Özgür-Der, İhya-Der Mensuplarına Verilen Cezaları Kınadı
Özgür-Der, Elazığ merkezli İhya-Der mensuplarına karşı Nisan 2009’da açılan ve baştan sona hukuksuzluklar zinciri şeklinde gelişen davada akıl almaz cezalar yağdırılmasını bir basın açıklaması ile kınadı.
Türkiye devletinin tam bir yargı diktatörlüğü manzarası arz ettiğini belirten Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, İhya-Der mensuplarına verilen cezaları "akıl almaz hukuksuzluklar zinciri" olarak niteledi. 28 Şubat sürecinin brifingli yargı hukuksuzluğuna geri dönüldüğüne dikkat çeken Kaya, hükümetin, bir yandan seçilmiş belediye başkanlarını aşağılamaya yönelik uygulamalar, diğer yandan İslami kimlikli yasal bir derneğin faaliyetlerinin ardında yasadışı örgüt bağlantısı arama çabaları ve benzeri dayatmalarla açılım iddialarının boşa çıkartıldığını görmek zorunda olduğunu vurguladı. Polis-yargı kıskacına sıkışmış bir açılımın hiçbir biçimde halkın yararına sonuç vermeyeceğinin anlaşılması gerektiğini ifade eden Rıdvan Kaya, "Yargı reformu düzenlemeleri içinde mutlaka muhaliflere yönelik keyfi tutumların engellenmesine yönelik tedbirler alınmalıdır." dedi.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklama:
İhya-Der Mensuplarına Verilen Cezalar
TC'nin Hukuk Devleti Değil, Yargı Oligarşisi Olduğunun Göstergesidir!
16 Ocak 2010
Anayasasında yazılı olduğu şekliyle hukuk devleti olma iddiasına karşı Türkiye devleti gerçekte tam bir yargı diktatörlüğü manzarası arz etmektedir. Resmi ideolojiye muhalif kesimlere karşı hukukun bütünüyle yok sayıldığı gerçeği bu kez Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla bir kez daha tescillenmiştir. Elazığ merkezli İhya-Der mensuplarına karşı Nisan 2009'da açılan ve baştan sona hukuksuzluklar zinciri şeklinde gelişen davada akıl almaz cezalar yağdırılmıştır. 14 Ocak 2010 tarihinde sonuçlanan davada İhya-Der Genel Başkanı Muhammed Fatih Demirtaş'a 15 yıl, dernek üyesi 18 kişiye ise 7,5 yıl olmak üzere, toplam 19 kişiye 150 yıl hapis cezası verilmiştir.
Nisan ayında İhya-Der'in Elazığ'daki merkezi ile Malatya, Palu ve Kovancılar şubelerine yapılan baskınlarla başlayan dava sürecinin, sanık sayısının fazlalığına rağmen bir yılını bile doldurmadan tamamlanması dikkat çekicidir. İddianamenin hazırlanması, savunmalar, esas hakkında mütalaa ve hüküm şeklindeki mahkeme safahatının 8 ay gibi çok kısa bir sürede tamamlanması adeta önceden verilmiş bir kararın pratiğe aktarılması izlenimi doğurmaktadır.
Bununla birlikte asıl sorun elbette davanın işleyişinden değil, içeriğinden kaynaklanmaktadır. Yasal bir derneğin izin alınarak sürdürdüğü etkinliklerinin "yasadışı örgütsel faaliyet" kapsamında değerlendirilmesini ve bu şekilde cezalandırmaya gerekçe kılınmasını ibretle izlemekteyiz.
İhya-Der'in suçlanmasına konu olan etkinliklerine baktığımızda İsrail'in Gazze saldırısını protesto için gıyabi cenaze namazı organize edilmesi, Mekke'nin Fethi yıldönümünün kutlanması; Kerbela faciasının anılması gibi Müslümanların ortak duyarlılığını yansıtan faaliyetler olduğunu görüyoruz. İddianamede yapıldığı üzere soyut suçlamalarla tüm bu etkinliklerin yasadışı örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilmesi ve "Hizbullah" örgütüyle ilişkilendirilmesi ise tam bir keyfiliktir; muhaliflere tahammülsüzlük göstergesidir.
Manzara ister istemez "ne yapılmak isteniyor" sorusunu sordurmaktadır. 28 Şubat sürecinin brifingli yargı hukuksuzluğu geri mi dönmüştür? Anlaşılan o ki, birileri malum süreçte, Filistin İslami Direnişi liderlerinin posterlerin asılmasının yasadışı örgütsel faaliyet suçlamasına konu olması, bir tiyatro oyunu yüzünden astronomik cezalar verilmesi gibi zalimane uygulamaları canlandırma derdindedir. Oysa baskı ve zorbalığın muhalif kimlikli insanları yıldıramayacağı, sadece ülkeyi daha fazla karanlığa sürükleyeceği görülmelidir.
TC yargı sisteminin bu tür keyfiliklerine, zorlama yorumlarına alışık olmamıza rağmen bu tutumun hukukun genel kaideleriyle hiçbir biçimde bağdaştırılamayacağını bir kere daha vurguluyoruz. Kanunların bu şekilde keyfi yorumlanması ve insanlara bu kadar basit gerekçelerle ağır cezalar verilmesi hukuk devletinin değil, olsa olsa yargı oligarşisinin hâkimiyetinin göstergesi olabilir.
Bir yandan KCK operasyonu adı altında seçilmiş belediye başkanlarını aşağılamaya, tahkire yönelik uygulamalar, diğer yandan İslami kimlikli yasal bir derneğin faaliyetlerinin ardında yasadışı örgüt bağlantısı arama çabaları ve benzeri dayatmalarla açılım iddialarının, tezlerinin boşa çıkartıldığını hükümet görmek zorundadır. Polis-yargı kıskacına sıkışmış bir açılımın hiçbir biçimde halkın yararına sonuç vermeyeceği anlaşılmalı ve yargı reformu düzenlemeleri içinde mutlaka muhaliflere yönelik keyfi tutumların engellenmesine yönelik tedbirler alınmalıdır.
Özgür-Der