Özgür-Der Seminerlerinin Son Dersi Yapıldı
Özgür-Der’in Alternatif Eğitim Derslerinin son haftasında Betül Üzer, “Allah Kimlere Yardım Eder” konusunu anlattı. Ardından Hamza Türkmen son ders olarak, “1980-2000 Yıllarında İslami Dergilerin İşlevi” başlığını işledi.
"Allah Kimlere Yardım Eder"
İlk dersin konuşmacısı Betül Üzer, konusunu Muhammed suresi 7. ayet ışığında değerlendirdi.
"Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır." (Muhammed, 47/7 )
Üzer, ayetin geçtiği surenin savaş yapılmasına izin verilen ilk sure olduğu için 'kıtal suresi' adıyla da anıldığını söyleyerek konuşmasına başladı. "Bu surenin, hicretin ardından nazil olan ilk sure olduğu düşünülür ve surenin başında Allah yolundan alıkoyanların uğraşlarının boşa çıkacağı vurgulanır" diyen Üzer, ayeti 3 aşamada değerlendirdi. İkinci olarak da iman edenlere seslenen ayetin, Allah'a yardım edenlere Allah'ın da yardım edeceğine dikkat çektiğini belirtti. Ve Allah'tan yüz çeviren bir topluluğun yerine Allah'ın yeni topluluklar getireceğine vurgu yaparak sure sonlanıyordu. Üzer, Allah'ın kullarından dini için yardım istemesinin kulların kurtuluşa ermesi için bir vesile olduğunu yoksa Allah'ın bu yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi.
Ayakların sabit kılınmasının, direnişte Allah dinine yardım ediyor olmak anlamına geldiğini söyleyen konuşmacı, İslam'ın ikamesine yardım eden kulların Kur'an tarafından "Ensarullah" olarak adlandırıldığını belirtti.
Al-i İmran suresinin 52 ve 54. ayetlerinde İsa ve havarilerinin aralarında geçen konuşma sonucu havarilerin, ensarullah olmak için talepte bulunduğunu söyleyen Üzer, bizlerin de konum itibari ile "biziz Ensarullah" deme sorumluluğu ve cesaretini üzerimizde taşımamız gerektiğinin altını çizdi.
Üzer, ensar kavramını lûgat anlamı ile "yardımcı" olarak açıkladı. Ensar, Medineli Müslümanların sıfatı iken yaptıkları işler dolayısı ile isimleri halini almıştır diyen konuşmacı bunun, ensar ve muhacirin kardeşliğinin pekişmesi ve Allah'ın dinine yardım etmeleri anlamına geldiğini söyledi.
"Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Tevbe, 9/100)
Bu yardımlara nail olabilmek kolay değildir diyen Betül Üzer, İslam'ın bireysel ve toplu tanıklığını yılmadan yapmanın, zulme, şirke, tuğyana bulaşmadan yürüyebilmenin inanç ve eylemlerin Allah'ın rızasına uygun şekilde oluşturmanın yardıma nail olunacak bir hal üzere olunabileceğini vurguladı. Konuşmacı, Allah'ın Müslümanlara ahdi vardır ve müşriklere karşı onurlu, dirençli tepkiler verebilen mü'minlerin Allah'ın yardımını kazanmak için bir sebep olduğunu ayet ile örneklendirdi:
"Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp dönmez." (Al'i İmran, 3/9)
Konuşmacı, Allah'ın yardımını vereceği kulların vasıflarını Hucurat Suresi 15. ayet ışığında açıkladı:
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir." (Hucurat, 49/15)
Betül Üzer, Hucurat suresinde belirtilen vasıflardaki müminlerin mücadele adına hazırlık yapmalarının ve sonrasında Allah'tan yardım istemeleri gerektiğine ve Enfal Suresi "kuvvet" hazırlamakla ilgili ile 60. Ayete dikkat çekti.
Üzer, Allah'ın yardımlarından beri kalacak kişileri, ayetleri inkâr edenler, Peygamberleri ve adaleti emredenleri öldürenler, mal biriktirenler, nefsini ilahlaştıranlar olarak birkaç başlıkta inceledi.
İlahi yardım, tarih boyunca iki şekilde yapılmıştır: Mucizeler –yanlızca peygamberlere yapılmıştır- ve gaybi yardımlar- peygamberlere ve müminlere-. Peygambere ve beraberindekilere mücadele alanında yapılan Rabbani yardım, topluma yönelik bir dış yüzü bulunmayan Kur'an'i kavram"sekine" ile nitelendirilir. Sekine; ruh ve kalp dinginliği, huzur, özgüven, kızgınlıkların dinmesi, korkunun sona ermesi, hareketten sonra durgunluk anlamlarına gelir ve Kur-an'da Bakara, 248, Tevbe, 26, 40 ve Fetih, 4, 18, 26. ayetlerde geçtiğini belirtti.
Müslümanların sabır ve direniş ile yürüttükleri mücadelenin Allah'ın yardımı sekine ile desteklendiğinde yeni bir boyuta gireceğini dile getiren Üzer, Fetih suresi 26. ayette geçen sekineye 'layık ve ehil olma' halinin şart olduğuna dikkat çekti. Bu ayet, toplumsal eylemlerin failinin yine toplumsal iradeyi gerektirdiğini vurgular, diyen konuşmacı ilahi yardımların hem dünyevi hem de ahireti kapsadığını dile getirdi.
Üzer, ilahi yardımın dünyevi konforları içermeyeceğini, bundan dolayı başa gelen sıkıntıları yılgınlığa kapılmadan, sabrederek ve direnç ile karşılamanın olgunluğuna sahip olunmasının öneminin altını çizdi. Konuşmacı, Bakara Suresi 249. ayeti şu sözler ile yorumladı; "Peygamberlerin ve müminlerin Allah uğruna yürüttükleri mücadelede yoksulluk, darlık ve çeşitli zorluklarla sınanmışlardır ve Rabbimiz bu uğurda direnç ile sabredenleri yalnız bırakmamıştır. Betül Üzer, İlahi yardımın Peygamberlere ve müminlere sekine kavramının yanında, sırf Allah'a iman ettikleri için Müslümanlara sıkıntı çektiren, işkence eden kafirler topluluğunun helak edilmesi olarak da kullanıldığını ifade etti. Ardından konuşmacı Rabbani bir kavram olan yardımı, Kur'an'da kullanılan hali olan şu kavramlar ile açıkladı: İmdat, nusret, feth, şefaat, istiane, istiğase ve inayet.
İmdat: İhtiyaçlarını karşılamak amacı ile yardım talep eden birine destek vermek anlamında kullanılır. Bu kavram Allah'ın kullarına verdiği çeşitli nimetler ile örneklendirilebilir.
İnsanın temel ihtiyaçlarının yanında farklı ihtiyaçlarına karşı Allah'ın nimet bahşetmesi imdat (yardım) kavramı ile açıklanabilir. Bedir savaşında yardım olarak gönderilen melekler de Allah'ın kullarına yardımı yani imdadına karşılığıdır.
Fetih: Rızkı genişletmek, açmak olarak kullanılan Fetih, müminleri yardım ile zafere ulaştırmak anlamında kullanılır. Hudeybiye anlaşması müminlerin müşriklere karşı bir fethi olarak kabul edilir. Buradaki kazanım müminlerin sekine kavramındaki azmin ve çabanın ürünü olan bir yardımdır.
Nusret: Müminlerin içinde bulundukları zorluklarda Allah'tan gelen yardım anlamında kullanılır. Bu kavram Kur'an'da özel olarak Allah'ın şeraitini koruyan Müminlere gelen yardım olarak kullanılır. Ensar'ın muhacire karşı yardımı nusret kavramına denk düşecek bir durumdur ve Allah'ın nusreti bu durumda Allah'ın şeraitini koruyanlara ve onlara yardım edenlere nail olacaktır.
İstiane: Bu kavram, yardımdan ziyade yardım istemek anlamında kullanılır. Fatiha suresinin 5. ayetinde istianenin sabırla, dua ve namaz ile yardım istemek olarak kullanılır. Bunun yanında mücadelenin zorluklarına karşı sığınılması gereken tek dostun Allah olduğa Enbiya suresi 18. ayette vurgu yapılır.
İstiğase: Tevhid inancının özü nihai yardım talep edilecek kişinin Allah olmasıdır. Bu teslimiyet ile mücadele alanında Allah'tan yardım dilemek karşılığı elbet gelecek bir istektir ve bu, istiğase kavramı ile nitelenir.
Şefaat: İlahi rızayı kazanan müminlere ahirette Allah tarafından gelecek yardım şefaat kavramı ile açıklanır.
Betül Üzer, konuşmasının sonuna doğru, tevhidi bilincin tam olarak yerleşmediği noktalarda dilenen yardımların şirk oluşturma ihtimalinin olduğunun altını çizdi. Konuşmacı, Secde suresi 4. ayette belirtildiği üzere sığınılması gereken tek yerin Allah'ın yardımları olduğu ve Nasrullah'ın yani Allah'ın yardımının, gaybi bir mesele olduğunu belirtti. Üzer, yardıma nail olmanın imanımızın netliğini gerektirdiğini vurguladı. Üzer konuşmasını, şahsiyetli Müslümanlar olarak Allah'ın dininin yardımcıları ve şahitleri olma sorumluluğumuza dikkat çekerek sonlandırdı.
"1980-2000 Yıllarında Dergilerin İşlevi"
İkinci dersin son konusunu ise Hamza Türkmen sundu. Türkmen, "1980-2000 yıllarında dergilerin işlevi" başlığı altında bu ders yılında yapılan dergicilik derslerine ilişkin genel değerlendirmelerde bulundu. Bu derslerden ne murâd edildiğini, dergicilikte dikkat etmemiz gereken noktaların neler olduğunu irdelemeye çalıştı.
Konuya, İslam ümmetinin tarihi süreç içinde Kur'an'dan uzaklaşarak kendi ürettiklerini ya da nefsaniyetlerini esas edinerek saltanat sapmasına ve mezhepçilik hastalığına yakalandıklarını ifade ederek giriş yaptı. Vahiy merkezli şura sisteminden uzaklaşılmasıyla ciddi dağılmaların meydana geldiğini belirtti. Bu dağılmaların öncelikle eğitimde nüksettiğini söyledi. Daha sonra eğitimdeki farklılaşmalar ile birlikte; mezheplere, ekollere ayrılındığını, hatta akidelere kadar farklılaşmalar görüldüğünü, farklılaşanların öbekleşerek birbirine düştüğünü ifade etti. Böylece meydana gelen iç çekişmeler yüzünden ümmetin diriliğini ve iç dinamiğini yitirdiğini anlattı. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşında işgal altında olan İslam coğrafyasının- Malik bin Nebi'nin ifadesiyle- sömürüye müsait hale geldiğini vurguladı. Fakat dağılmaya başlanılan andan itibaren öze dönüş çağrısında bulunan ıslah hareketlerinin bunlardan ayrı olduğunu belirtti. Bu çabalar içinde 19.y.y.da ön plana çıkan en önemli oluşumun Urvetu'l Vuska hareketi ve dergisi oluğunu dile getirdi.
Türkmen, Urvetu'l Vuska hareketi ile yeniden oluşturulan vahiy merkezli değerlerin 20.y.y.'da sosyalleştirilmeye ve tanıklaştırılmaya çalışıldığını ifade etti. Bu noktada Cezayir'deki Ulema hareketini, Orta Doğuda Mısır kökenli İhvanı, Hint-Pakistan bölgesinde Cemalettin İslami'yi, bunlara özeleştiri getirmeye çalışan Hizbut Tahriri örnek verdi. Bu örnekler içerisinde ise en iyi özeleştiriyi "Yoldaki İşaretler" ile Seyyid Kutup'un gündemleştirdiğini hatırlattı. Bu tablonun dağılmış ümmet yapısını gösterdiğini belirten Türkmen, yeniden dirilme çabalarıyla ihya ve ıslahı amaçlayan hareketlerin ise mesajlarını neşrettikleri en önemli aracın dergiler olduğunu dile getirdi. Bu açıdan, dergilerin -bir bakıma- dağılmış ümmetin şura üyeleri olarak nitelenebileceğini belirtti. Zira var olan çabaların, düşüncede, stratejide ve metoda ne gibi bir tez ileri sürdüklerini dergiler aracılığıyla neşrettiklerini, böylece dergilerin dağılmış ümmet yapısını irtibatlandırma görevi üstlendiğini ifade etti. Ayrıca dergiler aracılığıyla dergi çevresinin, İslami eğitime nasıl baktığını, yaşanan olayları nasıl bir perspektifle analiz ettiğini, gündemi oluştururken önceliklerinin neler olduğunu da ortaya koyduğunu söyledi.
Derginin Avrupa'da ortaya çıkan modern bir tebliğ aracı olduğunu belirten Türkmen, bu aracın nasıl kullanılacağı pratiğini Cemalettin Afgani önderliğindeki Urvetu'l Vuska dergisinde gördüğümüzü belirtti. İngiliz-Fransız çatışmasından yararlanarak Fransa'da çıkan, sistem içi bir araç olan bu derginin sistemle uzlaşmadığını, kimliğini ve mesajını gizlemediğini, ayetlerin üzerini örtmediğini, yeterli finansmanını ve kadrosunu oluşturmuş bir şekilde yayına girdiğini vurgulayan Türkmen, derginin taşıdığı mücadele gündemiyle, şartları aşmaya çalışan muvahhid eğilimli Müslümanlara ulaşmaya çalıştığını dile getirdi.
Urvetu'l Vuska'nın kaygılarıyla paralelleşen Türkiye'deki en önemli tezahürün -yetmişli yılların ortalarında yayınlanmaya başlayan- Düşünce Dergisi olduğunu söyleyen Türkmen, bu derginin tevhidi anlatmak, sistemi çözümlemek, müslümanları uyarmak, yeniden inşa fikrini gündemleştirmeye çalışmak konusunda önemli etkilerinin olduğunu dile getirdi! Derginin sırf, birikimlerimizi yeniden Kur'an'la ve sahihi sünnetle tahkik etmeye, mezhepçiliği ve tarihle övünmeyi aşmaya çağırdığı için geleneksel kesim tarafından tepki ve yasaklarla karşılaştığını kaydetti. Bu söylemle paralelleşen 1980'e kadar; Ankara'da Talebe Dergisi, Yeni Ölçü Dergisi., Malatya'da Kriter Dergisi, ve haftalık çıkan; Şura Dergisi, İslami Hareket Dergisi, Tevhid dergisi, Hicret Dergisi ve dönemin edebi yanını taşıyan Aylık Dergi gibi dergilerin de öne çıktığını bildirdi.
12 Eylül döneminde insanların büyük bir baskı ile zulüm ile karşılaştıklarını anlatan Türkmen, 70'li yıllarda İslami uyanış sürecinde mayalanmaya çalışan duyarlılığın 80'li yıllarda kendini ortaya koymaya çalıştığını ifade etti. Bunun görünür yanının İslami dergiler olduğunu belirterek genel olarak dergilere iki kola ayırdı: Birincisi; tevhidi uyanış sürecinden etkilenen ve çizgiyi devam ettirmeye çalışan dergiler, ikincisi ise; klasik, eklektik dergiler.
Türkmen dergileri yapısal olarak bir de şu şekilde tasnifledi:
- Ekol dergileri: Tevhidi uyanış sürecinde sözü, tezi ve sistematiği olan dergiler. Bu dergilerin usulu'd din anlayışı, zulüm ve cahiliye karşısında pratik tanıklık anlayışı, gelecek tasavvuru, tarih ve toplum değerlendirmesi, okuyucusunun eğitimini karşılama kaygısı dikkat çekmekteydi.
- Platform dergileri: Kaygıları ekol dergileriyle benzer yöndedir fakat platform dergileridir. Girişim dergisi gibi…
- Bülten dergileri: Yapılanları aktaran, gündemi kuşatacak tezler üretmek yerine, içe dönük faaliyetlerini dillendirme heyecanı içinde olan dergilerdir.
Dergilerin amaçlarını gerçekleştirebilecek ve tezlerini işleyebilecek bir ocak veya mektep olma gayesine sahip olduklarında şu soruları sormamız gerektiğinin altını çizdi.
- Dini anlama usulleri homojen ve net midir?
- Belirlenmiş ilkeleri ve perspektifleri var mıdır? Siyasi ve akidevi tezlerini gündemleştirebiliyor ve hakim gündemi mücadele anlayışı içinde analiz edebiliyor mu?
- Stratejileri nedir? Mücadele sürecine bütünsel olarak bakabiliyorlar mı? Merhale anlayışı nedir?
- Okuyucusunu ve yazarını yetiştirme kalitesi nedir?
- Kendilerine yetecek bir finansmana sahip midir?
Türkmen, sürekliliği ifade etmesi bakımından, 1980-2000 yılları arasında çıkan İslami dergilerin 70'li yıllardaki birikimi değerlendirerek var olduklarını dile getirdi. Fakat bu dergi çevrelerindeki öbeklerin zaman zaman zulme "lâ" demek hususunda birliktelik sağlayabilseler de vahdeti düşünsel, sosyal ve siyasal boyutları ile 2000 yılına kadar sağlayamadıklarını ifade etti. Bu konuda hepimizin üzerine önemli görevler düştüğünü belirtti.
Daha sonra dergilerdeki üç eğilimden bahsetti:
- Gelenekçi yaklaşım: Sorgulamacı değil taklitçidir fakat bunun yanında emperyalizme ve kuşatmaya karşı tavır sahibidir.
- Modernist eğilim: Sorgulamacıdır fakat Kuranî hükümleri reforme etme eğilimindedir. Emperyal statükoyla uzlaşmaya yatkındır.
- Islah eğilimi: Vahiy ve fıtratla buluşma hareketidir. Devingendir, sorgulayıcıdır. Değişen zaman ve mekân ile birlikte içtihatları yenileme taraftarıdır. Emperyalist kuşatmaya karşı da tavır sahibidir.
Bütün bir konu boyunca bahsedilen "tevhidi bilinçlenme süreci"nin kemale ermediğini belirten Türkmen, arınmaya çalışan çabaların merhalelerinin önemli olduğunu anlattı. Bunun bir yönelim çabası olduğunu hatırlatarak bu sürecin; zorla giydirilmeye çalışılan gayri İslami kimliği sorgulayan gayretlerin adı olduğunu söyledi. Aslolanın ise bu süreci nasıl vahyin tanıklığına dönüştürebiliriz sorgusu olduğunu dile getirdi.
Tüm değerlendirmeler içinde ekol ve ocak olma kaygısı konusunda öne çıkan dergileri kısa kısa hatırlattı: Urvetul Vuska'nın ancak bir sene kadar yayın yaptığını, bu çizgiyi devam ettirme kaygısı içinde modelleşme konusunda bir tanıklık ortaya koyamasalar da iki derginin öne çıktığını belirtti. Düşünce Dergisi 4 sene yayınlandı. İktibas Dergisi'nin ise 1980'den sonra 29 seneden bu yana yayınını sürdürmekteydi. Urvetu'l Vuska çizgisini devam ettiren ve tanıklık anlamında da geliştirmeye çalışan üçüncü dergi ise 20. yayın yılına giren Haksöz Dergisi idi.
Bu dergilerin yanında bütünlüğü yakalayamamış olsa da İslami duyarlılık içinde olan ekol olma kaygısı taşıyan dergilere örnek olarak: İnsan Dergisini, Kelime Dergisini, Kalem Dergisini, Yeryüzü Dergisini, Umran Dergisini, Değişim Dergisini ve Girişim Dergisini örnek verdi. Bunların dışında bir de akademik kaygıları olan dergilerin (İslami Araştırmalar'dan, Bilgi ve Hikmet Dergisine kadar) olduğunu belirten Türkmen, bu dergilerden parçalar halinde yararlanıldığını ifade etti.
Bu ders boyunca anlatılan dergilerin büyük ölçüde güç ve birikimini '80 öncesinden almıştı. Bundan sonrada ıslah ve ihya çizgisi varolma ve şahitlik mücadelesini sağlıklı ve önyargılardan arınmış bir halde değerlendirebilmesi açısından bu dergilerin önemli olduğunun altını tekrar tekrar çizen Türkmen, yaşanan tecrübelerden ders çıkarmamız gerektiğini dile getirdi.
Ayrıca dergilerin tirajından ve dağıtım şebekesinden bahseden Türkmen, 60'lı ve 70'li yıllarda bunun önemli olduğunu fakat artık çeşitliliğin çoğalıp ilgi alanlarının farklılaşmasıyla, bilişim olanaklarının da gittikçe çoğalmasıyla ve okuryazarlığın azalmasıyla önemini kaybettiğini aktardı.
Tahkik amaçlı okuryazarlığın çok az olduğu Türkiye'de, analiz gücünün zayıflığına dikkat çeken Türkmen, insan fıtratının öğrenmeye ihtiyacı olduğunu ifade ederek üzerimize düşen görevleri bir daha hatırlattı. O halde bizim de 'mesaj'ı iyi kavrayıp ileteme gayretimizin daha bir önem kazandığına dikkat çekerek tahkik eden insanlara ulaşabilmemiz gerektiğini, dergilerin de bu noktada bir atölye misyonu üstendiğini söyledi. Türkmen, mektep ve atölye misyonunu üstlenen çabalara sahip çıkmamız gerektiğini, geleceğin nicelik gücüne ulaşanların eğil, niteliğini artıranların elinde olduğunu ve bu boşluğu doldurmak için tarihi bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzu söyleyerek sözlerine son verdi.
Haksöz Haber: Büşra Bulut, Fatma Turan