Suriye İntifadası Tüm Yönleriyle Tartışıldı
Özgür-Der’in düzenlediği forumda Türkiyeli Müslümanların “Suriye İntifadası”na yaklaşımları tartışıldı.
Özgür-Der tarafından düzenlenen “Suriye İntifadası ve Türkiyeli Müslümanların Yaklaşımları” forumu Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde yoğun bir katılımla gerçekleşti.
Kenan Alpay’ın yönettiği foruma konuşmacı olarak Şemsettin Özdemir, Ahmet Kaya, Ahmet Ağırakça, Nurettin Şirin, Turan Kışlakçı, Davud Güler, Fevzi Zakiroğlu, Osman Atalay, Ahmet Varol ve Hamza Türkmen katıldı.
Yaklaşık 3 saat süren forumu Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay, Asr Suresi’ni okuyarak başlattı. Forumun temel amacının farklı yaklaşımlarla değerlendiren Suriye meselesi konusunda Müslümanların birbirleri ile istişare etmesi olduğunu söyleyen Alpay, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmenin önemine değindi.
Suriyeli muhalif hareketin önde isimlerinden Halit Hoca’nın muhalefetin örgütlenmesi çalışmaları kapsamında yurt dışında bulunması dolayısıyla katılamadığı forumda; Ahmet Ağırakça, Osman Atalay, Davud Güler, Halit Hoca, Ahmet Kaya, Turan Kışlakçı, Şemsettin Özdemir, Nurettin Şirin, Hamza Türkmen, Ahmet Varol, Fevzi Zakiroğlu onar dakikalık sürede tebliğlerini sundular.
Tebliğlerde şu sorular tartışıldı: “Suriye'deki ayaklanma Ortadoğu'daki halk hareketlerinden farklı mı?” “Suriye İntifadasının arkasında kim/ler var?” “Esed rejiminin ve muhaliflerin emperyalizm ve Siyonizm karşısındaki konumları nasıldır?” “Suriye'deki ayaklanmada İslami güçlerin yeri nedir?” “İran'ın Suriye politikasının temel saikleri nelerdir?” “Türkiye'nin Suriye politikasının temel saikleri nelerdir?” “Suriye'deki gelişmeler Türkiye'de yeterli yankıyı bulabilmiş midir?”
İlk konuşmacı Araştırma ve Kültür Vakfı yöneticisi ve Umran dergisi editörü Şemsettin Özdemir, Ortadoğu’daki halk hareketlerinin sonuçlarına dikkat çekti.
“HALKLARA ve DİRENİŞÇİLERE ZAMAN TANINMALI”
Özdemir, özetle şunları söyledi:
“Ortadoğu devrimleri meselesini ilk önce anlamamız lazım. Bu olaylar en azından Türkiyeli Müslümanlar nezdindeki haksız ‘pısırık, pasif hiçbir şey yapmayan Arap’ imajını yerle bir etti. Bu çok çok önemli bir gelişmedir.
Diğer taraftan ben Suriye rejiminin diğer rejimlerden daha çok direneceğini düşünüyorum. Ama ölüm korkusunu yenmiş, ölümün üstüne yürüyen Suriye halkının er ya da geç zaferi kazanacağını düşünüyorum. Ortadoğu’daki despot rejimler bizim dışımızdaki güçlerin imkanı ile kuruldu. Bu despot rejimler kurduruldu. Şimdi bu despot rejimleri devirmek isteyen halka birileri dışarıdan destek vermek istiyorsa bunu çok önemsememek gerekiyor. Yani bizler dışarıdan müdahaleleri, müdahale girişimlerini gerekçe göstererek bu despotlara karşı ayağa kalkmış halkı piyonlar olarak niteleyemeyiz.
Ben Müslümanların tekrar etkinliğini kazanma yürüyüşünde olduğuna inanıyorum. Bizlerin bu despot rejimlerin yıkılmasından korkmamız için hiçbir sebep yok. Ama bu despot rejimlerin ardından ideal bir yönetim beklentisi içine de girmemeliyiz. Bu anlamda halklara, direnişçilere zaman tanınmalı. Bu konuda temel öncelik mutlak olarak bu despot rejimler yıkılmalı. Yabancı rejimler kimi yerlerde bu ayaklanmaları destekleseler bile ben Müslümanların duruma vaziyet edebileceğine inanıyorum.
Suriye rejimi çökerse İsrail’in daha rahat nefes alacağı da beklenmemeli. Şu durumda çok önemli despotlar uşaklık yaptıkları güçleri düştüklerinde asla hami olarak göremiyorlar. Biz Saddam’da, Kaddafi’de, Mübarek’te, Bin Ali’de bunları gördük. Mevcut despotların bundan ders alması lazım. Ama Esad bu şansı kaçırdı. Artık Suriye halkının bu zalimi affedeceğini düşünmüyorum.
Son olarak şunu tekrardan belirtmeliyim ki, despotlar yıkılmadan ideal yönetimler ortaya çıkmaz.”
İkinci konuşmacı Fıtrat Haber sitesi editörü Ahmet Kaya, Müslümanların olaya yaklaşım ve yöntem sorunu yaşadığını ifade etti.
“SORUNLARIMIZA ADİL ve DUYARLI YAKLAŞAMIYORUZ!”
Kaya, özetle şunları söyledi:
“Bu forumla ilgili benim için en önemli mesele formun başlığında da yer alan ‘Müslümanların Yaklaşımları’ meselesidir. Bu mesele ile ilgili temel mesele yöntem meselesidir.
Kur’an’ı güncelleştiremediğimizden dolayı Müslümanlar olarak bu ve benzer konularda ortak bir sonuca varamıyoruz. Müslümanlar olarak bu konuda yapacağımız şey en temelinde ‘şahitliktir’. Şahitlik Allah’ın bize yüklediği bir sorumluluktur. Rabbimiz Nisa Suresi 135. ayette ‘Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.’ buyuruyor. Yine Maide 8. ayette Rabbimiz ‘Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.’ buyuruyor.
Allah için adaleti ayakta tutmak zorundayız. Sevgimiz ya da kinimizden dolayı adaletten vazgeçemeyiz. Suriye meselesinde böyle bir sıkıntımız var. Suriye meselesinde TC, ABD ve İran faktörü Müslümanları bocalatıyor. İran çizgisini takip eden Müslümanların Suriye konusunda gelişmelerin Hizbullah ve Hamas’ı tehdit edebileceğini gerekçe göstererek direnen Müslümanların haklarını korumamaları yanlıştır.
Yine Suriye konusunda muhalefeti destekleyen Müslümanların da İran’ın tutumunu anlamaya çalışması gerekiyor. Bizler bu konuda ve diğer konularda Asr Suresi’ni iyi fıkhetmeliyiz. Bizler hakta direnme anlamında ‘sabrı’ önemsemeliyiz. Sabır hak üzere sebat etmektir.
Suriye meselesinde duyarlılığımızın azlığı meselesi diğer meselelere olan duyarsızlığımızın tezahürüdür. Fitne, fesat ve manipülasyonların zirve yaptığı bu çağda hakkı ve sabrı tavsiye etmeye devam etmeliyiz.”
Üçüncü konuşmacı İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ahmet Ağırakça, sözlerine “Her kemalin bir zevali vardır.” diyerek başladı.
“KİM GELİRSE GELSİN ESKİSİNDEN KÖTÜ OLAMAZ!”
Ağırakça, özetle şunları söyledi:
“Küfür devam edebilir ama zulüm asla. Azgınlık zirveye varınca despotların ecelinin gelmesi kaçınılmazdır. Devrilen diktatörlerden sonra sıra Esad’a gelecektir. Ölümüne ayağa kalkan Suriyeliler zafer kazanacaktır.
Ben Türkiyeli Müslümanların bu konuda elinden geleni yaptığına inanıyorum. Burada bir mazlumiyet var, bunu önemsemek lazım.
Suriye olaylarının ardından İsrail’in Esad rejimini ayakta tutmaya çalışması manidardır. Halkların özgürlük mücadelesi Suriye’de de ateşlenince farklı davranan Müslüman cemaat ve devletlerin durumu/tavrı bizi üzüyor. Yıllardır verilen mücadelelerin sonucunda buralara ulaşıldı. Müslümanlar yeni uykudan uyanıyor. Halk devrimlerinin ardından bu despotların yerine kim gelirse gelsin mevcudundan daha kötü olamaz. Tunus’ta Nahda’dan başka kim gelebilir? Mısır’da İhvan’dan başka kim gelecek? Suriye’de de Müslümanlar dışında alternatif mi var? Gönlüm rahat.
Bu devrimlerden sonra uykusu kaçacak olan İsrail’dir, Amerika’dır. Suriye’den sonra Ürdün ve ardından da Suudi Arabistan krallığı yıkılacak. Biz bu intifadaya sahip çıkarsak İsrail’in zevali yakındır. Kudüs’ün tekrardan başkent olması yakındır.”
Dördüncü konuşmacı Kudüs TV ve Velfecr sitesi editörü Nurettin Şirin, önceliğin Siyonist rejimi ortadan kaldırmak olduğunu söyledi.
FİLİSTİN’İ ÜMMET SURİYE’YE MAHKÛM ETTİ
Şirin, özetle şunları söyledi:
“Müslümanların farklı düşüncelerden de olsa yüz yüze görüşlerini söyleyebilmesi çok önemli. Bu anlamda Özgür Der’i tebrik ediyorum. Telaffuzlarımız farklı da olsa amacımız aynı. Bu süreçte Siyonist rejimin ortadan kaldırılması öncelenirse ümmet olarak ortak bir noktada buluşabiliriz ve bir sorunumuz kalmaz.
Siyonizm’in ortadan kaldırılması mücadelesi ümmetin kurtuluş mücadelesidir. ABD’den, Kemalizm’den, İttihatçılıktan bahsederken bu Siyonizm’den bahsetmedir. Kahire’de İsrail elçiliğinin ele geçirilmesi Mısır devriminin tacıdır. Bu Camp David anlaşmasının çökertilmesidir.
Suriye rejiminin, Baas’ın yanında olmak mümkün değildir. Filistin direnişini Suriye’ye mahkûm eden ümmetin kendisidir. Bizler Siyonist rejimi ortadan kaldırmak için bir strateji bir yöntem uygulamış olsaydık bugün ne Suud kralı ne de Beşşar olacaktı. Halid Meşal bugün neden Suriye’de yaşıyor? Çünkü ihanet Meşal’i ve Filistin sorununu Esad’ın kucağına itmiştir. Bu bizim utancımızdır.
Tabi biz Suriye’de yapılan zulmü haklı görmüyoruz. Bunu meşru kılmıyoruz. Ancak Suriye rejiminin devrilmesi ile yeni Camd David’lerle karşılaşmayalım. Bizim endişemiz budur. Der’a ve Hama halkı ABD ve İsrail’e tavır aldığını haykırsın o zaman ben Suriye halkının ayağının tozu olayım.”
Beşinci konuşmacı Time Türk Haber sitesi editörü Turan Kışlakçı, olaylara yaklaşımda devlet politikaları değil, ilkesel bakmanın önemine işaret etti.
“İRAN, ULUSAL ÇIKARLARINI ÖNCELEDİ!”
Kışlakçı, özetle şunları söyledi:
“1800’lü yıllardan beridir İslam dünyası emperyalizmin tasallutunda. Cemaleddin Afgani ve Abduhların başlattığı ihya çalışmaları sonuç veriyor. Libya desteğine en büyük desteği veren Sudan’dır. Sudan’daki bütün ayrılıkçıları Kaddafi destekledi.
Bizler olaylara ilkeler ekseninde mi yaklaşacağız yoksa devlet tezlerinin ekseninde mi bakacağız? Bu direnişler insani ve ahlaki mi? Eğer öyleyse biz bunu desteklemeliyiz. Bütün despotlar Firavun gibi halka en doğru yolu sunduğunu savunuyor. Ama Allah doğrunun nasıllığı konusunda ilke koyuyor. Bu ilkeye göre hareket etmeliyiz.
Müslümanlardan hiç kimsenin Bahreyn’de krallığın düşmesi konusunda sorunu yok. Bizler Suriye konusunda rejimin niteliğini biliyoruz. Esad rejiminin Filistin diye bir sıkıntısı yok. Filistin meselesinden kendine bir meşruiyet sağlıyor. Hafız Esad Lübnan’da binlerce Filistinli mültecinin katledilmesine destek verdi. Hama’yı da unutmayalım!İsmail Heniyye Suriye rejiminin düşmesi için her sabah dua ettiğini söylüyor. Suriye’de Esad’dan olumlu beklentiler vardı. Ama Esad beklentileri karşılayamadı ve kaybetti. Halk korku krallığını yıktı. Esad’ın akıbeti diğer despotların sonu gibi olacak.
İran’ın Suriye konusundaki tavrı mezhebî değildir. İran olaya ulusal çıkarlar ekseninde bakıyor. Suriye muhalefeti Ortadoğu devrimlerinin içinde en İslamcı muhalefettir. Bizler rüzgârın karşısında dikilmemeliyiz, devrimlere yön vermeye çalışmalıyız. Artık Kur’an’dan neşet eden İslamcılık dönemi başlıyor. İkiyüzlülük baskı dönemi sona eriyor.”
Altıncı konuşmacı AKDAV Mütevelli Heyetinden Davud Güler, insanların fıtratları gereği köleliğe karşı çıktıklarını söyledi.
"SURİYE İNTİFADASI MEŞRU BİR İSYANDIR!"
Güler, özetle şunları söyledi:
“Konuşacağımız konu zor bir konu. Yaklaşık 40 yıldır süren Baas rejimi ve diktatörlerle yönetilen Suriye’de halk zorbalığa isyan etmiştir. Dolayısıyla burada ‘intifada’ tanımlamasını doğru buluyorum. Suriye İntifadası diğer ayaklanmalardan farklı değildir. Diğer ülke halklarının isyanları gibi bu isyan da meşrudur. Ayaklanma meşru ise ayaklanmaların arkasındakilerin kimler olduğu ikincil önceliklidir.
Esad rejiminin Siyonizm karşıtlığı mecburiyettendir. Rejim bu karşıtlıkla ayakta durmaktadır. Ama okumalarıma göre ve takip ettiğim kadarı ile muhaliflerin anti-Siyonist ve anti-emperyalist olduğuna inanıyorum. Esad rejiminin Siyonizm karşısında konuşlanmasının bir diğer sebebi de topraklarının işgal altında olmasındandır. Ama ne gariptir ki, bu rejim topraklarının korunması konusunda tek bir kurşun atmış da değildir.
Ortadoğu intifadasının temel itici gücü Müslümanlardır. İran’ın Suriye politikasını ‘stratejik’ buluyorum, aynı zamanda Suriye İran’ın en büyük imtihanı. İran için Suriye vazgeçilmezdir. İran Suriye’deki zulmü destekleyerek yaşanan acıların sorumluluğuna ortak olmaktadır. İmam Humeyni’nin kurduğu İran’ın devrimci karakterini şimdi de İran’dan bekliyoruz. Bu konuda İran ve Hizbullah’ın büyük sorumlulukları vardır.
Suriye konusunda Türkiye halkı genel olarak intifadayı olumlamıştır. Duyarlı Müslümanlar yeterli tepki gösterememiştir. Bu halimizin de sorgulanması lazım. Suriye önemli bir kavşakta yer alıyor. Bu da Suriye konusunda hesapları olanların sayısını da artırıyor.”
Yedinci konuşmacı Suriye muhalefetinin Türkiye temsilcilerinden Fevzi Zakiroğlu, muhalif hareketin arkasında Batılı güçler olduğu iddialarını cevaplandırdı.
“MUHALEFETİN ARKASINDA DIŞ GÜÇLER YOK!”
Zakiroğlu, özetle şunları söyledi:
“Suriye halkını harekete geçiren temel saikleri dış güçler ile irtibatlandırmak yanlıştır. Dış varlık olsa bile -ki yoktur- halkın olmadığı yerde onların varlığının hiçbir anlamı yoktur. Suriye’de halkı sokaklara döken sebepler vardır. Bunun temelinde 40 yıllık Baas rejiminin zulüm politikaları yatar. Kendisine zaman tanınan oğul Esad ise babasının politikasını sürdürmekten başka bir şey yapmamıştır.
Suriye muhalefeti etrafında yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. Ama şunlara dikkat edilmelidir: İsrail ve ABD Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de rejimin düşmesini değil, en fazla reform talep etmektedir. İddia edildiğinin aksine Suudi Arabistan ve Ürdün Suriye’de iktidarın değişmesini istemez, onlar tüm hesaplarını zayıflatılmış bir Esad iktidarı üzerinde kuruyorlar. Suriye’nin ardından sıranın onlara geleceğini bilirler.
Suriye’de olaylar Der’a’da Mısır devriminden etkilenen çocukların duvarlara yazı yazmasından dolayı gözaltına alınarak işkence görmeleri üzerine başladı. Tüm iddialara karşın Suriye’de gösteriler barışçıl bir şekilde devam etmektedir. Fakat halka ateş açmayan askerlerin infaz edilmesi çetelerin saldırısı olarak takdim edilmektedir. Halka ateş açma emrini yerine getirmeyen ordu mensuplarını Baas rejimi katlediyor. Bunu da muhalefetin üzerine atarak muhalefeti lekelemeye çalışıyor. Suriye’de halka ateş açmayı reddeden bazı askerler Suriye Özgürlük Ordusu’nu kurmuşlardır. Ama bunlar operasyonel kuvvetler değil, barışçıl gösterileri korumakla ilgileniyorlar.
İHVAN’IN FİLİSTİN’E SAHİP ÇIKMAYACAĞI ENDİŞESİ TAMAMEN YERSİZDİR!
Şimdi bazı tartışmalara da değinmek gerek: Hamas kimdir? İhvan değil midir? Zalim Baas rejimi Hamas’a ev sahipliği yapacak da kendi kardeşleri olan Suriye İhvanı mı yapmayacak; bu nasıl iddia edilebilir? Mısır’da Camp David’i deviren İhvan, Suriye’de nasıl Camp David’i inşa etmekle suçlanır? Şu anda Suriye’de devrimin öncülüğünü İhvan yapmaktadır. Devrimin Filistin direnişine sahip çıkmaması imkânsızdır. Elbette ki Kudüs hepimizin hedefidir. Peki, biz 50 yıldır Kudüs’ü neden kurtaramıyoruz? Çünkü Müslümanları despotlar engelliyor, Kudüs’e giden yolu despotlar kuşatmıştır. Filistin’e giden yolu açmadan Filistin’i nasıl kurtaracağız? Bu despotların yıkılması ile Kudüs kurtarılabilir. İran’ın Suriye yanında olmasının politik bir tercih olduğunu düşünüyorum.”
Sekizinci konuşmacı İHH Yönetim Kurulu Üyesi Osman Atalay, Suriyeli muhaliflere haksızlık yapıldığına dikkat çekti.
“MÜSLÜMANLAR İRAN’I İKNA ETMELİ!”
Atalay, özetle şunları söyledi:
“Türkiyeli Müslümanlar uzun zamandır sorunları konusunda üzerine düşeni yapmamaktadır. Bu konuda özeleştiri yapmak durumundayız. Meseleye nasıl baktığımız önemlidir. Bizler bu konuda Kur’an merkezli değerlendirmeler/yaklaşımlar geliştirmeliyiz. Dün Irak’ın işgal sonrası durumuna itiraz etmeyenlerin bugün Suriye konusunda muhalefetin niteliği konusunda tezler geliştirmeleri çok ilginç.
Suriye muhalefeti İstanbul’da 6 defa toplandı ve ne istediğini açıkça söyledi. Muhalefet açıkça dış müdahaleyi, ABD’yi istemediğini söylüyor. Türkiyeli Müslümanlar oturduğu yerden değerlendirmeler yapıyor.
Devrim süreci yaşayan ülkelere hala heyetler halinde yerinde incelemeler ve görüşmeler yapmadık. Bizler bu konuda neden İran’da görüşmeler yapamıyoruz? Nusayrilerle anlaşan İran Müslümanlarla da anlaşabilir. Bu zor değildir. Biz Suriye meselesini dedikodularla değerlendiremeyiz.
Suriye’de rejim çökerse rejimin Golan’ı nasıl sattığı ortaya çıkacak. Lazkiye’de geçtiğimiz ay bir Filistin mülteci kampı dağıtıldı. On bin insan nerede belli değil. Filistin direnişi şimdi Suriye’de esir. Türkiyeli Müslümanlar İran’ı ziyaret edip onu ikna etmeli. Bizler İran’ın hukukunu gözetmeliyiz fakat bunu yaparken direniş ve mücadelenin de hukukunu korumalıyız. Siyasi hesaplarla olaya yaklaşamayız. Arap Müslümanlar, şimdiye kadar Kemalistlerden çekiyordu. Şimdi ise Türkiyeli Müslümanların ithamlarından çekiyor.”
Dokuzuncu konuşmacı Vahdet sitesi editörü ve Yeni Akit gazetesi yazarı Ahmet Varol, sözlerine 30 yıldır Filistin’le ilgili çalışmalar yaptığını hatırlatarak başladı.
“SURİYE’DEKİ ZULÜM, FİLİSTİN ÜZERİNDEN MEŞRULAŞTIRILAMAZ!”
Varol, özetle şunları söyledi:
“Konunun Filistin ile ilgisi üzerine durmak istiyorum. Filistin meselesi başlı başına bir meseledir. Filistin hiçbir zaman bir zulüm rejiminin meşrulaştırıcısı olamaz. Suriye’de her gün 20 insan ölüyor. Bunlar sinek mi? Bizler nasıl Filistin adı ile bu zulmü meşrulaştırabiliriz?
Ben Filistin direnişçileri ile her zaman görüşüyorum. Filistin İslami direnişi hiçbir zaman bu vahşete onay vermemiştir, vermeyecektir. Suriye 1967’den beridir İsrail’e bir taş bile atmamıştır. İsrail karşıtı cephenin Suriye rejiminin düşmesi ile çökeceği tezi gerçekçi değildir.
Halk baba Esed’in ölmesinden sonra beklentilerine ulaşamadı. Beşar Esad döneminde halk 11 sene bekledi ama hiçbir beklentisine ulaşmadı. Bu rejim Siyonizm karşıtlığının kalkanı nasıl olabilir?
İmad Muğniye’nin Suriye’de şehit edilmesi oldukça düşündürücüdür. Suriye istihbaratının çok aktif olduğu bir bölgede İmad Muğniye İsrail tarafından nasıl şehit edilebildi? Fethi Şikaki ise sadece Libya istihbaratının bildiği bir Libya ziyaretinin dönüşünün ardından Malta’da şehit edildi. Bunların üzerinde düşünmek lazım. Bu despotlara nasıl güvenebiliriz? Halkları nasıl onlara teslim edebiliriz?
Ben İran’ı ve stratejisini önemsiyorum. Bu rejimin gitmesi ile İran bir şey kaybetmeyecektir. İran da bizler de Baas sonrası dönemle ilgili stratejiler geliştirmeliyiz. Ben İran’ın yakın zamanda Baas sonrası dönemle ilgili stratejiler geliştireceğine inanıyorum. Suriye’deki halk birilerinin oyununa gelmiş kuru kalabalık değildir. Özgürlüğü için mücadele etmektedir. Beşar Esad, Kaddafi’den ders almalıdır.”
Son konuşmacı Özgür-Der yöneticilerinden ve Haksöz Dergisi yazarı Hamza Türkmen, konuyu 6 başlıkta analiz etti.
“CAMİ MERKEZLİ MUHALEFETİ BOP’A BAĞLAMAK AYIPTIR, GÜNAHTIR!”
Türkmen, şunları söyledi:
“Suriye’de meydana gelen son olayların analiziyle ilgili 6 başlığın önemli olduğunu düşünüyorum:
1- Tanımlama
2- Muhalefetin Bileşenleri
3- Suriye İntifadasının Dinamikleri
4- Komplocu Yaklaşımlar
5- Türkiye’ye Duyulan İlgi
6- İran’ın Eski Politikalarını Yenileyememesi
1- TANIMLAMA: Ortadoğu’da yaygınlaşan intifadayı Batılı haber ajansları Arap Baharı olarak sunmaya başladı. Bazıları da Arap Devrimi diyor. Aynı kurgu Suriye için de kullanılıyor.
Olay Suriye’deki ulusçu-seküler paradigmaya dayanan diktatörlük rejimine karşı bir direniştir. Suriye intifadasıdır. Aynı Siyonizm’e karşı Filistin intifadası gibi. Amaçlanan Suriye’deki yasakçı-işkenceci-totaliter yapının yıkılmasıdır. Bu bağlamda Suriye’deki kalkışmaya, intifadaya ‘revulation’ anlamında “Suriye devrim süreci” de denilebilir. Bu süreç Suriye’de inanç, düşünce ve yönetime katılım özgürlüğünü hedefleyen bir direniş veya ihtilal olayıdır. Yoksa İslam adına bir ıslah veya inkılâp projesi değildir.
Yani Suriye muhalefeti Filistin intifadası gibi zalim yönetime karşı bir intifadayı paylaşmaktadır. Ancak bu intifadanın başarısından sonra Suriye’de Müslümanlar açısından toplumsal ıslah ve dönüşüm hedefi için bir imkan oluşabilir.
2- MUHALEFETİN BİLEŞENLERİ: Mısır’dan sonra İhvan’ın en güçlü olduğu kitlesel potansiyel Suriye idi. Ama bu kitlesel potansiyel 1963’ten bu yana Arap ırkçısı Baas Partisi icraatları ve 1982 katliamı ile ezildi.
4-5 yıl önce ülke dışında bulunan Suriye İhvanının yayınladığı rapora göre Baas-Esed rejiminin zindanlarında bulunan İhvan üyesi 20 bini aşkın mahkûmdan hala haber alınamamaktaydı. Hafız’dan sonra Beşar Esad tarafından da ideolojik kimlikleri dolayısıyla 4 bin kişi işkenceli sorgulamalardan geçirilerek zindanlara tıkılmıştır.
Bu yıl Ortadoğu intifadasına paralel olarak yükselen en örgütsüz ayaklanma Suriye’de başlamıştır. Çünkü Baas rejiminin istihbarat örgütleri İhvan’a Suriye’de yaşama hakkı vermediği gibi diğer muhalif düşüncelere nefes aldırmamıştır. Şu anki Suriye muhalefeti büyük ölçüde İhvan ve Hamas sempatizanlarından, şeyhler yani âlimler etrafında öbeklenen küçük kümelerden, liberal-sol eğilimli elitlerden, Kürt ve Türkmen muhalefetinden oluşmaktadır. Ama muhalefet olaylar içinde örgütlenmektedir. Ve çıkış yaptığı merkezler ise camilerdir. Muhalefetin ana gövdesi Cuma namazlarında oluşmaktadır ve direniş devam ettikçe de cami merkezlerinde örgütlenmektedir.
3- SURİYE İNTİFADASININ DİNAMİKLERİ: Ortadoğu ve Suriye intifadasını Batılı sosyal bilimler dili ile okuyanlar ya liberal dille ya sol bir dille ya da Batılı ajansların sunum ve takdimine göre izaha kalkışmaktadırlar. Camiamızdan konuya komplocu yaklaşanlar da vardır. Suriye diktatörlüğüne karşı direnişte ekonomik sıkıntılar ve özgürlük özlemi başta olmak üzere birçok saik söz konusudur. Ama en önemli neden, yaklaşık 3 sene önceki İsrail’in Gazze katliamı, bombardımanı sırasında Arap diktatörlük rejimlerinin suskunluğuna duyulan ÖFKE olmuştur. Kitlesel tepki sadece İran ve Türkiye’den gelebilmiştir. Arap rejimleri ise halkın muhalefetini dipçik zoruyla susturmuştur. İşte Arap ve Suriye intifadası, birçok sebep yanında en çok Filistin’le ilgili bastırılan bu öfke patlamasının bir ürünüdür.
4- KOMPLOCU YAKLAŞIMLAR: Suriye’deki olayları Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) veya GOP ile açıklayanlar var. BOP, bir kere başarısız olmuş bir projedir. BOP’u önce 2003’te 1 Mart Tezkeresine karşı kitlesel direnişimizle Meclis’te 3 oy farkla da olsa mağlup ettik.
İkinci olarak Irak’tan sonra Suriye ve İran’ı hizaya getirmeyi planlayan ABD ve projeleri öncelikle Irak direnişi karşısında mağlup oldu.
Üçüncüsü demokrasi ve insan hakları söylemiyle mevcut-hantal rejimleri değiştirme hedefi ilk olarak Filistin’de genel ve Mısır’daki kısmi seçimlerde HAMAS’ın ve İHVAN’ın başarılı olması karşısında iflas etti ve geri çekildi. Tekrar işbirlikçi diktatörlere yapışıldı.
Dolayısıyla BOP eski bir projedir. Ama komplocu zihniyet durmuyor. Okumak için Amerika’ya giden Arap gençlerinin finanse edilip-eğitilip Arap Baharını başlatmak üzere MİDİLİS FORUM tarafından geri gönderildiği tarzındaki komplocu yaklaşımlar da delilsiz ve mesnetsizdir. Kaldı ki, bu tarz bazı planlar olsa bile, bunu genelleştirerek Gazze’nin, Mısır’ın, Suriye’nin cami merkezli muhalefetine karşı kurgulamak ayıptır, günahtır. Çünkü bu Müslümanlar kandırılacak aptallar ve kukla tipler değildir. Eğer her ABD’de okuyan Arap çocuğu veya Müslüman ABD ajanı olsaydı, ABD’de eğitim gören Seyyid Kutup da Amerikan ajanı olurdu. Komplocu yaklaşım büyük ölçüde vakıayı tanımıyor, nesnellik kaygısıyla takip etmiyor, vakıa ve nass arasında tertil fıkhı oluşturamıyor.
5- TÜRKİYE’YE DUYULAN İLGİ: Arap intifadası boyunca en fazla ilgi duyulan ülke Türkiye olmuştur. Bu ilgi ‘Kâbe Arabın Olsun Bize Çankaya Yeter!’ mısralarıyla simgelenen Türk ulus devletine, Kemalist rejimine ve Türk ulusçuluğuna duyulan bir ilgi değildir. Aksine bu ilgi Batı’ya teslimiyeti ifade eden Lozan Görüşmelerine itiraz eden I. Meclis’e karşı yapılan darbeden, binlerce kanaat önderi Müslümanı idam eden İstiklal Mahkemelerinden beslenen Kemalist laik-diktatörlüğün, Kemalist vesayet sisteminin geriletilmesine duyulan bir ilgidir. Türkiye’de fiili işkencenin nasıl kaldırıldığına, darbeci muvazzaf general ve subayların nasıl tutuklanabildiğine duyulan ilgidir. Yoksa Türkiye’de İslam adına bir inkılâp falan olmuyor. Ama Türkiye’de Kemalist elitlere karşı çevrenin yani halkın önü açılıyor. Arap ve Suriye intifadası ile arzulanan da budur. En önemli hedefleri de kendi diktatörlerini ve İslam düşmanlarını iktidardan uzaklaştırabilmek, yerli ve küresel vesayet sistemini geriletebilmektir.
6- İRAN’IN ESKİ POLİTİKALARINI YENİLEYEMEMESİ: İran’ın Suriye muhalefetine yaklaşımı, öncelikle Suriye’de rejim değişirse ‘ABD inisiyatif alabilir!’ korkusuna dayanıyor. İran böyle bir korku kurguluyor. Lübnan Hizbullahını da peşine takıyor.
Oysa Türkiye’deki Kemalist diktatörlük gibi Suriye’de de halkı batılılaştırmaya çalışan Baas rejiminin, Siyonizm ve Batı karşıtlığı, muhalefetin Siyonizm ve Batı karşıtlığından daha sahih ve gerçekçi değildir.
İran 30 sene önce Hama olaylarında sergilediği İhvan karşıtı tarihi yanlışı devam ettirmektedir. Esad rejimi, halkı ve İslam’ın menfaatlerini değil, sadece saltanatını düşünmektedir. Eski politikalarını taklitten kurtulamayan İran, gittikçe İslam dünyasından kopmakta sadece taraftarlarını motive eden bir daralmayı yaşamaktadır. Suriye’deki Esad yanlısı kitlesel gösteriler, Türkiye’de 3 sene önceki Cumhuriyet mitinglerinden farklı değildir. Her ikisinde de istenen İslam dışı Batıcı-laik-seküler bir yaşam ve vesayet sistemidir. Bu nedenledir ki Türkiye’deki Kemalistler, çoğu TÜSİAD’çılar ve komünistler Esad rejiminin yanındadır. İran nerede durduğuna bir bakmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO’ya bağlı bir rejimdir. Ama buna rağmen Erdoğan Hükümeti, Obama’nın İran’a karşı son yaptırım girişimlerine, BM Güvenlik Konseyi’nde olduğu gibi tekrar direnmiştir. Bu, Ortadoğu halklarının menfaati için İran’a verilen bir destektir. İran da Ortadoğu Müslümanlarının ortak menfaatlerini gözeten politikalar üretmelidir. Eski alışkanlıklarını taklit etmemelidir. Bir yolunu bulup İran’a bunu hatırlatabilmeliyiz.
Allah kendini İslam’a nispet eden herkese basiret ve hikmet ihsan eylesin.”
Murat Ayar – Kürşat Okur / HAKSÖZ-HABER
Fotoğraf: Gökhan Ergöçün / Haksöz-Haber