“Vahiy Eksenli Sanat ve Edebiyat” Paneli
Özgür-Der’in her ayın son Çarşambası Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde “Mücadele Sürecimizde Kazanımlar” üst başlığıyla düzenlediği 2008-2009 dönemine ait panellerin sonuncusu “Vahiy Eksenli Sanat ve Edebiyat” başlığıyla yapıldı.
"Vahiy Eksenli Sanat ve Edebiyat" adını taşıyan son panele Mustafa Aldı başkanlık yaparken Metin Önal Mengüşoğlu ve Ali Değirmenci de konuşmacı olarak katıldılar.
Yoğun bir katılımın gözlendiği ve İslami uyanış sürecinde sanat-edebiyat alanında geliştirilen yaklaşımların ve ortaya konan çabaların konuşulup tartışıldığı panele Mustafa Aldı program akışı hakkında dinleyicileri bilgilendirerek start verdi. Müteakiben konu çerçevesinde çeşitli özet anlatımlarda bulunan Öz, ilk konuşmacı olarak sözü Metin Önal Mengüşoğlu'na verdi.
Tebliğine sanat konusunun İslam kültür tarihi içindeki algılanış biçimlerine dönük tespitlerle başlayan Metin Önal Mengüşoğlu, konunun ana hatlarıyla Kur'an'da ve siyerde olumlu bir yapıda olduğunu söyledi. Pratikte ise sorunların bulunduğunu kaydeden Mengüşoğlu, Müslümanların tarih içinde Kur'an'dan uzaklaşmalarıyla diğer birçok alanda olduğu gibi sanata bakışta da sorunların yaşandığını ve bunda hadis literatürünün büyük bir payının olduğunu ifade etti. Gelinen aşamada geniş kitlelerin sanata yaklaşımlarını hadis külliyatının biçimlendirdiğini belirten Mengüşoğlu, hadis metinlerinin ise konuya dönük yasaklardan geçilmez bir durumda olduğunu söyledi.
Sanat kavramının Kur'an'la irtibatını kuran Mengüşoğlu, fiil-fail ve faaliyet kavramları üzerinde de durarak bunları amel terimi ile mukayese etti. Faaliyetin insanın yanı sıra nebatat ve hayvanat için de söz konusu olduğunu kaydeden konuşmacı, amelin ise yalnızca insana özgü olduğunu; insanın işlediği tüm amellerinin mutlaka bir değer içerdiğini ve hesabın da zaten bunu gerektirdiğini söyledi. Buradan hareketle insanın özgürlüğü sorununa dikkat çeken Mengüşoğlu, insanın yaratıcı bir yönünün olduğunun altını çizerek bir incelik, hayranlık, güzellik işi olan sanatın da insandaki bu yaratıcı kabiliyetin tezahürü olduğunu ifade etti.
Çeşitli türleriyle sanatın insanlık tarihi boyunca sürekli varola geldiğini belirten Mengüşoğlu, bunun tezahürlerinin tarım ve sanayi ya da kırsal ve şehirli toplumlarda farklılık gösterdiğini söyledi. Müslümanların tarihi süreç içerisinde sanata karşı köreldiğini kaydeden Mengüşoğlu, muasır dönemdeki İslami hassasiyetin de genel olarak ilgilerini sınırlı alanlara hapsettiğini belirterek bunun sanatsal olana ilgisizlik olarak tezahür eden biçimini eleştirdi.
Sanat-edebiyata salt teorik düzeyde bakılmaması gerektiğini vurgulayan Mengüşoğlu, sanatın çok farklı türlerinin olduğuna dikkat çekerek sanatsal faaliyetin insanın özünde varolan fıtri bir ihtiyacı ifade ettiğini ve dolayısıyla bunu karşılamaya dönük sağlıklı, düzgün ve meşru zeminler inşa etmek gerektiğini söyledi. Bir yönüyle sanat temayülünün her insanda bulunduğunu kaydeden Mengüşoğlu, eşyada, Allah'ın kevni ve enfüsi ayetlerindeki sanatın cezp edici potansiyeline dikkat çekerek sanatsal bakış ve duyuşun önemini vurguladı.
Konuşmasında etik-estetik, edeb-edebiyat kavramlarını da irdeleyerek çeşitli saptamalarda bulunan Mengüşoğlu, sanatın bizi sanatkârca davranışa götüreceğini, bunun da sık eleyip ince dokumak olduğunu belirterek şunları söyledi: "Sanat bir duruş, duyuş, davranış tarzıdır… Asl olan sanatı yaşamaktır… Bu yaratıcı yönümüzü meşru zeminlerde ortaya koymak bizi inceltir, güzelleştirir… İnsan davranışlarında ya sakardır ya da sanatkâr."
Tebliğinde son olarak çeşitli sanat türleri bağlamında mahrem konusu üzerinde duran Mengüşoğlu, bu konulardaki güçlük ve çarpıklıklara dikkat çekerek kapitalist zeminde yükselen modern sanatların mahremiyeti ortadan kaldırdığını ve dolayısıyla Müslümanların sanata karşı reddiyeci tutumlarında bunun önemli bir etkisinin bulunduğunu söyledi. Yine de tepkisel ve indirgemeci tutumların açmazlarına da dikkat çeken Mengüşoğlu, geleneksel kesimlerde kadınların örtünmesinin adeta kaçmakla özdeşleştirildiğini belirterek oysa Kur'an'ın örtünmekten maksadının bu olmadığını kaydetti. Mengüşoğlu, konuşmasını sanatsal etkinliklerde kadınların yer alamamasının nedenleri ve başta dans olmak üzere, heykeltıraş, müzik, sinema, tiyatro vb. sanat türlerine dönük ön yargıların ve eser düzeyindeki kısırlık veya üretimsizliğin nasıl aşılabileceğine dönük çeşitli tespit ve değerlendirmelerle tamamladı.
İkinci konuşmacı olarak söz alan ve tebliğine sanatın İslami mücadeledeki önemine dönük vurgularla başlayan Ali Değirmenci, bu önemine rağmen maalesef pratiğin hiç de iç açıcı olmadığını belirterek şunları söyledi: "Sanat konusunda çok fazla suçlarımız, kapalı devre konuşmalarımız ve tartışılması gereken satırbaşlarımız var. Bunları iyi ve ilkeli olarak konuşabilirsek o vakit sanat Allah yolundaki yürüyüşümüzü daha bir güzelleştire bilecektir."
Konuşmasında sanat-edebiyatı bir güzelleşme ve güzelleştirme devrimi olarak niteleyen Değirmenci, çöl yaşamının hakim olduğu Arabistan'da vahyin nüzulüyle birlikte yaşanan değişimin de baştan sona muazzam bir güzelleşme devrimi olarak tavsif edilebileceğini söyledi. Bu bağlamda İslami mücadelenin de bir güzelleşme ve güzelleştirme hareketi olmak durumunda olduğunu kaydeden Değirmenci, çok yönlü sanatsal etkinliğin bu konuda önemli bir katkı potansiyeline sahip olduğunu belirterek İslami uyanışta sanattan uzak kalmanın yol açtığı olumsuzlukları değerlendirdi. Bu noktada Müslümanların uzun bir zaman boyunca sanata karşı yaklaşımlarını besleyen örneklerden biri olarak Şuara suresindeki şairler ayeti etrafında yapılan olumsuz yorumlara dikkat çeken Değrimenci, vahye cephe almış edebi-entelektüel elitleri ve medyayı eleştiren ayetin bir bütün olarak sanat ve edebiyatın şiir türüne hasredilmesinin çarpıklığını eleştirdi. Özellikle de kimi sol dergilerin "İslamcı arabesk" terkibiyle karaladığı İslami kesimin sanat kısırlığının aksine "İslam'ın sanat-edebiyatı daha baştan yasakladığı yaklaşımının aslı astarı yoktur" diyen Değirmenci, sorunun İslam'ın bizatihi kendisinden değil, tarihi süreç içerisinde geliştirilen ve bugün de süren yaklaşımların çarpıklığından kaynaklandığını kaydetti.
İslami uyanışın zamanında sanat ve edebiyattan istifade ederek gelişmesi durumunda konumumuzun bugün çok daha ileri bir noktada olabileceğini kaydeden Değirmenci, bu alanda geliştirilen çabaların büyük bir kısmının daha öncelikli bir olgu olan Kur'ani alt yapıdan yoksun olduğunu ve Türkiye'de sanatsal-edebi etkinlikleri ile öne çıkan ve geniş kesimlerce İslami uyanış sürecine mal edilen birçok kişi ve kesimin ortaya koydukları eserlerinin de muhteva bakımından İslam'la pek de sağlıklı bir irtibata sahip olmadığını söyledi. Uyanış sürecinin öyküsünün ve özellikle de 28 Şubat sürecinin sanat-edebiyat temelli tanıklığının hala da yapılamadığını, Müslümanların kendi ezgilerini üretemediklerini ve tanklara, düzenin baskılarına cevap verebilecek edebi-sanatsal eserler üretemediklerini önemli eksiklikler olarak ortaya koyan Değirmenci, Müslüman mahallenin yetenekli, kabiliyetli ve davasına adanmış edebi kişilikler üretememesinde sanat-edebiyatı ikinci plana iten, önemsizleştiren yaklaşımlarının da payının bulunduğunu kaydederek özeleştiri çağrısı yaptı.
Diğer yandan sanatsal-edebi eylemin kitleler üzerindeki dönüştürücü etkisine pratik örnekler de veren Değirmenci, Türkiye Solunun oluşum ve gelişim seyrinde sanat-edebiyatın etkisine dikkat çekerek Nazım Hikmet ve Ahmet Arif'in kişilik ve eserlerini örnek verdi. Bu bağlamda "3-5 kişinin dışında kimse tuğla gibi Das Kapital'i okuyarak Solcu olmamıştır. Nazım'ı, A. Arif'i okuyarak bu tercihte bulunanlar az değildir" diyen Değirmenci buna karşılık bir zamanlar İslami camiada sivrilip süreç içerisinde çözülen ve çözüldükten sonra da bunalım edebiyatı yaparak çözülüşü bütün bir camiaya teşmil etmeye kalkışan Ahmet Kekeç, Mehmet Efe vb. hastalıklı tipler ile mukayese etti. Değirmenci, sanatsal-edebi alandaki üretim kısırlığımıza rağmen son 35-40 yıllık öykümüzün de Efe ve Kekeç gibi tiplerin yazdığı ve genelleştirerek tüm Müslümanlara lanse ettiği gibi olmadığını belirterek kolektif öykümüzün sanatsal-edebi alandaki tanıklığını yapacak ve eser düzeyinde tanıklaştıracak adanmış sanatçı/edebiyatçı şahsiyetlerin önemini vurguladı.
Sanat ve edebiyat alanında roman, tiyatro vb. türlerin eksikliğine de dikkat çeken Değirmenci yalnızca Türkiye'de değil, ümmet coğrafyasının diğer havzalarında da Müslümanların sanatsal-edebi üretimler namına pek bir şey ortaya koyamadıklarını belirterek, "En iyi filmimiz Çağrı idi, onu yapanı da otelde havaya uçurdular!" dedi.
Sanatı-edebiyatı, kitabı-kalemi önemsizleştiren tepkisel ve tek yönlü bir gelişim sürecinde maalesef Müslümanlar arasında kendini gönüllü olarak zehirleyen tiplerin bile hiç de az olmadığına dikkat çeken Değirmenci, her bunalım sonrasında kendisini bombaya dönüştürmekte çare arayan, sürekli bunalım yayan kuşakların ortaya örnek bir yaşam modelini koyamadıklarını söyledi. Sanatsal duyuş, görüş ve eylemin zihni ve kalbi arındıran, duyguları incelten, hayat ve davranışları güzelleştiren yönlerinin bulunduğunu da kaydeden Değirmenci bunun önemini kavramayanların eline kitap almayı, eşinin elinden tutup günbatımı vaktinde güneşe bakarak Allah'ın eşsiz sanatı karşısında sevinç ve hayranlık göz yaşlarını dökmeyi, bir soğanı yumruklayıp sofraya diz çökmeyi ve ekmeğini çorbaya bandırma gibi sanatsal incelik yüklü davranış ve tutumları da önemsizleştirmeye teşne bir yapıda olduğunu ve örneklik üretemeyeceğini söyledi.
Sanatı çeşitli türleri ile ortaya koymanın yanı sıra hayatı güzelleştiren ve dönüştüren bir eylem tarzı olarak da ortaya koyan Değirmenci konuşmasını bunalım yerine güzelliği, direnç ve kararlılığı yaygınlaştırma mahiyetinde şu vurgularla tamamladı: "Yakınmak çok kolay, çözüm üretmek ise zor! Her birimizin içimizde bin tür sıkıntısı, evde sorunu vardır ama her sabah yumruklarımızı daha bir sıkarak güne koyulabilmeliyiz!"
15 dakikalık bir aranın ardından soru-cevap faslı ile devam eden panel, konuşmacıların tamamlayıcı sözlerini söylemeleri ve dinleyicilerden gelen soruları cevaplamalarına müteakiben sona erdi.
Haşim Ay / Haksöz-Haber