Medya Tokmağı Altında Halis Bayancuk Davası
Halis Bayancuk’un salıverilmek istenmesine rağmen, karalama kampanyaları ve medya linci neticesinde tekrar tutuklanmasıyla ilgili Özgür-Der ve Mazlumder tarafından düzenlenen basın açıklamasıyla mağduriyetin son bulması çağrısında bulunuldu.
Hukuksuz yargılamaların son örneği olarak 3 yıldır tutuklu bulunan Halis Bayancuk'un (Ebu Hanzala) salıverilmek istenmesine rağmen, alışıldık karalama kampanyaları ve medya linci neticesinde tekrar tutuklanmasıyla ilgili Özgür-Der ve Mazlumder tarafından düzenlenen basın açıklamasıyla mağduriyetin son bulması çağrısında bulunuldu.
Basın açıklamasının moderatörlüğünü yapan Avukat Kaya Kartal açılış konuşmasında şu ifadelere yer verdi: Son dönemlerde gün geçmiyor ki hukuksuz yargılamalarla ilgili yeni bir olay yaşanmasın, siyasetin yargıya müdahale etmesiyle yaşanan hukuksuzluklar, yeni örneklerde gittikçe farklı bir mecraya doğru evrilmekte. Devlet kurumlarına nüfuz ederek siyasi güç elde eden ideolojik gruplar, önce etkin oldukları medya organlarında karşıtları aleyhine linç kampanyaları başlatmakta, bundan etkilenen yargı da, çıkan haberlere uygun kararlar vermekte. Siyasi gücü ve medya organları olmayan küçük muhalif gruplar, bu yolla susturulmaya ve terbiye edilmeye çalışılmakta.
İlk konuşmacı olarak söz alan Halis Bayancuk'un avukatı Serkan Türkdoğru, tutukluluk sürecinde gerçekleşen hukuk dışı davranışları eleştirerek: Öncelikle 9 Nisan 2020 tarihinde yaşanan tahliye süresi ve sonrasından bahsetmek istiyorum. 9 Nisan 2020 saat 14:00'te yapılan duruşmada mahkeme, suçun değişebilir nitelikteki basınç ve mahiyeti toplanması karartılması ve değiştirilmesi gereken başkaca delil olmayışı, tutuklulukta geçen süresi, sabit ikametgah sahibi oluşu ve Avrupa Konseyi'nin Avrupa işkencenin ve insanlık dışı veya onur kırıcı muamelenin veya cezanın önlenmesi komitesi tarafından yayınlamış olduğu ilkeler dikkate alınarak sanığın mağduriyetine sebebiyet verilmemesi açısından tahliyesine karar verdi. Bu karar takdir edersiniz ki çok insani ve hukuki bir karar. Özellikle Korona sürecinde olması dolayısıyla, Bu karara Savcılık tarafından itiraz edildi. İtiraz üzerine Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklamaya yönelik yakalama çıkardı. Yani bunun hukuk pratiğindeki anlamı şu: Sanık kaçmasın, elimizin altında bulunsun, itiraz süreci işleyene kadar, gerekli hukuki işlemler yapılana kadar, devletin kontrolü altında bulunsun. Zaten cezaevindeydi, gidebileceği bir yer yoktu. Fakat bu haberlerin medyaya düşmesi üzerine mecliste CHP ve HDP milletvekillerinin gündeme taşımasıyla bir anda hızlı bir muhakeme süreci yaşadık. Tabi biz cezaevinin önünde Halis Bayancuk'un çıkmasını beklerken, haberlere de bu meclis gündemine gelince çıkmayacağını anlayınca cezaevinde Halis Hocanın yanına gittim. Ne olduğunu sordum. Kendisi 20:30 civarı SEGBİS odasına alındığını, SEGBİS odasından bir mahkemeye bağlandığını, 6. ya da 7. Asliye Mahkemesi yazıyordu ekranın kenarında diye söyledi. Çünkü o nöbetçi olarak oluşturulan heyeti herhalde SEGBİS'e uygun mahkeme orası olduğu için oraya gitmiş. Orada hızlı bir şekilde mahkeme yapıldığını daha doğrusu bir şey yapılmadığını direk kendisine tutuklandığını söylendiğini.
Heyet tutuklanmasında karar veriyor. Nasıl olabilir? Sonuçta eğer tutuklamaya yönelik bir yakalama çıkarıldıysa saat 14:00'teki duruşmaya katılan avukatı benim. Bana ulaşılıp en azından İstanbul'dan SEGBİS'le katılmıştım Korona sürecinde. Bana ulaşıp İstanbul'dan yine katılmam sağlanabilirdi. Çünkü dosyaya bu süreçte hakim olan, yüzlerce binlerce sayfalık dosyaya hakim olan avukatı dinlemesi başka Barodan atanmış bir müdafinin, konuyla ilgisi olmayan dinlenmesi başka. "Bu şekilde gerçekleşti." dedi… SEGBİS kaydının izletilmesi yada tarafımıza verilmesi için dilekçe verdik. SEGBİS kaydı da tutulmamış.
Bu tutuklama kararına daha sonra itirazda bulunduk. İtiraz üzerine de 4. Ağır Ceza Mahkemesi bir kısım delillerin henüz toplanamamış olması, gerekçesiyle tahliyeye müsaade etmedi, tutukluluğunun devamına karar verdi. Bir diğer husus da hak ihlali olarak değerlendirebileceğimiz, seçilmiş müdafi ile temsil edilme hakkı. Bu da yerine getirilmeksizin hemen apar topar Barodan çağrılan bir meslektaşımızın katılımıyla bu tutuklama gerçekleştirildi. Müvekkilimle ilgili birçok ihlalin neticesi toplamda 7,5 yıldır, en son yargılandığı Sakarya mahkemesinde de 3 yılı aşkın bir süredir tutuklu." ifadelerine yer verdi.
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ise toplumsal hayatta adalet mevhumunun önemine dikkat çekerek herkes duyarlılığa davet etti. Kaya konuşmasına: "Cuma günkü duruşmada Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararını merak ediyoruz. Kendi ilk verdiği kararın doğruluğuna inanarak – inandığı için vermiştir muhtemelen- onda ısrar mı edecek? Yoksa yav işte bir kişi mağdur olacaksa olsun hukuka uymayacaksa olsun çok da önemli değil yeter ki işte iktidardan medyadan muhalefet partilerinden kamuoyundan bize dönük olarak mahkememize dönük olarak birtakım eleştiriler almayalım gibi bir yani vaziyeti kurtarmaya kendilerini kurtarmaya gelebilecek diyelim ki bir takım eleştirileri savmaya yönelik bir tavır mı alacaklarını göreceğiz. Doğrusu burada elbette bu ülkede yaşayan he insan olarak hukuksuzluğun devam etmesini istemiyoruz. Bu yüzden verecekleri kararın en azından kendi ilkelerine uygun olması kendi belirledikleri hukuk çerçevesine uygun olmasını elbette istiyoruz. Fakat maalesef yani oluşturulan bu kamuoyu ortamının manipulatif kamuoyu ortamının da herkesi ve hiç olmaması gerektiği anlamda mahkemeleri de tesiri altına aldığını biliyoruz. Burada hani şunun altını çizmek istiyorum: Bir Müslümanın kardeşimizin mağduriyeti var. Dolayısıyla elbette ki buna sahip çıkmak durumundayız. Fakat olaya yani daha genel bakan insanlar için ya da bakması gereken insanlar için şunu vurgulamak istiyorum: Yani bir insanın mağduriyeti değil sadece mesele. Çünkü göz göre göre bir insana yapılan bir haksızlık aslında bütün topluma yapılan haksızlıktır. İnsanlığa yapılan haksızlıktır.
Dolayısıyla burada yani eğer siz bilerek görerek elinizde imkan olmasına rağmen haksızlığa yol açıyorsanız ya da haksızlığı normal görüyorsanız aslında toplumsal yapıda ciddi anlamda bir mağduriyete yol açıyorsunuz. Adalet binasını bir anlamda sarsıyorsunuz.
Amerika'da biliyoruz işte George Floyd hadisesinde en azından adalet duygusunu yitirmemiş olan insanlar, insanlık duygusunu yitirmemiş olan insanlar bu olaya sessiz kalabilirlerdi. Sessiz kalmayarak insanlığı kurtardılar. İnsanlık adına güzel bir tavır ortaya koydular. Burada şunu görüyoruz. Yani şimdi baktığımız zaman; yargılama var, yıllardın devam eden bir yargılama var. Bunu vurgulamak lazım: Burada aslında gerçekten burada yargılama ne, yargılanan kim? Yani Halis Bayancuk'un fikirleri mi yargılanıyor? İlişkileri mi, çevresi mi yargılanıyor? Ya da fiziki görünüşü, dış görünüşü mü yargılanıyor? Maalesef yani bizim net olarak gördüğümüz tablo bu. Yani Medyada çıkan haberler artı bu siyasilerin bu olaya dahil olma biçimleri ve mahkemelerin süreci devam ettirme yaklaşımına baktığımız zaman resmen ceza hukukunun temel kaidesi olan -eylemlerin yargılanması lazım, eylemlerden dolayı bir suçlama olması lazım- ortada bir yargılanan bir eylem görmüyoruz.
Maalesef, ben bu ülkenin tarihine baktığımız zaman, istiklal mahkemelerinden, Yassıada mahkemelerine, sıkıyönetim Mahkemelerine, DGM'lere, oradan 28 Şubat'ın brifingli mahkemelerine, bütün bu süreci düşünüp baktığımız zaman evet bu ülkede hukuk adına sistematik bir şekilde ya da yaygın bir şekilde hukuk cinayetlerinin işlendiğini, aslında ortada hukuk falan olmadığını hatta çoğu zaman kanunların bile uygulanmadığını, yani olayın çoğu zaman hukuka uygun olup olmamaya bakmanın da ötesinde kendi kanunlarına dahi sistemin ve sistemin işleticilerinin kanunlara dahi uymadıklarının sayısız örnekleri var.
Bütün bunların artık bir şekilde bitmesi lazım. En azından bütün bunlardan herkes çünkü yakınıyor, herkes bunun yanlışlığını kabul ediyor ve itiraf ediyor, altını çiziyor. Artık bitmesi lazım geldiğini görmek lazım. Yani bu ülkede de artık insanların en azından resmi ideolojiye aykırı düşündükleri için, resmi ideolojilerin dışında farklı bir takım düşüncelere sahip olduğu için taciz edilmemesi, itham edilmemesi, yargılanmaması gerektiğini vurguluyoruz. Halis Bayancuk olayında, biz bir kere daha insanların düşüncelerinden, görüşlerinden, inançlarından dolayı suçlandıklarını, mağdur edildiklerini, gerek manipülasyon ile gerek oluşturulmuş kurgulanmış kamuoyu yönlendirilmeleri ile ve en temelde de muhalefeti ile iktidarı ile siyasi yaklaşım içerisinde, insanların da buna katkılarıyla bu süreçlerin yoğun bir mağduriyet ve haksızlık olgusu ortaya çıkarttığını görüyoruz. Bu haksızlığın artık son bulması talebimizdir." sözleriyle son verdi.
Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Ali Öner ise mevcut sistemin kuruluşundan itibaren hukuk sisteminde sorun olduğunu belirterek şu ifadelere yer verdi: Şimdi, sistemin temeli atıldığında, temel düzgün olmayınca bir türlü inşa etmeye çalıştığımız bina doğru çıkmıyor. İstiklal mahkemeleri örneğinde olduğu gibi önce asılmasına bilahare savunmasına diye yargılama yapıldı.
Bir insanın ne düşündüğü, bir suç işleyip işlemediği, herhangi bir gerekçesi aranmıyor. Uzun tutukluluk süreleri ile kişi yani, sistemin tanıdığı gördüğü vatandaş tipine uymuyorsa bu uzun tutukluluk süresi ile terbiye edilmeye çalışıyor. Şimdi Türkiye'de halis Bayuncuk ve bu dava üzerinden birçok davanın gerekçelerine baktığınızda bunu çok rahat görüyorsunuz. Oluşturulmuş olan iddia name, bireyi içeride tutabilecek potansiyele sahip değil. Yani aslında kendileri yapmış olduğu bir put var. Bu putu da istediklerinde yiyorlar.
Bizim burada toplanmamızın nedeni Yani Nisan'da evinde olması gerekip, yani dışarıdan yargılanmasının yapılması gereken Halis Bayancuk'un da yarın yapılacak davasında bu medya baskısı, birilerinin bu hukuksuzluğunu en azından dile getirmek, belki bu anlamda da bu hukuksuzluğun giderilmesi.. En azından şunu da biliyoruz ki geç gelen hukuk, geç gelen adaletin adalet olmadığını biliyoruz. Zaten bir gecikme var. Daha da gecikmesin. Bunun sonlandırılması için bir çağrıda bulunmak ve bu anlamda da en azından yarın öbür gün herhangi birisi düşüncesinden dolayı yargının karşısına çıktığında şundan emin olmak ister: Yani benim düşüncelerim, ifadelerim, inançlarım anayasal güvence altına alınmış, bunu kendi anayasaları söylüyor. En azından ben düşüncelerimden dolayı, inancımı yaşamaktan dolayı herhangi bir mahkemenin karşısına çıktığımda adil yargılanabileceğim güvenini almak istiyorum. Bu güveni de kaybetti. Onun için Türkiye'de bir hukuk krizi var. Bu krizin de aşılması gerekiyor..
Gazeteci Kenan Alpay ise iktidar yargı ilişkilerinden şikayetçi olan CHP ve HDP gibi partilerin ve farklı siyasal kesimlerin Halis Bayancuk'un yargılanması ile ilgili ortaya koydukları çarpık tavra dikkat çekti.
Alpay konuşmasına: Şimdi, Halis Bayancuk ismi etrafında oluşturulan bir şaibe, bir şüphe hatta bir korku söz konusu ve bu korkuyu kimi zaman siyasiler, kimi zaman medya, kimi zaman da mahkeme beslemekte. Fakat bu korkuyu besleyip büyütürken Halis Bayancuk'un sözlerine, davranışlarına, eylemlerine, içinde bulunmuş olduğu çevreye, cemaate arkadaşlarına dönük herhangi bir suç unsuru, herhangi bir terör unsuru bulamadıkları için bunu sanal bir biçimde üretip, bu sanal üzerinden toplumda bir korku, bir tedirginlik besliyorlar. Halis Bayancuk, esasen bir davetçi kimliğiyle bilinen, İslami ilimler üzerine uğraşan, gayret eden, ve bu noktada insanları ahlaka İslam'a, ibadete, infaka, kardeşliğe davet eden bir isim. Eğer herhangi bir suçu, kabahati, bir şiddeti, şiddete teşviği, şiddete övgüsü ya da birilerine bir kötülüğü, azmettirmesi söz konusu ise bütün bunlar, bunların mahkeme dosyasında, iddianamede bizim karşımıza çıkması gerekirdi.
Ancak itikadı, ameli, daveti, tebliği ve insanlara teklif etmiş olduğu dünya görüşü üzerinden Halis Bayancuk, işte sakallarının da bir uzun olması, hanımının tam tesettürlü olması gibi bir takım Türkiye Cumhuriyeti devletinin öteden beri mahsurlu gördüğü, sıkıntılı gördüğü, kendi açısından tehdit gördüğü bir takım fiziki görünüşler üzerinden de ona karşı bir infaz başlatmış oldu
Eğer 3 yıl boyunca dosyaya bakan mahkeme tahliye kararı veriyor da, bir başka mahkeme 10 dakikalık bir görüşmeyle SEGBİS üzerinden tutukluluğuna devam kararı veriyorsa burada büyük bir garabet vardır. Ama garabetin asıl büyüklüğü sürekli bir biçimde mahkemeler üzerinde siyasetin baskısı var diyen insanların ortaya koymuş olduğu tavırdır. Çünkü Halis Bayancuk'un tahliye edildiği/edileceği gün, mecliste CHP ve HDP grup başkan vekilleri tarafından Halis Bayancuk'la ilgisi/alakası olmayan birtakım suçlamalar meydana getirildi. Türkiye'de siyaset mahkemeler üzerinde, hâkimler, savcı üzerinde baskı kuruyor diyen CHP'li ve HDP'li milletvekillerinin açıkça yalan ve iftira ile Halis Bayancuk'u tutuklatma yönündeki gayretleri dikkat çekici. Üstelik unutmamak gerekir ki Halis Bayancuk'la ilgili onun IŞİD, el-Kaide, ya da Hizbullah ve benzeri birtakım örgütlerle ilişkili olup cinayet işlediğini iddia eden ve bunu meclise getiren kişiler yine kendisi de bir dönem milletvekili olup sonra tutuklanan Eren Erdem idi. Dolayısıyla bu ilişki ağları da göz önünde tutulduğunda Türkiye'deki yargılama meselesinin hukuktan ziyade tamamen o iklime dönük; o iklimin duygularını, düşüncelerini tatmin etmeye dönük bir –maalesef- mizansenden ibaret olduğunu söylemek durumundayım. Burada eğer mahkeme, hukuka saygı göstermek istiyorsa, hukuka saygı gösterirken kendi saygınlığını da muhafaza etmek istiyorsa, burada yapılması gereken şey; hakkın iadesidir. Halis Bayancuk Müslüman olduğu için talep ediyoruz ama o herhangi bir biçimde bizim dostumuz, arkadaşımız, kardeşimiz, aynı dünya görüşünden bir insan olmasa da, bunu biz yine de talep etmek durumundayız; Osman Kavala için talep ettiğimiz gibi, Nazlı Ilıcak için talep ettiğimiz gibi, Ahmet Altan için talep ettiğimiz gibi ya da Mümtaz'er Türköne için talep ettiğimiz gibi… Ya da daha da ileri gitmek gerekirse, cezaevlerinde FETÖ suçlamasıyla bulunan birtakım insanların aşırı birtakım cezalara çarptırılmasıyla ilgili olduğu gibi…
Şimdi bizim ne yapmamız gerekiyor? Acaba Halis Bayancuk'un dosyasını alıp Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi'ne gönderip "Sayın Bahçeli, bu dosyayı da incelemek ister misiniz?" diye sormamız mı gerekiyor acaba? Herkes kendi ülküdaşının, kendi fikirdaşının, kendi ideolojisine/çevresine mensup olan insanların dosyasına bakıp o dosyadaki tutarsızlıkları, eksiklikleri, aşırılıkları görüyor. Mümtaz'er Türköne ismini özellikle zikrettim. Biliyorsunuz birkaç gün önce Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, "Mümtaz'er Türköne'nin abisi Mustafa Türköne'nin 41 yıl önce bir ülkücü kimliğinden dolayı öldürülmüştür, geçmişte davamıza emek vermiş bir ülküdaşımızdır'' dedikten sonra "adil ve hakkaniyetle yargılansın, dosyası titizlikle gözden geçirilsin" çağrısı yaptı. Peki, bizim dosyamızdaki eksiklikleri, tutarsızlıkları, aşırılıkları kim görecek? İşte biz burada herkes için adalet vurgusunu tekrar etmek zorundayız. Çünkü yerler ve gökler ancak adalet üzere ayakta durmaktadır ve bizim de talebimiz kimseye haksızlık etmek, kimsenin işlemiş olduğu bir suç varsa bizim yakınımızdır, dostumuzdur diye tahliye edilmesini beklemek durumunda değiliz. Eğer suçu olduğuna inanıyor olsak zaten bizim burada olmamızın bir anlamı da olmaz. Ama sorun suçsuz olduğuna, kendisine dönük birtakım yalanlar olduğuna, yalanlarla, isnatlarla, iftiralarla aşırı bir biçimde hakkının hukukunun çiğnendiğine biz burada dikkat çekmek istiyoruz.
En nihayet 1-2 ay önce bir infaz düzenlenmesi yapıldı. Adli suçlardan ötürü, cinayetten, yüz kızartıcı kimi suçlara kadar ceza almış birtakım insanlar tahliye edildiler. Fakat siyasi kimliklerinden ötürü, İslami kimliklerinden ötürü, davet gayretlerinden ötürü kimi arkadaşlarımızın, işte bunun içerisinde Hizbu't-Tahrir davasından yatan arkadaşlarımız da var. Hala haklarında arama kararı çıkartılmış olan arkadaşlarımız var. Yani burada İslam'ı tebliğ etmenin, İslam'a davet etmenin önünde maalesef resmi ideolojinin kalın ve aşılmaz bir duvar olarak dikildiğini de ifade etmek durumundayım. Yoksa mesele sadece basit konjonktürel hesaplardan kaynaklanmıyor. Ben bunları ifade etmek isterim ve son olarak da yarın inşallah, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi inşallah geçen Nisan ayında, 8 Nisan'da vermiş olduğu kararın arkasında durur, yapmış olduğu aşırılıkları telafi yoluna gider ve burada tahliye kararını tereddütsüz bir biçimde ortaya koyar.
Tevhid Dergisi Sorumlusu Enes Yelgün, yargılamaların sadece mahkeme salonlarında değil aynı zamanda medya lincine maruz kalındığını ve bu durumunda yargılamalara olumsuz etki yaptığını vurguladı.
Yelgün konuşmasına şu şekilden devam etti: Halis Bayancuk Hoca 2008 yılından beri yargılanıyor. 2007 yılından beri Türkiye'de insanları İslam'a çağıran bir davetçi… Tevhid Dergisi camiası olarak o günden beri defalarca soruşturma geçirdik, birçok kardeşimiz cezaevine alındı, tutuklandı. Şu an hala mahkûmiyet almış olan ve cezaevlerine alınmış olan kardeşlerimiz var. Böyle bir süreç içerisinde bu mağduriyeti dillendirme konusunda birçok camia geride duruyor.
Fakat ben özellikle bir meseleyi hem de bu basın toplantısının sloganlarından bir tanesi olan medya lincine son verilmesiyle alakalı son hususa kısa bir şekilde değinmek istiyorum. Tevhid Dergisi camiası olarak bizler özelde bunu bizzat yaşadık. Fakat farklı camiaların da aynı zamanda yaşadıklarını görmüş olduk. Maalesef yargılamalar sadece mahkeme salonlarında yapılmıyor. Bizlere herhangi bir suçlama yöneltildiğinde, bizler mahkeme salonlarına gittiğimizde kendimiz hakkında savunmalar yapabiliyoruz. İşte orada bizimle ilgili söylenen delillerle ilgili çürütebiliyoruz.
Mahkeme başkanını belki ikna edebiliyoruz veyahut da savcıyla alakalı bir diyaloga geçip onu ikna edebiliyoruz. Fakat daha sonrasında yapılan yargılamaların aslında mahkeme salonu dışına da taştığını, işte son örnekte yaşadığımız gibi mecliste de bir mahkeme kurulduğunu veyahut da işte farklı yerlerde medyada bir mahkeme kurulduğunu görüyoruz. 28 Şubat sürecinde veya daha önceki süreçlerde mahkeme salonu dışındaki bu yargılamalara veyahut da yargılamalara müdahalelere biz zaten şahitlik etmiştik. Fakat son süreçte bunun çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz sadece mahkemeleri ikna etmekle yetinmeyeceğiz aynı zamanda meclisi de ikna etmemiz lazım, medyayı da ikna etmemiz lazım. Onlara da bizim suçsuz olduğumuzu ifade etmemiz, anlatmamız lazım.
Yaşadığımız süreç servis edilen haberlerin eleştirel bakılmasını çok net bir şekilde gösterdi. Mesela kendimizle alakalı çıkan haberlerle ilgili sürekli biz arşiv yapıyoruz. 2008 yılından beri yapılan haberler gerçekten tek tek anlatılsa, üzerinde durulsa çok ciddi bir şekilde iddiaların, iftiraların olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Konuşmacılardan birisi Eren Erdem ile ilgili konuyu anlattı. Dedi ki, işte Eren Erdem meclis kürsüsünde işte 'Bu Halis Bayancuk –herhalde elinde kağıt olunca biraz daha inandırıcılığı fazlalaşıyor diyerek- IŞİD'in Türkiye liderliği, evinde diyor silahlar, bombalar, patlamaya hazır bir araba bulundu.' Hani bu kadar rahat bir şekilde –yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o kadar olur mantığıyla herhalde- bu rahatlıkla söylenebiliyor ve bunun sebebi de zaten medyada çıkan haberlerle (alakalı) biz daha sonrasında hakkımızda menfi olarak konuşan kişilerle görüştüğümüzde diyorlar ki 'Evet, doğru söylüyorsunuz. Biz zaten sizinle ilgili bilgileri medyadan alıyoruz. Bu yüzden bu açılamayı yaptık.' Kimsenin bize bir şey sorma ihtiyacı hissetmiyorlar.
ODA TV bildiğiniz üzere provokatif haberler yapmakla meşhur bir yayın organı. Şöyle bir başlık atıyor, diyor ki: 'Diri diri insan yakmak caizdir diyen Hanzala hakkında önce tahliye sonra tutuklama' diye haberin başlığı bu şekilde. Sonra bir spot geçiyor, diyor ki: 'IŞİD'in Türkiye yapılanmasından sorumlu olan ve kamuoyunda Ebu Hanzala olarak bilinen Halis Bayancuk tahliye edildi. ' ve daha sonra haberle ilgili bir bilgilendirme var. Fakat bu başlık içerisinde 'Diri diri insan yakmak caizdir diyen Hanzala hakkında önce tahliye sonra tutuklama' bu ifadeyle ilgili tek bir pasaj yok haberin içerisinde.
Niye böyle bir haber yapıyor? Çünkü zihinlerde öncelikle bununla alakalı bir algı oluşturacak. Zaten böyle fetva veren birisi varsa kalsın içeride. Ona her şey müstehaktır diye rahatlıkla söylenebilsin. Böyle bir fetva var mı peki, böyle bir fetva yok. 10-15 dakikalık bir videonun 10-15 saniyesinde bu görüşün sahipleriniz delilleri zikrediliyor. En sonda Halis Bayancuk Hoca bu görüşe kesinlikle katılmadığını, doğru olmadığını beyan ediyor ve söylüyor. Ama insanlar cımbızlama ahlakına sahip oldukları için, -bu son süreçte bu daha da fazlalaştı- onu alıp medyaya bu şekilde servis edebiliyorlar.
Burada mesele Halis Bayancuk hoca veya a şahsına b şahsına yapılan zulüm değildir mesele. Mesele burada aslında hepimizin içinde olduğu bir şeydir. Biz herhangi bir kimsenin haksızlığına karşı sesimizi çıkarmadığımızda aslında o zulmün bir parçası haline gelmiş oluyoruz. Bu, istisnasız sevdiğimiz-sevmediğimiz, görüşüne katıldığımız-katılmadığımız herkes için geçerli olan bir şeydir. Bunu özellikle belirtmek gerekir. Burada özellikle 2008 yılından beri yapılan yargılamalarda biz şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki, biz düşüncelerimizden ve inançlarımızdan dolayı yargılanıyoruz. Fakat düşüncelerimiz ve inançlarımız çok aşırı, radikal, rahatsız edici diyebileceğimiz düşünceler ifadeler olabilir. Bunların herhangi birinin var olması bizi suçlamak için yetmez. Eğer böyle bir davadan dolayı ceza alınacak olursa da o zaman bu kendi ifadeleri, normal makul toplumun ifadelerinin dışında olan herkesi de etkileyecek olan bir sürecin başlangıcı demektir. Bugün belki mevcut iktidarla araları iyi olan kişiler, toplumlar, kuruluşlar bunlar etkilenmeyebilir. Fakat yargı için bu tür kararlar kültür haline geldiğinde yarın öbür gün iktidar değiştiğinde, farklı camialar da yargılanmaya başlayacak. Bizim yargılandığımız dosyalarda delil klasörlerinin içinde Fi Zilalil Kuran var. Buradaki katılımcıların hemen hepsinin evinde zaten Fi Zilalil Kuran vardır. Yani bunlardan çıkan özetler eğer delil klasörlerinde yer alıyorsa o zaman buradaki yargılanmaya konu olacak bir suçu herkes işliyor demektir. Ümit ediyorum yarın Allah'ın yardımıyla sizlerin de aynı zamanda desteği ile beraber Halis Hocamız için bir tahliye durumu gerçekleşir. Bu mağduriyetler son olur. Sadece Halis Hoca ile alakalı değil. Yaşanan bu mağduriyetlerden etkilenen için de aynı zaman da güzel günlerin geleceği bir süreç tekrardan başlamış olur.
Fotoğraf: Fatih Demir