi” konusu ele alındı. Diyarbakır Özgür-Der Üniversite Gençliği koordinatörlerinden Fikret Salık’ın moderatör olduğu semineri, Özgür Eğitim-Sen Diyarbakır Temsilcisi Mahsum Yokuş sundu
“Siyasal Meselelerdeki Yaklaşımlarımız Ve Aynılaşma Sorunu”
Kısa bir giriş konuşması yapan Yalınkılıç, “bizim bütün alanlarda olduğu gibi siyasal alanlarda ki görüşlerimiz de önemli olan kiminle zıtlaştığımız veya örtüştüğümüz değil, İslami ilkelere uygun hareket edip etmediğimizdir.” sözlerine vurgu yaptı. Ardından Diyarbakır Özgür-Der Şube Başkanı Serdar Bülent Yılmaz semineri sunmak üzere söz aldı.
Yılmaz, Kürt sorunu ile ilgili görüşlerine şu sözlerle, “Genel olarak biz Müslümanlar yaşadığımız çağın sorunlarına ilgili olmalıyız. Çağın getirdiği siyasal problemlere İslami bir perspektif ile yaklaşmalıyız. İşte tam da burada Müslüman Üniversite gençliği dediğimizde aklımıza okuyan, kendini yetiştiren, gündemi takip eden, fikir beyan eden ve vaktinin çoğunu bu tür ilgi alanlarıyla geçiren gençler gelmeli. Piyasada Kürt sorunu ve dolaylı olarak ilgili olan bir kütüphane dolusu kitap vardır. Bunun yanında yüzlerce nitelikli makale bulmak mümkün. Bizim bu noktada perspektifimiz, bakış açımız ne olmalıdır. Üzerinde ne tür bir söylem geliştirmeliyiz. Kürt sorununu incelediğimizde, 19-20 yy arası bir milliyetçilik sorununun milliyetçiliği tetiklediğini görebiliriz. Sömüren ve sömürülen ülkelerin çokluğu, 1970’a kadar devam eden ulusal kurtuluş mücadelelerinin olması,19 ve 20 yy kadar şiddetli bir biçimde ulus devletlerin oluşmasına sebep olmuştur. Kürt sorununu bu ulus devletlerin bir tezahürü olarak görebiliriz. Kürtler yeryüzünde zulme uğrayan tek millet değildir. Dünyanın her yerinde buna benzer sorunlar vardır. Yakından yaşadığımız ve ülkedeki herkesi etkileyen bu sorun, bir fıkıh geliştirmemizi zorunlu hale getirmiştir. Türkiye’de homojen olarak kalabilen ve asimilasyon politikalarına direnebilen sadece Kürtlerdir. Türkiye’de Osmanlının parçalanmasından sonra sınırlar çizilmiş ve jöntürklere teslim edilmiştir. Bu süreçle oluşan sınırların kendine ait kırız bölgeleri vardır. Mesela Kerkük ve Hatay gibi. Her türkün kafasında bir gün kurtuluş savaşı yapmak ve masa başında kaybedilen yerleri almak vardır. İşte bu milliyetçiliğin belirtilerinden bir belirtidir. Kürt sorununun temelinde ulus devletlerin kurdukları bu tür ulusçuklar vardır.” başladı.
Yılmaz, konuşmasına “Şeyh Said hareketi ilk önemli Kürt isyanı kabul edilir. Aslında hem Kürt kimliği hem de İslami kimliğiyle yapılan bir kıyamdır. Şeyh Said’in bu hareketi bir İslami harekettir ve oradaki Kürtler için yapılmış bir harekettir. Şeyh Said gücü yakalayıp İslami devlet kurmayı düşünmüştü. Bundan öncede birçok ayaklama yapılmıştır. Bu ayaklanmalar aşiretlerin merkezi politikalara karşı gerçekleştirdiği ayaklanmalar olup, bu ayaklanmaları Kürt hareketi olarak değerlendirmek doğru olmaz. Türkiye cumhuriyeti kadrolarını ittihat terakki kadroları oluşturmaktadır. Bu kadrolar Türkçü politikaların bir tezahürü olarak yer isimlerini şekillendirmeye başlamışlardı.” sözleriyle devam etti.
Yılmaz, konuşmasında “1960-80 dönemi bir örgütlenme dönemidir. Kürt sol gurupları bu dönemde ortaya çıkmış ve böylelikle Türk- Kürt ayrışması ilk olarak başlamıştır. 1970-75 yıllarında bir sürü Kürt örgütü kurulmuştur. 1978’de apocular fitse toplanıp PKK’yi kurmuşlardır. Bu örgütler henüz devlete karşı ciddi bir direniş göstermemiş örgütlerdir. İslami Kürtler arasında ise silah bir gurup hiç çıkmamıştır. Kürtlük ilkeleri üzerine Kürtçülüğü bugüne kadar taşıyarak ayakta kalan örgüt PKK’dir. Bize göre PKK sosyalist bir Kürt devleti kurmayı hedefleyen bir örgüttür. Öcalan ise son kitaplarında sosyalist devlet yerine toplumsal anarşist yapı kurma görüşlerine yer vermiştir. AKP başa gelmeden önce devletin yaklaşımında sapmalar olmuştur. Turgut Özal ve Mesut Yılmaz buna örnektir. Bunlar Kürtler hakkında girişimde bulunmuş ama hemen geri çekilmek zorunda kalmışlardır. En ileri giden T.Özal olmuş ve bunu hayatıyla ödemiştir.” Sözlerine vurgu yaptı.
Yılmaz, Kürt sorunu ile ilgili görüşlerini ‘‘ -Anadilde eğitim devletin kırmızıçizgisi olarak kabul edilmiştir. Ve devlet asla vermeyiz diyor. Yine Üniter yapı(federatif, özerklik) asla olmaz. Resmi dil değiştirilmez bir maddedir- gibi engeller Kürt sorununu derinleştirmiştir. Kürt sorunu Müslüman için bir hak ve adalet konusudur. Kürt sorunu temel fıtri bir bakış açısıyla değerlendirilmeli. Bizler Kürt sorununa Müslümanlar olarak milliyetçilik veya liberal bir bakış açısıyla bakamayız. Bizler Kürt sorununa ümmetçi bir bakış açısıyla bakarız.” sözleriyle bitirdi.
Yılmaz, Suriye konusundaki görüşlerinde, “Suriye’de her gecen gün netleşmeler vardır. Genel hatlarıyla şunları söylemek mümkün; 1-Amerikan’ın ve Avrupa’nın etkisi yoktur. 2-Suriye davasına İran’ın baktığı yerden bakmıyoruz. Çünkü ABD ve İsrail Esad’ın devrilmesini istememektedir. 3- İran bir yandan PKK bir yandan CHP bir yandan ve bazı İrancı Müslümanlar bir taraftan Esad’a doğrudan veya dolaylı olarak destek vermektedirler.” sözlerine vurgu yaptı.
Yılmaz, insan hakları konusundaki şu görüşleriyle, “İnsan hakları, sivil toplum örgütleri üzerinden yürümektedir. Sivil toplumlar, hükümet dışı oluşumlar ve topluluklardır. Biz sivil toplum örgütü değiliz. Biz bunu sadece ıslah ve ihya aracı olarak görmekteyiz. Bu anlamda büyük bir fıkha sahip olmalıyız. Bu amaçla kullanabildiğimiz sürece sahipleniriz. Bu yapıları insanları bir araya getirmek ve ortak eylemsellikler oluşturmak için kullanıyoruz. Bu meyanda insan hakları bir ideoloji söylemidir. Batıda ortaya çıkan, Demokrasiye ve hümanizme dayalıdır. İnsan haklarını, batının içini boşalttığı bir kavram olarak değerlendirmiyoruz. Biz Müslümanlar, hak kavramını ve insan hakları kavramını batının kastettiği şekilde algılamıyoruz. Rabbimizin ve vahyin ilkeleriyle yeniden tevil ediyoruz. Müslümanların da bu noktada uyanık ve dikkatli olmaları gerekir.” konuşmasını bitirdi.
“TEBLİĞ VE DAVET FAALİYETLERİ İÇİN ZEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ”
İkinci oturuma ise Fikret Salık’ın küçük bir takdim konuşmasıyla başlandı. Salık, konuşmasında “çok önemli gördüğümüz Hizmet İçi Eğitim ve Perspektif Seminerlerinden sonuncusunu yapmaktayız. Tebliğ ve davet çalışmalarının önemli bir yerinde bulunan üniversite gençliğine faydalı ve gerekli olduğunu düşündüğümüz son seminerde bunun önemli bir parçasını teşkil etmektedir.” sözlerine vurgu yaptı. Sonra Mahsum Yokuş semineri sunmak üzere söz aldı.
Yokuş, konuşmasına “üniversite gençliği yılları hayati bir dönem ve hayati bir önem taşımaktadır. Gerek olgunluk dönemi gerek bir meslek arayışı gibi konuları içinde barındırdığı için çok önem arz etmektedir. Hayati önemin başka bir parçası da üniversitede çok sesli ve ideolojik farklı görüşlerin olması ve öğrencinin doğal olarak bir seçim, bir tercih yapmak zorunda kalmasıdır. Burada önemli olan bilime karşı bir söylem geliştirip geliştiremediğimizdir. Bu meyanda vahye aklımızı tabi tutmalıyız. Aklı vahyin önünde tutarsak bu durumda kesinlikle doğru bir yolda yürümüş olamayız. Çünkü bu din pozitivist bir din değildir. Eğer öyle olsaydı varacağımız sonuçlara deneysel yollarla ulaşmamız gerekirdi. Ama bu din gaybe iman etmektir. Dolayısıyla Kuran’a dayalı bir İslami kimlik inşa edilmelidir. Bu da vahye sıkıca bağlanmakla olabilir.” sözleriyle başladı.
Yokuş, konuşmasında “Üniversite kilise ile benzer bir oluşum içindedir. Dolayısıyla okul kilise hocalar ise papaz ve rahip rolünü üstlenmiş durumdadır. Bir başka durum da okulda bilgilerin pazarlanmasıdır. Bu da kapitalist bir etki yaratmaktadır. Böyle olunca öğrenciler gerek kişilikleriyle gerekse bilgileriyle bocalıyor ve kayboluyorlar. Bu durumda kendi gerçeklerimizi de bilmek zorundayız. Bizler zülüm gören, köylerden kovulan, dini, dili sömürülen ailelerin çocuklarıyız. Böyle bir ortamda doğal olarak kendimizi inşa etme gerekliliğimiz doğuyor. Tercihlerimizi yaparken doğru bilgi, İslami bir bilinç ve pratikle inşa etmemiz gerekir. Bizler kendimizi inşa ederken sistem, bizi aşağılayan, dinimizi, inancımızı, kimliğimizi sömüren bir pozisyondadır. Dolayısıyla sisteme bir umut bağlayamayız.” sözlerine vurgu yaptı.
Yokuş, konuşmasını “üniversite farklı etnik oluşumları içerir. Bunun yanında farklı cemaatler, guruplar vs. oluşumlarda vardır. İşte tam da burada eğer Kur’an-i bir perspektifle fıkıh oluşturmazsak yolumuzu kaybederiz. Bunların yanında üniversitedeki cinsiyet özgürlüğü Müslümanlar için çok ciddi risk taşımaktadır. Çünkü bizler nefis sahibi insanlarız; onun için davranışlarımıza ve bakışlarımıza dikkat etmeliyiz. Bunu başarabilmek üniversite dışındaki zamanlarımızı nasıl geçirdiğimizle alakalı bir durumdur. Biraz öz eleştiri yaptığınızda Asr süresiyle nasıl muhatap olduğunuzu göreceksiniz. Bunun yanı sıra öğrenci evlerinin düzenleri, ortamları Müslüman bir şahsiyetle doğru orantılı olmalıdır. Çünkü Müslüman hayatının her alanında İslami kimliği, kişiliği aks ettirmesi ve bu ortamları davet için özenli hale getirmesi gerekir. Davetin Müslüman’ın hayatında olmazsa olmaz bir yeri olmalıdır. Çünkü bireysellikten kurtulup toplumsal ıslahın bir gerekliliğidir davet. Kişi tabi önce kendi nefsini arındırmalı ki tesirini davetin örnekliğinde kullanabilsin. Hayatıyla toplumda model olmanın bir tezahürüdür davet. Toparlarsak, davetçi Müslüman bir gencin üniversitede kadın erkek ilişkilerinden uzak durarak, ibadetlerini artırarak, öğrenci evlerini davet mekânlarına dönüştürerek, bireyselleşmenin getirdiği olumsuz davranışlardan sıyrılarak, kendini bilgi ve birikim anlamında geliştirip ve bir cemaatle hareket ederek, yozlaşmış bir toplumda Müslüman bir birey olmayı başarabilir. Bu anlamda Müslüman gencin umudunu yitirmemesi gerekir. Yılgınlık göstermeden hayatının merkezine daveti oturtarak enerjisini İslami mücadeleye aktarmalıdır. Bu konuda Rabbim yardımcınız olsun. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim” sözleriyle bitirdi.
Program akşam yemeği ve kitap hediyeleriyle sona erdi.
Haber: İkrami Yerlikaya - Ozan Ahnas / İslah Haber
Fotoğraf: İbrahim Ayaz