‘Kemalizm’in Gölgesinde Sol Hareket’ Paneli
Özgür-Der Genel Merkezi tarafından ‘Türkiye'de Modern Cahiliye’ üst başlığıyla düzenlenen aylık panellerde bu ay ‘Kemalizm’in Gölgesinde Sol Hareket’ konusu tartışıldı.
Yine İstanbul Fındıkzade'de bulunan ZHKM'de gerçekleştirilen panele Burhan Kavuncu başkanlık yaparken Abdülaziz Tantik ve Kenan Alpay da konuşmacı olarak katıldılar.
Tebliğinde Türkiye'de Sol hareketin tarihi oluşum ve gelişim öyküsü üzerinde duran Abdülaziz Tantik "Türkiye'de Kemalizm'in gölgesinde olmayan bir Sol hareket var mı?" sorusunu sorarak giriş yaptı.
Sol'un Türkiye'deki resmi tarihinin 1920'lerde kurulan TKP'ye uzandığını kaydeden Tantik, fakat bunun Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne bağlı olduğunu ve bu yüzden resmi Sol'u ifade ettiğini söyledi. Ancak bilinen bu resmi durum dışında aslında Sol'un Türkiye'deki tarihinin daha eskilere uzandığına dikkat çeken Tantik, Şefik Hüsnü (Deymen) biyografisi üzerinde durarak Sol'un Türkiye'deki gayri resmi oluşumunu irdeledi. Bu meyanda Şefik Hüsnü'nün Almanya grubuna dikkat çeken konuşmacı Hüsnü'nün talebeleri tarafından Ekim Devrimi öncesinde Türkiye İşçi-Köylü Partisi'nin kurulduğunu ve bu partinin başta Rum, Ermeni vb. gayri Müslimleri etkilediğini kaydetti. Yanı sıra Tantik, aynı kuruluşun Müslüman unsurlar arasında da kendisine taraftar bulduğunu belirterek Kürtlerden harekete katılımların olduğunu söyledi. Türkiye İşçi-Köylü Partisi dışında ayrıca Türkiye başta olmak üzere Selanik vb. bölgelerdeki işçi hareketlerinin varlığına da dikkat çeken konuşmacı, özellikle de Selanik'teki işçi hareketleri arasında Sol'un kendisine taban sağladığını ifade etti.
Türkiye Solu'nun kitlesellik çabalarını "Kurtuluş Savaşı"na karşı tutumu üzerinden saptamaya çalışan Tantik, Sol'un 1918-1920 yılları arasında "Kurtuluş Savaşı"na katıldığını ve bu vasatın da ilk kez Anadolu insanı ile temas kurmasını sağladığını söyledi. Sol'un Kemalizm'e sığınmacılığını da bu ortamla ilişkilendiren konuşmacı, savaş yıllarında M. Kemal'in Sol kadrolar tarafından aydınlanmacı, devrimci, değiştirici yönlerinin keşfedildiğini ve bu yüzden de önemsendiğini; savaş sonrası yıllarda ise SSCB'nin M. Kemal'e olan desteği dolayısıyla TKP'nin Kemalizm'e eleştiri getirmediğini, desteklemeye, sahiplenmeye teşvik edildiğini söyledi. 1960'lara değin Sol'un Kemalizm'in gölgesinde, onu destekleme ve sığınarak var olma temelinde geliştiğinin altını çizen Tantik, SSCB tarafından da bunun teşvik edildiğini kaydederek Fransız Devrimi'nin yükselttiği eşitlik, kardeşlik ve özgürlük kavramlarının Sosyalistler ile Kapitalistleri aynı zeminde buluşturduğu gibi Türkiye vasatında da Aydınlanmacı paradigmadan beslenen bu kavramların Türkiye Solu'nu Kemalizm'in gölgesi altına soktuğunu söyledi.
1960'lara kadar ki Türkiye Solu'nun yöntemsel olarak silahlı propaganda yerine siyasi propagandayı merkeze aldığına dikkat çeken konuşmacı, Türkiye'de işçi sınıfının olmadığının dikkate alınarak Sol aydınların köylü, anarşist vb. kesimleri örgütlemeye yöneldiğini ve bu hedefi gerçekleştirmek üzere de öncelikle kadrolaşmayı önemsediğini belirterek bu kulvarda öne çıkan öncü şahsiyetler ve yayınlara dikkat çekti.
SSCB'nin de teşvikiyle 1960'lara değin Kemalizm'in Batıcı paradigmasının gölgesi altından çıkmayan Sol'un yine de yoğun bir baskıya tabi tutulduğunu kaydeden Tantik, Rusya'nın Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Kemalist düzen tarafından katledilmelerine de seyirci kaldığını hatırlattı. 1960'lardan itibaren Sol içerisinden özeleşti yapan ve farklı arayışlara giren yaklaşımların oluştuğunu kaydeden Tantik, M. Ali Aybar tarafından bu dönemde kurulan TİP'in de bu arayışların bir sonucu olduğunu söyledi. TİP'in kuruluşuyla birlikte Sol'un bir taraftan işçi hareketlerini organize etmeyi ve diğer taraftan da üniversitelere yönelik ciddi çalışmalara giriştiğini belirten konuşmacı, böylece giderek Kemalist bürokrasiden ayrışan, Kemalizm'i sorgulayan ve demokratik yollarla toplumsal ve siyasal bir dönüşümü savunan bir hattın, çizginin öne çıktığını ifade etti. Ne var ki söz konusu din ve dindarlar olunca Sol'un yine Kemalistlerle örtüşen bir dile yaslandığını ve Kemalistleri ile Solcuları "ilerici güçler", halkın iktidara taşıdığı liberaller, muhafazakârlar ve İslamcıları ise "gerici güçler" olarak yaftalamaya devam ettiğini hatırlatan konuşmacı bunun Sol'un değişmeyen ve bugün AK Parti iktidar süreçleri üzerinden de kendisini tekrarlayan bir tutumu olduğunun altını çizdi. Tantik, Kemalizm'den ciddi bir kopuşu önceleyenler arasında ise İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan vb. Sol gençlik önderleri olduğunu ancak bunların da takipçileri tarafından genel olarak anlaşılamadığını söyledi.
Sol'un gelişim grafiğini kültürel açıdan da irdeleyen Tantik, Türkiye'de Sol hareketin çok ciddi bir kültürel ve eğitim birikimine sahip olmadığını; 1950'lere kadar yayınlanan Sol eser sayısının çok sınırlı olduğunu; bu tarihlerden itibaren ise özellikle de Hikmet Kıvılcımlı'nın bir kütüphane kurarak Sol metinleri tercüme etmeye başlamasıyla kısmi bir canlanmanın baş gösterdiğini ve 1960 ile 1980 yılları arasında Sol içerisindeki ayrışma, parçalanma ve yeniden yapılandırmaların fikri-entelektüel kısırlığı aştığını söyledi. Yine konuşmacı Sol'un bu tarihte de rakip bir muhalif unsur olarak Müslümanları tanıma tutum ve ahlakını maalesef geliştiremediğini de belirterek sistemin bu durumdan istifade ettiğini ve üniversitelerdeki Sol ve İslamcı gençliği karşı karşıya getirdiğini kaydetti.
Sol bağlamında PKK'ye de kısa bir değinide bulunan Tantik, PKK'nin Kürt Solu'nu teoride temsil ettiğini ancak bunun pratikte farklı olduğunu düşündüğünü belirterek çünkü PKK'nın da Kemalizm'in gölgesinde bir hareket olduğunu, seküler temelde Kürt modernleşmesinin de PKK ile başarılı bir şekilde gerçekleştirildiğini ifade etti.
Son olarak Türkiye Solu'nun öyküsünün bir yandan yoğun baskılara karşı kendi tezi uğruna fedakârca bir direnç ortaya koymanın ve öbür yandan da iktidar öncelikli tutum alışların muhalif hareketleri sürüklediği acı sonun bir örneği olduğunu vurgulayan konuşmacı sunumunu şu özet tespitlerle tamamladı:
- Sol hareket İslam dünyasında veya Türkiye'de aydınlanma felsefesi ve hareketinden bağımsız olarak değerlendirilmemeli.
- Türkiye ve İslam dünyasındaki aydınlanma hareketlerinin içinde bulundukları durumun aynısı Sol hareketler için de geçerli.
- Bu hareketler ağırlıklı olarak iktidar öncelikli olduklarından pragmatist bir yapıya sahipler ve ahlaki kriterleri pek gözetmezler.
- Bölge halklarının en önemli aidiyeti olan İslami değerlerle barışık değiller.
İkinci konuşmacı olarak söz alan ve Türkiye Solu'nun pratiğine tekabül eden somut olaylardan hareketle düşünsel savlarının tutarlılık derecelerini irdeleyen Kenan Alpay, panelin başlığı gereğince yapacağı değerlendirmenin daha çok bir eleştiri olacağını ifade etti. Alpay konuşmasına başlarken şunları ifade etti: "Siyasal hareketleri değerlendirirken somut olaylar, resmi beyanlar daha çok önemsenmeli, öncelikli kriter kabul edilmelidir. Bir siyasal hareketin ve düşüncenin tutarlığı ve geçerliliği pratikler üzerinden test edilmesi kanaatimce en uygun yoldur. Bu sebeple sol-sosyalist hareketleri değerlendirirken Kemalizme, İslam'a ve Müslümanlara, darbe süreçlerine ve cuntalara, başörtüsüne, namaza, oruca, Kur'an öğrenimine vd bazı konulara karşı duruşunu göz önünde bulundurmanın aradığımız cevaplara hem kolaylıkla hem de isabetle varmamıza yardımcı olacaktır. Sol-sosyalist hareketi değerlendirirken daha çok yaygınlıkları ve etkinlikleri açısından konu edineceğim."
Alpay Sol ve Kemalizm ilişkisine dair özellikle son 10-15 yıllık sürece dair örnekler vereceğini ifade etti. 28 Şubat sürecinde Sol partilerden Ufuk Uras'ın başında olduğu ÖDP'nin, Sol sendikalardan Rıdvan Budak'ın başında olduğu DİSK'in söylem, eylem ve ilişkileri ile askere/devlete bitişik nizam bir pozisyon sergilediklerine dikkat çeken Alpay devamında şunları söyledi: "Susurluk sürecinde aktif olarak devlet çetelerine karşı protestoları örgütleyen sol-sosyalist kesimler bir süre sonra oklarını Refah Partisi iktidarına çevirdiler. "Ne Refahyol, Ne Hazır Ol!" söylemi bu sürecin ürünüdür. Ergenekon sürecinde ise önemli oranda pasif kalan sol hareketler bu defa pasif ama nihai olarak AK Parti karşıtı cephede yer tuttular. "Ne Şeriat, Ne Darbe!" sloganı ise bu dönemin siyasetsizliğinin göstergesi olarak zihinlerde kalıyor. Her iki süreçte de sol açısından militarizm olgusu yerini "gericilik/şeriatçılık" tehlikesine bırakmıştı. Darbeler, cinayetler, idamlar, işkenceler, yasaklar, yakılan köyler, provakasyonlar, cezaevleri sorunu, kışkırtılan ulusalcı duygular, vs hepsi adeta unutuluyor veya bunların ağırlığı ile "şeriatçı-mürteci" partilerin, tarikatların müstakbel ve muhayyel tehditleri aynı kefede değerlendiriliyordu.
Darbelerin bir kısmını, devlet çetelerinin bazısını eleştiren, karşı çıkan sol-sosyalist hareketin bu süreçlere ideolojik çerçeve çizen, yasal meşruiyet sağlayan Mustafa Kemal ve Kemalizm/Atatürkçülük olgusunu neredeyse hiç mevzubahis etmemesi dikkatlerden kaçmıyor elbet. Kemalizme kör, sağır ve dilsiz kesilen sol-sosyalist hareket içerisinde bir kaç istisnaya değinmek gerekirse şu isimleri ve partileri sayabiliriz: Silahlı mücadele içerisinden İbrahim Kaypakkaya, Stalinist yaklaşımlarıyla öne çıkan entellektüel-akademisyen Prof. Dr. Fikret Başkaya, diğerlerine oranla küçük ve örgütsüz olan Anarşist ve Troçkist hareketlerin 'Kemalizm Sol Değildir' başlıklı kitapçık ve broşürlerinden bahsedebiliriz." Alpay bu girişin ardından ortaya koymaya çalıştığı eleştirilerin Sol'un karşılaştığı baskılar ve mücadelesini ortaya koymada sergilediği cesaret, fedakârlık ve direnci hafifsemek olarak algılanmaması gerektiğini ifade etti.
Sol'un diğer bir partisi olan TKP/SİP'in de Kemalizm ve Askerle ilişkisine dair de benzer hatta daha kötü örneklere rastlamak vakayı adiyedendir diyen Alpayşu görüşleri ifade etti: "TKP'nin SİP olarak faaliyette olduğu dönem 28 Şubat'ın en çirkin rezillikleri ile arzı endam ettiği dönemdi. Bu dönem başörtüsü yasağının olanca iğrençliği ile Müslümanlara saldırdığı bir vasattı. SİP/TKP bu sürece küçük bir kitapçık ama büyük bir provakatif strateji ile müdahale etti: "Türban Neyi Örtüyor?" TKP/SİP temsil ettiği misyonun doğal bir tezahürü olarak, 28 Şubat cuntası ile Kemalizm ile İslam ve başörtüsü düşmanlığı üzerinden safları sıklaştırıyordu.
TKP'nin özellikle Türkan Saylan gibi bir cuntacının cenaze töreninde attığı "Tayyip Amerikaya, Fethullah'ın Yanına!" sloganı dünün "Koministler Moskova'ya!" ve "Mollalar İran'a!" sloganlarına ne kadar da benziyor değil mi? Mantık her daim ulusalcı, yerli ve memleketin asıl sahibi havasında. Ülkücü-Milliyetçi Hareket'in "Ya Sev, Ya Terk Et!" çıldırmışlığının, gözü dönmüşlüğünün sosyalist bir versiyonu TKP'de yeniden bedenleniyordu.
TKP genel politikası itibariyle Kemalizmi, militarizmi, ulusalcı çeteleri sorgulamıyor, kendi tabanına da sorgulatmamak için ha bire "Fethullah, Tayyip, dinciler, gericiler" vs slogan bombardımanı ile muhayyel bir yurtsever-sol duruş inşa etmeye çalışıyor. Söz konusu İslam ve İslamcılarsa TKP Kemalist ideolojiye de, askeri muhtıraya da, ulusalcı cuntalara da selam durmakta tereddüt göstermiyor. Mesela 27 Nisan e-muhtırasının akabinde sergilediği durum es geçilecek gibi değildir. Genelkurmay'ın sitesinde yayınlanan muhtırayı olduğu gibi kendi sitesine alan TKP haberi "Ordu Muhtıra Verdi" başlığı ile gayet nötr bir dille sunuyordu. Muhtıranın meşruiyetini sorgulamanın yanlışlığına da dikkat çekiyorlardı. Asker düşmanı değiliz diyorlardı açıkça, orduda küçümsenemeyecek bir yurtsever ve aydınlanmacı birikimin bulunmasını bu dostane yaklaşımın doğal tezahürü sayıyorlardı. AK Parti için "Amerikancı, işbirlikçi, dinci faşist vs her türlü etiketi kolayca kullanabilen Türkiye Komünist Partisi ABD'nin, NATO'nun, İsrail'in en köklü ve güvenilir müttefiki TSK ile ilgili hiçbir sıfat kullanmaması dikkatlerden kaçmıyordu. TKP'nin önde gelen isimlerinden Kemal Okuyan'ın 27 Nisan muhtırası ile ilgili Hükümetin başına getirilecek kötü akıbetin hayallerini kurarken üretecekleri siyasal söylem ve eylem biçimi şöyle beyan ediliyordu kamuoyuna: 'Konu gericilikse, ısrarlı bir biçimde TSK'nın bu tehdit bağlamındaki sorumluluğu işlenmeli.' Ergenekon'un uzantısı ADD, ÇYDD vs gibi paramiliter örgütler tarafından organize edilen Cumhuriyet Mitingleri'ni oluşturan 'dinamik, aydınlanmış, ilerici, laik' ama en önemlisi İslam ve Müslüman düşmanı Kemalist kitleler üzerine hesap yapabilecek kadar hayalci, mantıksız ve ahlaksız bir siyaset inşa eder TKP.
Çarpıcı bir diğer örnek olarak Haklar ve Özgürlükler Cephesi', Yürüyüş Dergisi, Halkın Sesi TV çevresine dikkat çeken Kenan Alpay, 27 Nisan Muhtırası'na müteakip yayınlanan 'Kahrolsun Cuntacılar ve Şeriatçılar! Yaşasın Mücadelemiz!' başlıklı bildiriye dikkat çekti. Yürüyüş'ün bildirisinden alıntıladığı şu cümle ile konuşmasını sürdüren Alpay; "Cuntacıların ve şeriatçıların siyasal kimliklerinde birçok aynılıklar vardır. Faşizmi sürdürme konusunda hemfikirdirler; yalnız nasıl sürdürüleceği konusunda bazı farklılıkları vardır ki; bu da özde bir farklılık değildir." beyanı Dev-Sol geleneğinin "nötr" kalma adına aslında Kemalizme ve askeri cuntaya pragmatik de olsa yakınlığa, diğer taraftan AK Parti'nin yanlışları üzerinden şeriatla, Müslümanlarla veya hükümeti destekleyen geniş toplum kesimleri ile zıtlaşmaya, düşmanlaşmaya yelken açmaktadırlar. 27 Nisan muhtırası için "Paniğe mahal yok; Laik Cumhuriyetin bekçisi Silahlı Kuvvetler şöyle bir kükredi hepsi bu!" gibi kendilerince ironik bir tespit yaparlarken Cumhuriyet Mitinglerine dair övgü ve umut dolu tespitlerle yol almaya çalışıyorlardı. Ancak işçi ve emekçi kitlelerin ve elbette ki başında da kendilerinin olmadığı hareketler üzerine siyasetler üretiyorlardı. Askerin laiklik ve Kemalizm hasasiyetleri, Ak Parti karşıtlığı temelinde örgütlediği Tandoğan, Çağlayan, Gündoğdu meydanlarında gerçekleştirilen Cumhuriyet mitinglerine yaklaşımları hakikaten ibret vericidir. Şöyle söylüyor devrimci sol geleneğinin devamcıları tarihe şöyle not düşüyorlardı: "Gündoğdu Meydanı, gericiliğe, şeriatçılığa, yaşamın inançlar adına dayatmalarla, yasaklarla kuşatılmasına karşıdır. Meydan, emperyalizme bağımlılığa karşıdır. Meydanın insanlık onuru var. Bu yüzden karşılar şeriata. Meydanın ulusal onuru var, bu yüzden karşılar emperyalistlere…" Bağımsızlık özlemi ile yanıp tutuşan yüz binlerin her ne kadar yatağını bulamamış özlemleri diye niteleniyor olsa da HÖC'ün potansiyeli dahilinde el atılması gereken kesimler için ağzının suyu akmaktadır. Şeriata karşıtlık, ulusal onura düşkünlük vs gibi Kemalist dolmaları yutmaya hazır, NATO ordusunun, Kontrgerilla'nın tertip ettiği provakatif kitleselliklere öykünen temelsiz ve tutarsız bir perspektifle karşı karşıyaydık aslında. Bu temelsiz ve tutarsız ama daha çok konjonktürel ve pragmatik siyasal kavrayış bu kitleyi de kritik dönemlerde Kemalizmin gölgesine itiyordu."
Sol-sosyalist kesime hitap eden gazetelerden biri olan Birgün gazetesinin "Mahalle Baskısı" konulu anketi üzerine hazırladığı yazı dizisinden bazı paragraflar okuyan Alpay, Birgün'de verilen örneklere, kullanılan dile, varılan sonuca bakılınca klasik Kemalist söylemle birebir örtüşen pek çok nokta görülür. Şerif Mardin'in mahalle baskısı tezine soldan Birgün gazetesinin verdiği saha araştırmalı destek komikliklerle dolu bir sosyolojik macera olarak sırıtıyor. Mahalle baskısına dair fotoğraf çekme iddiasıyla dile getirilenler içkili mekanlar, sigara içilen lokaller, Cuma vakti ve Ramazanda kapatılan işyerleri, başörtüsü vd. üzerinde odaklanıyor. Birkaç alıntı yapmak gerekirse şunları ifade edebiliriz: Cemaatlerin Kıskacındaki Anadolu'nun Keyfi Kaçtı başlığı ile okuyucu ile paylaşılan yazı dizisinin spotunda dikkat çeken cümleler yer alıyordu. "Anadolu'da birçok kentte, AKP iktidarından sonra kent merkezlerinde içkili mekân kalmaması nedeniyle pek çok yerde yöre insanlarının "Ray Bar" adını taktığı tren yolu hat boylarında, "Tepe Bar" adını verdiği şehir dışındaki ormanlık alanlarda ya da arabasıyla kent merkezi dışına çıkanların taktığı isimle "Araba Bar"larda içki tükettiği görüldü." Devam eden satırlarda "esnaf-müşteri ilişkilerinde bazı tutumların (örneğin Cuma namazında dükkânı kapatmanın) alışveriş alışkanlığını belirleyen bir kriter haline geldiğini gördük. Aynı biçimde, kamu dairelerinde Cuma namazı saatinde belli kişilerin odaları dolaşarak, "Cuma saati..." diye seslenip uzaklaştığı anlatıldı."ğı dikkatlere sunuluyordu. Gençlere ilişkin serdedilen tabloda patlamaya hazır bir sosyal kesime ışık tutuluyormuş havasında "pek çok genç, bulunduğu kente yönelik umutsuz tavırlar sergiledi. Dışarıdan üniversite için gelenler "dişimizi sıkıyoruz" derken, yerli gençler ise, "kaçış planları" yaptıklarını vurguladı." diyerek sözde acı tablolara temas ediliyordu.
Gençlerin dinci cemaatlerin kıskacında yaşadıkları sorunlar elbetteki bunlarla sınırlı değildi ve ilaveten şu vurgular da ekleniyordu: "Kampüs dışında uzun saç, küpe, kız arkadaşla el ele dolaşamama, öğrenci evlerinin komşular ve mahalleli tarafından gözlem altında tutulması, eve giren çıkanların kontrol edilmesi geliyor." Yardım almak için "türban" takan kızlar vs diye uzayıp giden yazı ile aslında İttihatçı-Kemalist söylemin mirasçısı şablonik bir kafa, sol-sosyalist söylemin ardından tahlilimsi propagandalar yapıyordu."
EMEP, Kürt Sorunu odaklı siyaseti dolayısıyla ister istemez PKK-DTP çizgisine paralel hatta endeksli bir sosyalizm mücadelesi veriyor. Kürt Sorunu dışında diğer konularda EMEP'in yaygın örgütlenme ve sahip olduğu yayın imkanlarına (Evrensel ve Hayat TV) rağmen kamuoyunda Ergenekon, Cumhuriyet Mitingleri, e-muhtıra vs gibi tehditlere karşı ciddi bir etki oluşturamadığını ifade edebiliriz.
Mesela Dr. Kıvımcımlı çizgisine kendisini nispet eden Halkın Kurtuluşu Partisi'ni kamuoyu ne zaman ve hangi olay vesilesi ile tanıdı?: Danıştay'a provakatif bir saldırı yapıldığı ve ardından laikliğe, Kemalizme ve elbetteki Genelkurmay'a bağlılık bildirimi için tertip edilen Kocatepe camii bahçesindeki gösteride. Her yönüyle askeri cunta tarafından tertip edildiği aşikar olan bu paramiliter gösteride sarı-kırmızı pankartları ile HKP kimlere karşı, kimin safında ve hangi amaca varmak üzere bulunuyordu acaba?
Sol-sosyalist kesimler içerisinde Ezilenlerin Sosyalist Platformu ve Atılım Gazetesi 28 Nisan tarihli bildirisinde "Genelkurmay'dan faşist muhtıra" diyerek vakanın adını net olarak koyuyordu. ESP ve Atılım "Darbe girişimine ve askeri vesayete karşı mücadele çağrısı" yapıyordu. Atılım, son derece isabetli bir duruşla, Genelkurmay'ın e-muhtırasında geçen "Ne mutlu Türküm diyene" ifadesinin "Kürt ulusal hareketine ve resmi ideolojiyi sorgulayan tüm demokratik güçlere yönelik savaş ilanı" olduğunu dikkatlere sunuyordu. Kemalist cuntanın yayınladığı muhtıraya "laiklik tehlikede" ajitasyonuyla meşruiyet kazandırmaya çalıştıklarına dikkat çeken Atılım'ın şu vurgusu sol-sosyalist mantalite açısından son derece önemli ama unutulan veya önemsizleştirilen bir tuzağa vurgu yapıyordu. "Yarı askeri faşist rejimi korumak, kitle temeli kazandırmak için halkı kandırıyorlar."
Son olarak konuşmasının başında yaptığı hatırlatmayı tekrarlayan Alpay bunun bir eleştirel değerlendirme olduğunu, nitekim benzeri eleştirilerin cılız da olsa mezkûr kesimler arasından da yapıldığını belirterek Ufuk Uras'ın ÖDP'yi bölen özeleştirilerine dikkat çekti. Alpay bütün bu çarpıklıklarının yanı sıra Sol'un elbette ki olumlulukları, iç tutarlılıkları ve mücadeleleri bağlamında fedakârlıkları olduğunu belirterek ancak panel konusunun bu olmadığını hatırlattı.
Alpay'ın tebliğinin ardından soru-cevap faslıyla devam eden panel konuşmacıların tamamlayıcı vurgularını yapmalarına müteakiben sona erdi.
Haber: Suna Hasanbaşoğlu - Haşim Ay