Özgür-Der Pazar Seminerleri Devam Ediyor

Özgür-Der Pazar Seminerleri Devam Ediyor

Özgür-Der’in “Ayetler Işığında Hayat” ve “Türkiye'de 'İslami' Dergiler ve Etkileri” üst başlıklı seminerleri devam ediyor. Bu hafta Fevzi Zülaloğlu, “Mü’minlerin Sertliği ve Merhameti”ni; Yılmaz Çakır ise “Sebil, Yeni Ölçü ve Mavera Dergileri”ni anlattı.

Özgür-Der'in her Pazar günü Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiği Alternatif Eğitim Dersleri devam ediyor. Bu haftanın derslerini Fevzi Zülaloğlu ve Yılmaz Çakır verdiler.

"Mü'minlerin Sertliği ve Merhameti"

İlk dersi "Mü'minlerin Sertliği ve Merhameti" konusuyla Fevzi Zülaloğlu verdi.

"Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir." (FETİH/29)

Fetih Suresi 29. ayet bağlamında konuyu değerlendiren Fevzi Zülaloğlu, ayette geçen "Eşidda" ve "Ruhema" sözcüklerinden yola çıkarak konuyu anlattı. Eşidda'nın Kur'an'da, sadece maddi güç anlamında kullanılmadığını aynı zamanda; maddi ve manevi güç sahibi olmak, gece namazı, meleklerin kararlı, azimli sıfatı, göklerin sıfatı, imanın sıfatı, Hz. Yusuf'un olgunlaşması, hayatta ihtiyacımızın olduğu dayanak ve Allah'ın yaratması; zorlu ve kuvvet bağlamında da kullanıldığını ifade etti. Eşidda'nın kâfirlere karşı oluşturulması gereken bir tavır olduğunu belirten Zülaloğlu, ayetin arka planında Hudeybiye Antlaşmasının olduğunu ifade etti. Ayet bağlamında Eşidda'nın, kâfirlere karşı çetin bir duruşu ifade ettiğini söyleyen Zülaloğlu, kâfirlere karşı duruşun sınırlarının olduğunu şöyle ifade etti:

  • Eleştirilerimizin sınırları sövgü ve hakarete kaymamalı:  Kâfirlerin arınması için onlara zaman ayrılması gerektiğini ve mücadelenin sövgü alanına taşınmasını Allah yasaklıyor.

  • Kâfirlerle ilişkimizde hikmeti gözetmeliyiz: Küfürde inatlaşanlara karşı merhameti esirgemek Hududullah'ın gereğidir.

  • Asil olmayı asıl edinmek gerekir: Tebliği ve tebliğin ilkelerini gizlememek esastır, kâfirlerle ile ilişkimizde gizlemek yerine açık tebliğ emrediliyor.

  • Kâfirlerin ilkelerini övmek haramdır: Hududullah'ı aşmamak suretiyle kâfirlerle diyalog kurulabilir, ticaret yapılabilir ancak; kâfirlerin ilkelerine öykünme zamanla tavizi getirebilir.

Ruhema'nın da, merhamet anlamına geldiğini söyleyen Zülaloğlu, Eşidda'nın ve Ruhema'nın ilahi övgüye mazhar olduğunu söyledi. Ruhema'nın da, Eşidda'nın da sınırlarını çizecek olanın Allah olduğunu ifade eden Zülaloğlu, bu iki tavrın doğuştan değil, emekle, çabayla edinilmesi gerektiğini ifade etti.

Allah Teâlâ'nın "rahman" ve "rahim" sıfatlarına atıfla konuyu anlatan Zülaloğlu, Allah Teâlâ'nın, "rahman" ve "rahim" sıfatının "kahhar" sıfatından önce geldiğinin ve "rahman" sıfatının Kur'an'da 56, "rahim" sıfatının 34 ve "kahhar" sıfatının ise 8 yerde geçtiğini söyledi.

"Allah Teâlâ kimlere merhametlidir?" sorusuna yönelik Zülaloğlu; kendisini kötülüklerden koruyanlara, gönülden teslim olanlara, Adem ve eşi gibi özeleştiri yapanlara, Nuh (as) gibi kesintisiz daveti sürdürenlere Ruhema'nın var olduğunu ifade etti. "Bizim kimlere merhamet etmemiz gerekiyor?" sorusuna yönelik ise; Allah'a ve elçisine itaat edenlere, namaz ve zekât hususunda dikkatli olanlara, hayatlarını takva ekseninde şekillendirenlere ve anne-babaya itaat hususunda şefkatli olanlara olması gerektiğinin altını çizdi. Zülaloğlu semineri, mü'minlerin merhametli ama şedid, şedid ama merhametli oldukları ve olması gerektikleri vurgusu ile noktaladı.

Esra Aydın / Haksöz-Haber


"Mavera, Sebil ve Yeni Ölçü Dergileri"

İkinci dersi "Mavera, Sebil ve Yeni Ölçü Dergileri" konusuyla Yılmaz Çakır verdi.                                 

Mavera Dergisi

Yılmaz Çakır ilk olarak, Mavera Dergisi'nin Aralık 1976'da Ankara'da yayınlanmaya başladığını ve derginin 1990'a kadar yayınına aylık olarak devam ettiğini belirtti.

Edebiyat bir araçtır…

Mavera'nın yedi kurucusunun: Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Mehmet Kahraman, ve Akif İnan'dan oluştuğunu kaydeden Çakır, Cahit Zarifoğlu'nun "yedi güzel adam" şiirinin de bu yedi kişi için kaleme alınmış olabileceğini belirtti. Tebliğci, Mavera'nın anlamının; öteki alem, fizikötesi, deney üstü, sezgisel olmak gibi anlamlar taşıdığını söyleyerek, bu ismin aynı zamanda derginin çizgisine dair  de bir fikir sunduğunu ifade etti. Konuşmacı; Mavera Dergisi kadrosu süreç içinde Akabe Yayınları'nı da kurarak eserlerini bu yayınevi listesinden yayınlamışlardır dedi.

Çakır, derginin birinci sayısında Cahit Zarifoğlu'nun kaleme aldığı Çıkış yazısının önemine vurgu yaparak, Mavera Dergisi kadrosunun edebiyatı amaç olarak değil araç olarak gördüklerini ve bu yönüyle "servet-i fünun" edebiyatçılığı yapmadıklarını kaydetti.

Şehirler ve İsimler

Çakır, derginin Nisan 1978 sayısında "Anadolu'da yayınlarımızı bulabileceğiniz yerler" olarak sıralanan şehir isimlerine de dikkat çekerek, bu isimler arasında: Konya, Kütahya, Eskişehir, Kırıkkale, Karaman, Bursa, Adana, Sivas, Erzurum, Giresun gibi görece daha muhafazakar yerlerin olduğunu söyleyerek: "Bu durum İslami canlılığın yoğunlaştığı bölgelere işaret ettiği kadar, o bölgelerdeki ilişkilere ve kişilere de işaret etmektedir. O dönemler özellikle Eskişehir (Atasoy Müftüoğlu) örneğinde de olduğu üzere şehirler orada yaşayan Müslüman şahsiyetlerle/isimlerle özdeşti" dedi. 

Mavera: "İslamcılığı 'öztürkçe' kullanarak da yapabiliriz!"

Derginin dilinin o dönemler sıkça tartışma konusu edilen ve  "öztürkçe" şeklinde nitelenen tarzda olduğunu bildiren konuşmacı, Mavera'ya bu anlamda yöneltilen bazı eleştirilere "biz uydurukçaya karşıyız ama öztürkçeyi de kullanıyoruz, kişi küfredecekse bunu Arapça ya da Osmanlıca ile de yapabilir. Biz dili araç olarak kullanıyoruz, İslamcılığı bu dili kullanarak da yapabiliriz" diyerek karşılık verdiklerini söyledi. Çakır, dönemin diğer dergilerinden olan Edebiyat, Diriliş gibi dergilerin dillerinin de bu çerçevede şekillendiğini ve benzeri eleştirileri aldıklarını ifade ederek, "bu durum seksen öncesi entellektüel çevrelerin ve kültür havzalarının ağırlıklı olarak tercih ettikleri  dil dolayımında ele alınmalıdır ve anlaşılmalıdır" dedi. Bununla birlikte bugünden bakıldığında oldukça naif görüntüler de ortaya çıkıyordu diyen konuşmacı bunlara örnek olarak da: Erimsel (amaç), dirimsel (canlılık),  varsıl (zengin), İslam ulusu (İslam ümmeti yerine!!!), moral değerler gibi kelimelerin kullanıldığını kaydetti.

"Okuyucu sütunu" değil adeta mektep …

Daha sonra derginin işlendiği konulara da değinen tebliğci; "dergi genel olarak şiir, deneme, hikaye, röportajlardan oluşuyor. Fakat bence Mavera'nın en önemli bölümleri çeşitlemeler sütunu, değiniler ve okuyucu mektuplarıydı. Özellikle okuyucu mektuplarıyla Cahit Zarifoğlu üç yıl süreyle (24. sayıdan 60. sayıya kadar) ilgileniyor ve okuyuculara yol gösteriyor. Bir anlamda Zarifoğlu bu bölümü bir mektep gibi görüyor ve gençlerin eğitimine destek oluyor. Bu dönemde sütuna yazı, deneme, hikaye, şiir gönderenler arasında Ümit Aktaş, Ali Taşçı, Mustafa Armağan, Zekeriya Erdim, Nurullah Genç, Mustafa Everdi, Sadık Yalsızuçanlar, Ferman Karaçam, Hüseyin K. Ece, Muhsin İlyas Subaşı gibi isimler var" dedikten sonra Çakır, 38. sayıda (Ocak 1980) bu isimler arasında kendisinin de olduğunu esprili bir şekilde ifade etti. Üç şiir gönderdiğini ve Zarifoğlu'nun cevabının "şiirin henüz çok başlarındasınız" şeklinde olduğunu anlattı.

'Mavera entellektüel, siyasal ve mistik bir İslam anlayışına sahip'

Derginin tirajının iki bin olduğunu açıklayan Çakır, ikiyüz kişi ile de mektuplaşıldığını söyledi. Ve şöyle devam etti: "Mavera'nın İslam anlayışı; entelektüel, siyasal ve mistik bir yapıdadır. Tasavvufi düşünceye ve İskender Paşa cemaatine düşünsel açıdan yakın olan dergi, 1982'de 'Tasavvuf Özel Sayısı (92-95)'nı çıkarmıştır. Bu sayıda rabıta, vahdet-i vücut vb yazıları görmek mümkün." dedikten sonra misal vermek adına rabıta ile ilgili bir bölüm okudu. Çakır, bu tür yazıların dönemin ve derginin algısına işaret etmesi açısından önemli olduğunu ifade etti. Ersin Gürdoğan'ın bir yazısından da örnek veren tebliğci, "Mavera kadrosu adeta tasavvufu, vahşi kapitalizme karşı ayakta kalabilmek için tutunacak  bir dal olarak görüyor. Kapitalizme karşı kanaat ve zühd ile karşı koyabiliriz bu da ancak tasavvuf ile olacaktır diyerek; tasavvufun felsefi arka planından bağımsız daha ziyade pratik hayata ilişkin faydaları olacağı sanısı ile hareket ediyorlardı." tespitinde  bulundu.

Teknoloji-üstü (ya da öncesi) dünyaya özlem…

Derginin ilgilendiği konular arasında teknolojinin de olduğuna dikkat çeken konuşmacı, 1976 yılında Milliyet Sanat'ta Erdem Bayazıt şiirleri için yapılan bir eleştiriyi dinleyicilere aktardı. Çakır, "Erdem Bayazıt şiirlerinde, teknoloji insanı tanrıdan koparttı diyerek teknolojiyi reddediyor." iddiasına karşı, derginin 'teknoloji boyun eğilen değil, insana hizmet için olmalıdır' şeklinde bir açıklama yaptığını bildirdi. "Buradan anlaşılacağı üzere, Mavera Dergisi'nde teknolojinin insan doğasını tahrif ettiğini ileri süren yazıların bulunduğunu ve dünyaya ilişkin tasavvurların (toptan teknolojik gelişmeleri reddetmek şeklinde olmasa da) teknoloji-üstü olarak nitelendirilebileceğini ifade edelim" şeklinde konuştu.

Çakır daha sonra siyasal ve toplumsal konulara duyarlı olan dergide, İran Devrimi, Afganistan ve Filistin gibi konuların da işlendiğini bildirerek, "dergi Filistin konusunda duyarlı,  Afganistan cihadına hararetle sahip çıkıyor ve İran Devrimi'ni de destekliyordu" dedi. Konuyla ilgili olarak Afganistan özel sayısını ve Afganistan'a giden ekibi hatırlattı.

"Dün kimlik ibrazının kaba ve hoyratlığını eleştirenler bugün nerede?"

Mavera'nın 1984'teki sayılarında çıkan Hira Gömlekleri, Nursal Elektrik, Uhud Orman Ürünleri, Erkam Yayıncılık, Ensar Triko, Akıncı Branda vb reklamlara da dikkat çeken Çakır, bu isimlendirmelerin daha sonraları "Cihat Köfte Salonu" isimli kitapta da görüldüğü üzere kimilerince alay konusu edildiklerinden bahisle, "Oysa bu isimlendirmeler insanların hassasiyetlerini her alanda göstermek istemelerine ve tebliğ arzularının ne denli yoğun olduğuna işaret ediyordu, dün kimlik ibrazının kaba, hoyrat ya da çocuksuluğunu  eleştirenler, peki bugün nerede?" diye sordu.

Derginin yazarlarından Rasim Özdenören'in "Gül Yetiştiren Adam" kitabına da değinen konuşmacı,  kitapta bahsedildiği gibi batılılaşmanın kılık-kıyafet üzerinden algılandığını hatırlattı. Ve yine dönemin kimi kitaplarının yapıcı olmadığını, yol göstermeyip sürekli bunalım edebiyatı yaparak insanları adeta çözümsüzlüğe mahkum ettiklerini anlattı. Bir zamanlar hidayet romanları olarak eleştirilen "Huzur Sokağı", "Minyeli Abdullah" gibi kitapların safi kişisel hidayeti merkeze almaları ve fazlaca romantik olmaları söz konusuysa da  kişilere umut verdikleri için önemli olduklarını söyleyebiliriz." dedi.

Dergide bahsi geçen vizyon adamları kadar misyon adamlarının rolünden de kısaca bahseden Çakır, ikinci dergi anlatımına geçti.

Sebil Dergisi

Sebil Dergisi'nin 1976 yılında çıkarılmaya başlandığını ve haftalık bir dergi olduğunu belirten Çakır, "Derginin baş yazarı Kadir Mısıroğlu'dur. Sebil Dergisi'nin ilk sayısında çıkış tarihi olarak '1 Muharrem Cuma' olarak yazılmıştır, bu tarihe bakarak derginin hassasiyetlerini de anlamak mümkün. Sebil Dergisi'nde Mavera'nın tersine görece daha zor bir dil kullanılıyor. Yazılarda; cidal, hizib, binanaleyh, temayül, külli, mevkute gibi kelimeler pek sıradan bir kullanıma sahip. Sebil'de dil bizim kültürümüzün dili olmalıdır anlayışı hakim." dedi. Derginin altı yıl sürdüğünü kaydeden Çakır, "Sebil'de adeta Necip Fazıl cerbezesi ve üslubu hakimdi." dedi.

Sağ Cephe'de mütareke için çağrı…

CHP'ye karşı çok sert bir tutuma sahip olan Sebil'in, Sağ Cephe'de bir mütareke için MHP, MSP ve AP'ye seslendiğini ifade etti. Çakır, güya "Milli Cephe'nin tavrı anarşizme, komünizme ve dinsizliğe karşı olduğu için Sebil Dergisi özellikle MSP'ye yakın durmuştur." diye konuştu. Tebliğci, Kadir Mısıroğlu'nun: "Hata MSP'yi partilerden bir parti saymakla başlıyor. Halbuki o, kanuni hudutlara sığdırılmaya çalışılan bir davanın adıdır." şeklindeki ifadesine dikkat çekti. Dergide çıkan kimi başlıkları hatırlatan Çakır, kızıl anarşistler, inkılap mezalimi, Anıtkubur gibi sıfatlandırmaların sıkça kullanıldığını vurguladı.

Sebil: 'Mustafa Kemal'i sevmemek suç mu?'

Tebliğci, 27 Şubat 1976'da İstanbul İmam Hatip Lisesi'nden üç öğrencinin Mustafa Kemal'i sevmedikleri gerekçesi ile atıldıklarını konu alan dergideki "Mustafa Kemal'i sevmemek suç mu?" başlıklı yazıya değinerek, "Bu sorun demek ki hiç değişmeyen bir sorun olarak hala karşımızda duruyor." diye konuştu.

Sebil'deki önemli bir tezatlığı kaydeden Çakır, "Dergide şerefli ordumuz, büyük Türk Ordusu gibi cümlelerin rahatça kullanıldığı görülüyor. Ayrıca 'Küfür tek millettir!' sloganını kullanmalarına rağmen, küfrün sadece sol cenahtan olanına tepkili olmaları da çelişkili bir durum oluşturuyor." dedi.

Model olarak sunulacak İslam Devleti arayışı…

Çakır sözlerine şöyle devam etti: "Dergi İslam coğrafyasıyla ilgili olmasına rağmen, İran'a şüphe ile yaklaşıyor. Hatta devrimin ilk zamanlarında dergide manşet olarak 'İran'ı komünistler ele geçirdi' ifadesi yer alıyor. Bu soğuk tutum neredeyse hep devam ediyor. Sebil, Pakistan ve özellikle Afganistan'ı ise hararetle destekliyor. Derginin özellikle Pakistan ve Libya gibi devletleri desteklemesini; örnek alınacak, takip edilecek  İslami bir model olmayışına bağlamak mümkün. Çünkü döneme baktığımızda "sol"un model olarak gösterebileceği Sovyetler Birliği gibi bir bloğu var, liberallerin de örnek bir model olarak sunacakları Batılı liberal devletler var. Bu yüzden insanlara somut bir devlet modeli sunma ihtiyacı, Sebil Dergisi'ni bu gibi ülkeleri desteklemeye itmiştir diyebiliriz."

Yeni Ölçü Dergisi

Derginin çıkış tarihi ile ilgili net bir bilgi olmadığını ifade eden tebliğci şöyle devam etti: "Yeni Ölçü Dergisi'nin altı yıl boyunca çıktığı söyleniyor. İlk sayıda tarih atılmamış ama yazıların içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla 1977'de çıkarılmaya başlanıyor. Ankara'da yüksekokul mensubu insanlar tarafından çıkarıldığı belirtilmiş.  Her iki dergi ile kıyaslanmayacak kadar İslami anlayışı net. Birinci sayıda milliyetçiliğin doğru tanımlandığını söylemek mümkün. Süreci daha iyi ifade ediyor. Sistem tanımı yapılırken 'düzenin polisinden de jandarmasından da medet umulmaz' deniliyor. Yine başka bir örnek olarak 'müşrik devletin hiçbir kurumuna sevgi beslenmemesi gerektiği' hatırlatılıyor. Üstadlar adına kitlelerin kandırılması durumundan şikayet ediyorlar. Bu durumu Kur'an'ı ve sünneti iyi anlayamamak olarak yorumluyorlar. Dergide kitlelerin uyandırılması ve mücadele sürecinin başlatılması gerekliliği de sıkça vurgulanıyor."

"Yeni Ölçü'nün AP'yi renksizlikle, MHP'yi ırkçılık yapar olarak değerlendirdiğini görüyoruz" diyen Çakır, "MSP ile yakından irtibatlılar ama tamamen taraf değiller" dedi. Yaşar Ali Şengül'ün yazı işlerini yürüttüğünü, Abdullah Çöllüoğlu ve Ahmet Adandı'nın dergiden sorumlu olduklarını kaydeden Çakır, Hüsnü Aktaş'ın da dergi politikasını belirleyenlerden biri olduğunun hissedildiğini söyledi.

'Bürokratik kurumlar gençlerin sırtında bir kambur…'

"Yeni Ölçü'nün her hususta çok net olduğunu söyleyemesek de, MSP'ye yakın ama MSP'yi de kimi zaman eleştiriyor. Özellikle Yeni Devir ve Milli Gazete'yi eleştiren yazılar var. Bürokratik kurumları gençlerin sırtında bir kambur olarak nitelendiren dergi, MSP'yi üstü örtük bir şekilde ve bürokratik kurumlar bazında eleştirdiğini görüyoruz." diyen Çakır, "Yeni Ölçü bürokratlarla, işçilerle, öğrencilerle, memurlarla kısacası sosyal hayatla ilgilenen bir dergi" diye konuştu. Yılmaz Çakır vaktin kalmaması sebebiyle teşekkür ederek sözlerine son verdi.

Kevser ÇAKIR / Haksöz-Haber

Önceki ve Sonraki Haberler