Özgür-Der'den 12 Eylül Davası Hakkında Açıklama
Özgür-Der, 12 Eylül Davasının Kemalist ideolojiyle birlikte sol içindeki tutarsızlıklarla da yüzleşmek için fırsat olduğunu açıkladı.
“Umarız 12 Eylül darbe davası Kemalist Cumhuriyetin kanlı geçmişiyle yüzleşilmesi ve kirliliklerden arınma noktasında bir ileri adım işlevi gördüğü gibi, darbecilik illetine duçar olmuş çevrelerin arınması için de bir vesile olur!”
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, 12 Eylül Davasının başlaması üzerine bir açıklama yaptı. Davanın önemine dikkat çekilen açıklamada darbecilikle yüzleşmenin sadece 12 Eylül 1980’de gerçekleşen zorbalıkla yüzleşmek olarak görülemeyeceği ifade edildi. 12 Eylül özelinde Kemalist ideolojinin ürettiği bir zihniyetle, bir yönetim anlayışıyla hesaplaşmanın asıl olduğunun vurgulandığı açıklamada sol kesimlerin tutarsızlıklarına da dikkat çekildi.
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’nın açıklamasının tam metni:
12 EYLÜL DAVASI HERKES İÇİN BİR ARINMA VESİLESİ OLSUN!
4 Nisan 2012
12 Eylül hukuksuzluğu nihayet yargılanıyor. Bugün Ankara Adliyesinde başlayan dava, sadece hayatta kalan cunta şefleri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanması değil; Türkiye’nin, tarihinin kirli sayfalarından biriyle daha yüzleşmesidir.
Elbette darbecilikle yüzleşme sadece 12 Eylül 1980’de gerçekleşen zorbalıkla yüzleşmek olarak görülemez. 12 Eylül özelinde Kemalist ideolojinin ürettiği bir zihniyetle, bir yönetim anlayışıyla hesaplaşmaktır asıl olan.
Askeri müdahaleler, özünde bir darbe ile kurulmuş ve süreklilik içinde militarist yöntemlerle sürdürülmüş Cumhuriyetin en köklü geleneğidir. Bilhassa çok partili sisteme geçilmesiyle birlikte adeta rutine bağlanmış ve defalarca tekrarlanmıştır. 12 Eylül bu kirli zincirin esaslı halkalarından biridir. Faşizan bir mantıkla “huzur ve güven ortamının tesisi” adına ülkede baskı ve işkenceyi sistematik hale getirmiş, toplumu sindirmiş, siyaseti yasaklı hale getirerek ceberut devlet düzenini tahkim etmiştir.
Bu süreçte yaşanan insanlık suçlarının hesabının sorulması adalet için, hakkaniyet için ve bu ülkenin daha sağlıklı yarınlara erişebilmesi için bir gerekliliktir. Kaç kişinin yargılanacağı ve ne kadar ceza alacaklarından öte; bu dava hukuksuzlukla, zorbalıkla, bugünleri de ipotek altına alan geçmişin heyulasıyla bir hesaplaşma ve kirlilikten arınma adına büyük bir adımdır da! Yargılanan emekli cunta şeflerinin arkasında kimse duramazken; davanın destekçisi, savunucusu konumunda olanların çokluğu, halkın çok büyük bir ekseriyetinin bu davayı sahiplenmesinin de başlı başına bir kazanım olduğu açıktır.
Tam bu noktada, dava sürecine müdahil olarak katılma talebinde bulunan bazı kesimlerin sergiledikleri tavırların, tutarsızlıklarının da ayrıca değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmekte yarar var. 12 Eylül davası, aynı zamanda bu tür çevrelerin tutarsızlıklarının, samimiyetsizliklerinin ve ciddiyetsizliklerinin de bir anlamda yargılanmasına dönüşmüştür.
Bugün Ankara Adliyesinin bahçesini dolduranların önemli bir kesimi 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen referandumda meydanları “Anayasa değişikliğine hayır!” pankartları ve sloganları ile doldurmuş; 12 Eylül darbesinin yargılanamayacağını iddia etmişlerdi. Eğer tezlerine yeterli destek bulmuş olsalardı, bugün bu dava görülemeyecek, 12 Eylül yargılanmayacaktı. Bugün, bu tutumlarının öz eleştirisini yapma gereği de duymaksızın, hiç utanmadan meydanlarda, ekranlarda boy göstermeleri hiç şüphesiz utanmazlıklarının bir göstergesidir.
Aslında bu kesimlerin sorunu sadece bu davaya ilişkin oportünist tutumlarından kaynaklanmıyor. Daha temelde bir yüzleşme ihtiyacı hissetmeleri şart. 12 Eylül darbesine giden süreçte bizzat üstlendikleri figüranlığın hesabını vermelidirler. Nasıl kullanıldıklarını, darbeci tezgâha nasıl alet olduklarını açık yüreklilikle sorgulamalıdırlar. Açıktır ki, bunu yapmak yerine, düne dair kahramanlık türküleriyle kendilerini aklayamazlar.
Daha da önemlisi ise 12 Eylül’e karşı açık, net, sert tavır alanlar artık ikiyüzlülüğü bırakmalı, sadece kendilerine zarar veren darbelere değil, bizatihi darbeciliğin kendisine tavır almayı öğrenmelidirler. Ne yazık ki, bu çevreler 28 Şubat’ta üstlendikleri taşeronluk rolüyle ve hala Ergenekon-Balyoz ve benzeri darbe süreçlerine ilişkin ikircikli tutumlarıyla marufturlar. Bir hukuksuzluk olgusu olarak darbeciliğe değil, ancak işlerine gelmeyen darbeye karşı olduklarını, özünde ise militarist mantıktan azade olamadıklarını ortaya koymaktadırlar.
Umarız 12 Eylül darbe davası Kemalist Cumhuriyetin kanlı geçmişiyle yüzleşilmesi ve kirliliklerden arınma noktasında bir ileri adım işlevi gördüğü gibi, darbecilik illetine duçar olmuş çevrelerin arınması için de bir vesile olur!
ÖZGÜR-DER