“Cemaleddin Afgani’nin Hayatı ve Mücadelesi”
Küçükçekmece Özgür-Der’de bu hafta “Cemaleddin Afgani’nin Hayatı ve Mücadelesi” Kenan Levent’in sunumuyla gerçekleşti.
Kenan Levent'in sunumunun özeti:
Hayatı
Levent, Kaynaklar Afgani’nin 1838 yılının Ekim veya Kasım aylarında doğduğu hakkında ittifak halindedir. Nerede doğduğu konusunda iki rivayet bulunmaktadır. Bunlardan birincisi İran’da Hemedan yakınlarında Esedabad’da doğduğu ve bu yüzden İranlı ve Şii olduğu iddia edilmektedir. Fakat Afgani’nin Afganistanlı olduğu ve Kabil yakınlarında bulunan Kuner kasabasının Esadabad köyünde doğduğu daha çok kabul görmektedir.
Afgani’nin hayatını üç merhalede incelersek ilk merhale “tahsili ve yetişmesi” olarak ele almamız gerekir.”Afgani 18 yaşına kadar Kabil’de kalmış ve ilk tahsilini itibarlı bir âlim olan babası Safder’den yapmış, ülkenin ileri gelen âlimlerinden dil, tarih, felsefe, din, matematik, tıp ve siyaset dersleri almıştır. Tahsilini daha iyi yapmak için Hindistan’a gitmiştir. Hindistan’da iki sene kalmış ve burada ıslahat düşüncesi belirginlik kazanmıştır. 1857 yılında Hacca gitmiştir. Bir yıl sonra ülkesine geri dönmüştür. Afganistan’da Dost Muhammed Han’ın oğlu Muhammed Azam Han iktidarı ele geçirince baş vezir olmuştur. Muhammed Azam kardeşi tarafından devrilince Afgani 1869 yılında Hindistan’a geçti. Hayatının bu dönemleri Afgani’nin hayatının birinci merhalesi olan tahsil hayatını tamamlıyordu. Zamanın şartlarını iyi bilen, seyahatlerde bulunduğu İslam toplumlarını tanımış, devlet hizmetinde bulunmuş ve sömürgecilik üzerine önemli bilgiler edinmiştir.
Hayatının ikinci merhalesi ise; “dar sınırlı ıslahat faaliyeti ve mücadelesidir.” Bu dönemler 1869-1883 yılları arasında yaşanmıştır. 18. yüzyılın ilk yıllarıyla adım adım İngilizlerin hâkimiyeti altına giren Hindistan’da bulunmuş ve halkın ilgisini çeken sohbetler yapmıştır. Bu durumdan rahatsız olan İngilizler Afgani’den Hindistan’ı terk etmesini istemiştir. Afgani burada yaptığı derslerde ve sohbetlerde halkı İngiliz sömürgeciliğine karşı uyandıracak söylemlerde bulunmuştur. Bir konuşmasında Afgani: “ Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız, vızıltınız İngilizlerin kulağını sağır ederdi. Ey Hintliler! Sizlerde su kaplumbağası olsanız İngiltere adasını yerinden söker denize batırırsınız.” diyerek uyuyanları harekete geçirmeye çalışmıştır. 1870 yılında Hindistan’dan ayrılarak Mısır’a gitmiştir. Burada 40 gün kaldıktan sonra İstanbul’a geçmiştir. Afgani İstanbul’da kaldığı süre içerisinde bir konferansa davet edilmiş ve konferansta yaptığı konuşmada Nübüvveti de “sanat” içerisinde saymıştır. Afgani toplumun hayat ve ihtiyaçlarını canlı bir bedene benzetmiş ve bu ihtiyacı karşılayan sanatları da bedenin uzuvları ve beden olduğunu vurgulamıştır. Ruhun ve canın ise hikmet ve nübüvvetten olduğunu hikmetin marifetle elde edildiğini, bu sebeple dine aykırı sözlerine uyulmaması gerektiğini peygamberliğin ise Allah vergisi olduğunu onlara uymanın gerekli olduğunu söylemiştir.” Fakat bu ifadeler saptırılarak “Nübüvvet sanattır.” vurgusu ön plana çıkarılarak aleyhinde kara bir propaganda başlatılmıştır. Aleyhindeki iftiralara ve kampanyalara daha fazla dayanamayan Afgani 1871 yılında Kahire’ye geçmiştir. Burada 8 yıl kalmıştır. İlmi faaliyetlerde bulunmuştur. İskoç Mason Locası’na girmiştir. Afgani’nin bu locaya girmesindeki sebep kendine bir alan açmak içindi. Afgani “kardeşlik, eşitlik ve hürriyet” ilkelerinden dolayı aralarına girdiğini zulme karşı savaşmayan masonluğun ilkel bir takım kıyafet şekil ve merasimlerden ibaret kalacağını ifade etti. Locada yaptığı konuşmalar ve eleştiriler yüzünden rahatsızlık duyuldu ve Afgani’nin üyeliğine son verilmiştir. Afgani Mason olmakla suçlanmaktadır. Fakat Afgani’ye yapılan bu karalama ve iftira yersizdir. Çünkü Afgani Mason localarının politikalarına muhalefet etmiş ve yaptıkları onlar tarafından rahatsızlıkla karşılanmıştır. Afgani’nin sömürgeciliğe karşı duruşu, istibdada karşı çıkışı ve Kuran ve sünnet merkezli bir toplum ile sorunlara çözüm arayışı aslında bu mesnetsiz iddiaları da çürütmektedir. Afgani’nin buradaki çabaları ve mücadelesinden rahatsız olan Mısır Hidivi ve İngilizler Afgani’nin sürülmesi kararını aldı. 1879 yılında Mısır’dan ayrılarak Hindistan’a geçti. 1892’deki Mısır’daki Urabi Paşa isyanında İngilizlerin Mısır’a asker çıkardıklarında, Hindistanlılar İngilizlere karşı isyana çağırdığı gerekçesiyle Hindistan’dan sınır dışı edilmiştir. Hindistan’dan İngiltere’ye ve Paris’e geçmiştir.
Üçüncü merhale “geniş çerçeveli Islahat faaliyetleri” olarak 1883’den vefatı 1897 yılına kadar ki süredir. Hayatının bu dönemi onun düşünce faaliyet alanı, dini siyaseti ve bütün İslam ülkelerini bir bütün olarak içine almaktadır. Bu dönemde Mısırlı ve Hindistanlı taraftarlarının kurduğu gizli El- Urvetu’l- Vuska cemiyetinin başına geçiyor. Öğrencisi Abduh’u da yanına çağırmış ve cemiyetle aynı adla bir gazete çıkartmışlardır. Bu yolla Müslümanları uyarmaya, sömürgecilikten kurtulması ve İslam ülkelerinde Islahat yapılması gerektiğini vurguluyor. Bu gazete 18 sayı çıkarılabilmiştir. Çünkü bu gazetenin dağıtılması zorlaştırılıp, okunması ise İngilizlerin sömürgelerinde para cezalarına tabi tutulmuştur. İran Şahı Nasırruddin’den aldığı teklif üzerine İran’a gitmiştir. Fakat Şah’tan bazı Islahatlar isteyip sistemi eleştirince Şah ile ayrı düşmüştür. İran’dan ayrılarak Rusya’ya 1886-1889 yıllarında yerleşmiştir. Rus çarının faaliyetlerinden rahatsız olmasından dolayı Afgani Münih’e yerleşti. İran Şahının daveti üzerine tekrar İran’a dönmüştür. Fakat İran’daki istibdadı ve yönetimi eleştirdiğinden dolayı Şah ile arası açılmıştır. Abdülhamit tarafından davet edilince İstanbul’a geri dönüyor. Kendisine bir ev ve araba tahsis ediliyor. Burada İslam birliği, Şii- Sünni yaklaşmasının imkânı üzerine raporlar hazırlayıp, konuşmalar yapmıştır. Hindistan’a ve Afganistan’a yönelik bu faaliyetlerden İngilizler rahatsız olmuştur. Jurnaller Afgani’nin, İran Şahının kontrolünde birisi olduğu konusunda Abdülhamit’e temelsiz haberler vermiştir. Afgani Şiilikle itham edilmiştir. Halk neslinde Şii olarak anılmaktan çekinen padişah Afgani’yi ev hapsine almış ve ülkeyi terk etmesi önlenmiştir. Afgani yakalandığı hastalıktan kurtarılamayarak 9 Mart 1897’de İstanbul’da vefat etmiştir.
Cemaleddin Afgani’nin Kişiliği
O, Müslümanların hem düşüncelerinde hem de hayat düzenlerinde bir kıyam meydana getirmek istiyordu. Onun için İslam dünyasından Avrupa’ya kadar birçok yeri dolaşmıştır. Ona göre İslam toplumunun en önemli en müzmin derdi iç istibdat ve dış sömürü olmuştur. Bu ikisiyle de mücadele etmek için Müslümanların siyasi bilincinin yükselmesi ve aktif olarak siyasete katılımları üzerinde durdu.
Afgani’yi çağdaşlarından ayıran özellikleri ise; Akıllı ve yetenek açısından nadir insanlardan biridir. Etkili bir ikna ve telkin kabiliyetine ve etkili söz söyleme sanatına sahiptir. İslami düşünceye hâkimiyeti, kendi zamanını ve dünyayı iyi tanıması, İngilizce, Fransızca, Rusça biliyor olması, İslam dünyasını yakından tanıması, toplumsal yapıyı iyi tahlil etmesidir.
Afgani’nin Görüşleri ve Islah Projesi
Afgani, insan haklarının korunması ve adaletin gerçekleştirilmesinin teorik olarak şu dört esastan birisiyle olabileceğini savunmuştur.
1-Herkesin kendi halkını bizzat koruyacak tedbirleri almasıyla; Fakat bunun sonu anarşidir, zulümdür. Yeryüzünün kana bulanmasıdır.
2-İnsana mahsus İzzeti nefis ve şeref duygusu ile; Fakat insan egoist bir mahluk olduğu ve menfaatine düşkün olduğu için bu duygular düzen ve adaletin gerçekleşmesine için yeterli olmayacaktır.
3-Hükümet ile; Fakat devlet gücü ile açık haksızlıklar ve tecavüzler engellenebilir de gizli kapaklı yapılan kitabına uydurulmuş haksızlıkları gidermek mümkün değildir. Ayrıca devlet gücünü elinde bulunduranların zulme sapmaları, hırslarına kapılmaları mümkündür. Bu takdirde onlara hangi güç ile dur denilebilir.
4-Allah’a ve ahrete iman ile; Hakları koruyacak, adalet ve düzeni sağlayacak tek güç bu imandır. Bundan önceki güç ancak iman ile takviye edildiğinde amaca uygun işleyebilecektir.
İlimde ahlakta ve medeniyette geri kalmışlığı yakalayabilmenin ve dünya ve ahrette mutluluğu yakalayabilmenin dört şartı vardır. Bunlar:
1-Aklın hurafe kiri ve vehim pasından arınmış olmasıdır. Çünkü bunlardan arınmamış bir akıl doğru ve gerçek düşünceye ulaşamaz.
2-Fertlerin ve toplumların diğerleri ile eşit yaratıldıklarına, her toplumun iyi ve güzel işler yapabileceklerine, peygamberlikten başka her kemali elde edebileceklerine inanmalıdır.
3-İnancın sağlam ve kesin delillere dayanması taklit ile yetinilmemesidir. İslam bu konuda belki de tek dindir; mensuplarını düşünmeye, akletmeye, inançlarını sağlam delillere dayandırmaya, zan ve vehimlerin peşinden gitmemeye çağırır.
4-Her toplum içinde işleri, öğretme ve eğitimden ibaret olan kişi ve kurumların bulunması zorunludur.
Afgani’nin İslam toplumlarının sömürülmesi ve geri kalması konusunda teşhis ettiği dertler şunlardır:
1-Devlet adamlarının istibdadı
2-Müslüman halkın cehaleti, ilim ve teknik kervanından geri kalmaları
3-Hurafe inançların Müslümanların düşüncesine nüfuz etmesi ve onları ilk İslam’dan uzaklaştırması
4-Bir mezhebe mensup olma veya mensup olmama Müslümanların arasındaki tefrika ve ayrılığa sebep olması
5-Batı sömürüsü ve nüfuzudur.
Afgani’nin bu sorunların çözümleri için çözüm önerileri ise şunlardır:
1-İstibdatçıların, istibdatı ve bencilliği ile mücadele; Afgani bu mücadeleyi kim yapacak sorusuna ise halk cevabını verir. Halk, siyasi mücadelenin ve siyasi çabanın dini bir vazife olduğuna ikna edilmeleridir.
2-İlk İslam’a dönüş; Hurafelerin, iftiraların, bütün tarih boyunca İslam’a yapıştırılmış ilavelerin atılarak Kur’an ve Sünnete dönerek İslami anlayış ve yaşayışların gözden geçirilmesi gerekmektedir.
3-Yeni ilim ve tekniklere sahip olmak; Teknoloji ve zamanın maddi unsurlarından istifade edilmelidir.
4-Mektebe iman ve güven; Müslümanların kendi saadetlerini temin etmek için, diğer ideolojilere muhtaç olmadıkları konusunda mutmain olmaları gerekir. Diğer ideolojilerin tarafına el uzatmamaları gerekir. İslam, Müslümanlara izzet ve saadet bağışlamaya tek başına muktedir olduğuna inanmalıdır.
5-Dış sömürgecilikle mücadele; Bunun en genel şekli ise Müslüman ülkelerin iç meselelerine müdahale eden siyasi sömürü idi. İktisadi sömürü ise, zalimce imtiyazların elde edilmesi ve İslam ülkelerinin mali, iktisadi kaynaklarının, yağma edilmesidir. Kültürel sömürü ise, İslam kültürünün yok edilmesi şeklinde olmuştur.
6-İslam birliği (İttihad-ı İslam) : İslam birliğinden maksat pratik olmayan, bir mezhebi bir bağlılık değildir. Birlikten maksat cephesel ve siyasi birlikteliktir. Yağmacı düşmana karşı bir tek safın teşkil edilmesidir. Afgani: “Haçlı ruhu Hıristiyanlarda bilhassa da İngiltere’de canlı ve alevli bir şekildedir.” diyerek Müslümanları uyarmıştır. Ona göre İslam birliğinin üç dayanağı vardır. Bunlardan biri İslam ümmeti için en önemli bağ dini bağdır. Kavmiyet bağı da önemli fakat din bağını gölgede bırakmadığı sürecedir. Diğer bir dayanağı ise Hacc olarak görmektedir. Haccı her yıl Müslümanların problemlerinin görüşüldüğü bir yer olması gerektiğine inanır. Bir de Hilafeti dayanak olarak görür. Siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel bir birliğin vücut bulunmasına ihtiyaç vardır.
7-İslam toplumunun yarı canlı kalışına karşı cihad ve mücadele ruhunu üflenmesi gerektiğine inanmaktadır.
8-Batıya karşı kendine güvensizlikle mücadele içinde olmalıyız. Müslümanlar arasında bu dönemde yaygın olan Batı karşısında başarılı olunamayacağı düşüncesini reddederek ümitsizlik halinin kırılmasıyla bir çözüm yolu bulabileceğini belirtmektedir.
Sunum izleyicilerden gelen sorulara verilen cevaplarla son bulmuştur.
Haber: Kürşat OKUR