“Islah ve İhya Temelinde Gelenek Anlayışımız”
Özgür-Der’in 2017-2018 dönemi “Müzakereli Usulu’d-Din Programları”nın 3’üncüsü “Islah ve İhya Temelinde Gelenek Anlayışımız” başlığı ile Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Ali Değirmenci'nin yönetici olduğu programda konuşmacılar Yaşar Düzenli ve Yılmaz Çakır, müzakereciler ise Hülya Şekerci ve Mustafa Akman'dı.
Panelin yöneticisi Ali Değirmenci giriş olarak "Gelenek; örf, töre, an'ane demektir. Son zamanlarda ise tarihe ilgi arttı. Özellikle muhafazakar, mukaddesatçı hatta sağcı ve milliyetçi çevrelerin sahiplendiği öne çıkardığı bir kavram olarak konuşuluyor. Islah, Kur'ani bir kavram bir terim. Sahih gelenek üzerinden bir dönüşümü barındırıyor. İyiye sevketme, güzele yönlendirme, inkılab anlamlarına geliyor. İhya ise 'hay' kelimesinden türemiş. Hayat verme, canlandırma, can verme manasında kullanılıyor. Ayrıca gelenek nakli bir çağrışım barındırıyor kendi içerisinde. Olumlu ve olumsuz yönleri ile ele alınabilir" dedikten sonra sözü ilk konuşmacı Yaşar Düzenli'ye verdi.
Yaşar Düzenli, ilk olarak "Elimizde sınırlandırılmış bir başlık ve bu başlıkta da 3 kavram yer alıyor. Bu başlık araç – amaç ilişkisini ortaya koyuyor ve bu açıdan önemli. Amaç ıslah ve ihya iken bu iki temelde geleneği ele almamız gerekiyor. Amaçlar ve araçlar karışabiliyor. Bu yüzden ne olursa olsun amacımız net olmalı. Islah; köküne yöneltme, aslına dönüştürme, ne ise o olmasını sağlamadır. İhya ise birşeyi yaşatma ameliyesidir. Yaşayan ve yaşatılan bir olgudur ihya. Rabbimiz İbrahim Suresi 27. Ayette 'kavl-i sabit'ten bahseder. Mü'min profili, kökeni derinlerde dalları semalarda her daim ve her zeminde sonuç veren bir ağaca benzetiliyor. Zuhruf Suresi 27. Ayette ise Rabbimiz hidayete yönlendirenin kendisi olduğunu belirtiyor. A'raf Suresi 71. Ayette ise atalar dininde, o din algısında Allah'ın belirlediği ölçülerin karşılığının olmadığı anlatılıyor. Yani öne çıkan husus, hidayetin belirleyicisi kim ve hidayet ne? Tarihin kargaşası buradan çıkıyor" dedikten sonra "Islah ve ihyanın son tahlilde benim ben olarak var olmam açısından gerçekleştiğini, "beni" direk ilgilendiğini ve "ben" yaşarken gerçekleştiğini yani "benim" ona şahid olduğumu, "bana" değinmediğinde hayali bir dine dönüşeceğini bunun da din algısının iflasına sebep olacağını" belirtti. Düzenli; sonrasında konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: "Diriltmek için dirilmek, hay olmak gerekir. Bu açıdan bütün peygamberler insanlığın ve insani değerlerin kaybolduğu zamanlarda, insanların dirilmeye ihtiyacı olduğu zamanlarda her bir insanı diriltmek için gönderilmişlerdir. Her insanı kendisi olduğunu hatırlatmak; kendi varlığına, kendi gerçekliğine sahip çıkmasını sağlamak için gönderilmişlerdir. Kişiliğini kaybetmiş olanların iman etme şansları yoktur. Gelenek nedir? Belirli bir yönü izleme, davranış kalıplarını devam ettirme olgusudur. Örf ve adettir. Hukuki olarak toplumun geçmişinden kök salmış, uyulması zorunlu olan davranış biçimleridir. Bugün gelenek, kimilerini duyduklarında heyecanlandırırken kimilerini ise rahatsız ediyor. Aslında gelenek kavramında bir kavram kargaşası yaşıyoruz." Düzenli, son tahlilde dinin bir gelenek olduğunu bize gelen olguyu ifade ettiğini, bununla birlikte dinin gelenekten ibaret olmadığını, Dinin geçmişe bakan yönüyle gelenek, ileriye bakan yönüyle yol ve istikamet, Rabb yönüyle emr ve nehy, kul yönüyle boyun eğme ve teslimiyet olduğunu belirterek konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı. "Esbab-ı ilm başlığı altında bilgi 3'lü bir tasnife tâbi tutulmuştur. 5 duyu organı ile elde edilen bilgi, ki bu azdır. Diğeri akılla elde edilen yani akli istidlalle elder edilen bilgi, bu 5 duyu organıyla elde ettiğimiz bilgilere göre biraz daha fazla yer tutar. Diğeri ise haberdir, haber-i sadıkadır. Bilgilerimiz büyük oranda habere dayanır.Nebi haber verendir. Bu açıdan din geçmişten gelen bir gelenektir. Peygamberimiz (s) davetinin başına Allah'ı koydu. Aslında müşriklerin tasavvurunda Allah vardı. Allah'ın fiili hayatta karşılığı vardı. Ehl-i Kitap da Allah kavramını kullanıyordu. Bu inanç bir gelenekti. Fakat bu gelenek manipüle edilmişti, aslından koparılmıştı. Peygamberimiz (s), bu tasavvuru ıslah etti yani ne ise o konuma getirdi. Müşrikler peygamberimize (s) nevzuhur, türedi dediler. Fakat O (s) türedi değildi peygamberler geleneğinden geliyordu. Kalem Suresi 4. ayette yer alan "huluk'ul azim" ifadesi "güzel bir ahlak üzeresin" diye çevriliyor. Bu yanlıştır aslında orda "muhteşem bir gelenek üzeresin" deniyor. Peygamberimiz (s) gelenek üzereyse atalar dinine uyan müşrikler ise körü körüne taklit içindeler. Onlar hidayetin ölçütünün atalarından gelenin olduğunu söylüyorlar. Oysa hidayetin belirleyici Allah'tır. Gazali diyor ki biz ittiba ile emrolunduk taklit ile değil. İttiba, tâbi olunan kişinin, ki bu peygamberimizdir (s), niyetini keşfedip o niyeti uygulamak, gerçekleştirmektir. Yani tarihin külünü değil ateşini taşımaktır. Son söz olarak şunu söyleyeyim: Din bir gelenektir fakat biz gelenekçilik yapmıyoruz."
İkinci konuşmacı olan Yılmaz Çakır, konuşmasına şu sözlerle başladı: "Geleneği üçe ayırmak lazımdır. Birincisi felsefi gelenek, ikincisi örf, adet, anane anlamındaki gelenektir. Sonuncusu ise bir yaşam tarzı olan, dinin ortaya koyduğu ilkelerin bize gelmesi şeklindeki gelenektir. İlk gelenek anlayışı Rene Guenon, Seyyid Hüseyin Nasr gibilerinin ortaya koyduğu daha çok modern hayata, seküler yaşam tarzına bir alternatif olarak üretilen bir 'kadim gelenek' anlayışıdır. Bu anlayış, eski zamanlardan bugüne değin oluşan bütün dinlerin temsil ettiği metafizik söylemi, ruhani boyutları ile eklektik, sentezci bir anlayıştır. Modernizm ile mücadele altında Tibet dini, Budizm, Yahudilik ve İslam biraz ondan biraz bundan mantığı ile bir karışım haline getirilmektedir. Bu sentezde hak ile batıl birleştirilmektedir. Bu İslam'ın en şiddetle karşı olduğu bir şeydir. İslam şirk unsurlarını ayırmıştır. Hallac, Yunus ve Mevlanalara bir değer atfedilirken dünyaya ruh veren önderler gibi sunulmaktadır.
"Yerli ve milli" söyleminin belirsizliği içerisinde çoğunun isimleri bile yabancı olan bahsettiğimiz isimler geleneğin temsilcisi olurken mesela Cemaleddin Afgani, ki Osmanlı tebaasıdır ve mezarı İstanbul'dadır, Abduh gibi önderler kökü dışarıda olarak gösterilmektedir.
İkinci anlayış örf, görenek anlamındadır. İslam Ansiklopedisinde gelenek maddesine baktığımızda karşımıza 'bakınız: örf' ifadesi çıkıyor. Aslında gelenek kavramı yeni bir kavramdır. Arapçada urf Türkçe'ye örf olarak geçmiştir. Örf, ulema tarafından "dinin naslarıyla çelişmeyen, bilinen, temiz fıtrat ve aklın onaylayabileceği adetler görenekler" olarak ele alınmaktadır. Kur'an'da açıklanmayan alan yani sahabelerin soru sormadıkları alanlar serbest bırakılmıştır. Peygamberimiz (s) de soru sorulamamasını tembihlemiştir bir hadislerinde. Çünkü soru sorulursa kısıtlama gelecektir. Kısaca toplumun örfü açık naslara muhalefet etmiyor ve temiz fıtrat onay veriyorsa o gelenekler dini ve Kur'anidir. Sonuncu gelenek ise sünenlerdir yani sünnetlerdir. Dinin yaşam tarzıdır."
Çakır, Kemalistlerin din karşıtlığını gelenek karşıtlığı üzerinden gizleyerek İslam'a düşmanlık ettiklerini, onların hurafeleri ve bid'atleri araçsallaştırarak dini Arap bid'atlerinden, geleneğinden temizleme adı altında İslam'ın özünü yok etmeye çalıştıklarını, İslam düşmanı Abdullah Cevdet'in bile dergisinin adını İçtihad koyduğunu, Bizim tertemiz kavramlarımızı kullanarak İslam geleneğini yok etmek istediklerini ve asıl itirazlarının İslam'a olduğunu, bu konuda da ilerici-gerici gibi kavramları işlevsel olarak kullandıklarını söyledi.
Çakır, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı "Bir başka husus bizim geleneksel olma zorunluluğumuzdur. Ki Kur'an bize inzal olmadı. 15 asır önce Peygamberimiz'e (s) inzal olup O'nun eliyle sahabelere anlatıldı. Onlar da bize getirdiler yani din bize "gelen" bir şeydir. Ayrıca Peygamberimiz (s) de İbrahim (as) geleneğinin bir parçasıdır. Bu nokta da bazıları namazın, haccın, orucun peygamberler geleneğinden geldiğini sahabelerin önemsiz olduğunu söylüyorlar. Fakat bu açıkça mantıksızdır. Evet, bu ibadetler peygamberler geleneğinden gelmiştir fakat Hz. Muhammed (s) olduğu gibi aktarmamış kendi mührünü basmıştır. İbrahim (as) geleneği Muhammed (s) geleneği ile mühürlenmiştir.
Bazıları Kur'an'a arkeolojik bir bulgu, yeni bulunmuş ve o haliyle çözümlenmesi gereken bir olgu gibi yaklaşıyorlar. Bu kimseler siyer, hadis, sünnet, tarih bilgisini es geçiyorlar. Fakat Kur'an şu an bize inmedi. Ve bu Kur'an 15 asırdır bize meal ile de gelmedi. Bir ruh ile geldi. Örneğin, peygamberimiz (s) başka kavimleri dine çağırırken 1 sayfalık mektuplarla çağırdı. Henüz tamamlanmış olsa da o ana kadarki ayetlerin yer aldığını bir Mushaf göndermedi. Bu önemli bir noktadır. Bütün Müslümanlar geleneğin içindedir. Bu mirası yok saymak bindiğimiz dalı kesmektir."
Yaşar Düzenli'nin konuşmasını müzakere eden Hülya Şekerci şunları söyledi: "Biz 80'li 90'lı yıllarda geleneği çok farklı algılıyorduk. Mevdudiler, Seyyid Kutuplar okurduk ve gelenek karşıtıydık. Ana-babalarımızın dinini kitabi olarak görmüyorduk. Artık çok şükür ki geleneği farklı tanımlıyoruz. Islah ve ihya temelinde geleneğe yaklaşmamız gerektiğini düşünüyoruz. Gelenek bir nehir gibidir. Nehir dağın zirvesinden o saf kaynaktan gelirken gelene kadar çeri çöpü de getirmektedir. Bu ideolojiler, dinler, felsefi akımlar için de geçerlidir. Başlangıçtaki yoldan çıkma eğilimini içlerinde barındırabiliyorlar.
Dinin bir gelenek olduğunu söyledik. Bu gelenek içerisinde temizlenmesi gereken çöplerde olacaktır. Kur'an'a yaklaşımda geleneksizleştirme sağlıklı olmuyor. Böyle yaklaşan akıl modern paradigmanın etkisi altında Kur'an'ı yorumluyor. Örneğin, başörtüsü meselesi. Tarihselciler, başörtüsü gelenekle ilgilidir Kur'an'da başörtüsü yoktur diyorlar. Fakat başı açıklık modern bir yaşantıdır.
Aslında İslam geleneği içerisinde kabul edilen, İslam ile eşitlenen, İslam ile bağdaşmayan yerleşik algılar var. Bu algılar toplum geleneği içerisinde geliyor ve dinin bir nassı gibi algılanıyor. Dini olmayan bu algılara eleştiri yöneltildiğinde ise din eleştirilmiş gibi tepki görebiliyorsunuz. Islah ve ihya temelinde bakıldığında dinde olmayan bu yerleşik algılara karşı nasıl bir üslup kullanılmalıdır?
Günümüzde karşılaştığımız bir husus da söylem düzeyinde geleneksel, gelenekselci olup da yaşantısı son derece modern olan insanların içinde bulundukları tezat olarak karşımıza çıkıyor. Bu insanlarla dini meselelerde konuştuğunuzda "falanca alimden daha mı iyi bileceksin" gibi gelenek savunusuyla karşılaşabiliyorsunuz ama aynı insanlar yaşantı düzeyinde modernizme kendilerini kaptırmış olabiliyor.
Bir başka husus, Yaşar Düzenli'nin de bahsettiği tarihin külünü takip eden de olacak tarihin ateşini takip eden de olacaktır. Külü takip etmek şekilciliğe kaçmak olurken ateşi takip etmek ise gerçek sünneti yaşamak olacaktır. Bu konudaki tartışmalarda amacımız üstün gelmek olmamalı karşımızdaki kişinin davranışlarını değiştirmek olmalıdır."
Yılmaz Çakır'ın konuşmasını müzakere eden Mustafa Akman ise "Sayın Çakır'ın geleneği 3'lü tasnifi gayet doğru ve yerindeydi. Ayrıca kendisinin bahsettiği "yerli ve milli" tanımının rijit olduğunu belirtmeliyiz. İslamcılara kökü dışarıda yakıştırması hiç doğru değildir. Sayın Çakır'ın Abdullah Cevdet gibilerinin eleştirilerinden bahsetti. Burada bunun gibi İslam düşmanlarının gelenek eleştirisi bazen bizimde hoşumuza gidebiliyor. Fakat bu kimselerin asıl hedefi İslam olduğu için bizim bu kişilere destek vermememiz gerektiğini düşünüyorum.
Yılmaz Bey'in bahsettiği, geleneği yıkan modernistlik hadisesi aslında İslam'ın ilk yıllarına dayanmaktadır. İslam'ın ilk modernistleri hatta reformcuları sufilerdir. Bilgi kaynağı açısından modernistiliğin ilk temsilcileridir.
Sayın Çakır peygamberimizin (s) bir türedi olmadığını belirtirken Kalem Suresi 4. ayetten de bahsetmeliydi. Bu ayete Kur'an ve siyer bütünlüğü içerisinde baktığımızda, aynı Yaşar hocamızın da dediği gibi, ayette peygamberimizin (s) güzel ahlakına değil geldiği geleneğe atıf yapılmaktadır." dedi.
Ardından konuşmacılar, kendilerine gelen sorularla birlikte müzakerecilerin konuşmalarını kısaca değerlendirdiler. Bu bölümde Yaşar Düzenli "Bazı arkadaşlarımızla bir deizm tartışması yapmıştık. Felsefi olarak değil ama dine yaklaşım bakımından bir deizmden, davranışsal bir deizmden bahsedebiliriz insanlarımız için. Din; bir varoluşsal mesele, değer, ahlak, gaye, anlam, hedef, ufuk oluşturmanın ötesinde bir eğlence konumunda.
Bana tasavvufa karşı mısın diyorlar? Hangi tasavvuftan bahsediyorsun bilmiyorum ki senin tasavvuf tanımını? Tasavvuf çıkış itibariyle geleneği ile bir yerde duruyor. Bugün ise holdingleşme, iktidarlaşma, elaman yerleştirme yarışına dönüşmüş durumda.
Bir başka husus gelenek politika ilişkisidir. Teolojik hiçbir mesele dönemsel arka planından, siyasi algı ve anlayışlarından bağımsız değildir" diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Yılmaz Çakır ise bu bölümde şunları söyledi: "Meal okumak önemlidir fakat bizatihi mealin kendisi yetersizdir. Meal her şey değildir.
Bizim için geleneksel ifadesi müspet bir şeydir. Bizim de içinde olduğumuz çok geniş kitleyi ve çok geniş bir süreci kuşatan bir kavramdır geleneksel kavramı. Gelenekselci adı altında küçük bir tasavvuf grubunun kastedilmesi çok yanlıştır. Aynı mezhebin iki farklı hocası dahi aynı konuda iki farklı hüküm verebilirken geleneksel kavramının bir bütün bir homojen yapı olarak algılanması hiç doğru değildir."
Çakır devamında, gelenekselci diye nitelendirdiğimiz kişilerin taklit ruhunu eleştirirken atalar dini ayetlerini kullanmamızın yerinde olmadığını belirtip "Müşrikler bu ayetlerde atalar dinine uyduğu için değil o dinden gelen ne varsa sorgusuz sualsiz uydukları için yeriliyorlar." dedi.
Çakır'ın konuşmasının ardından program nihayete erdi.
Haber: Ömer Faruk Şeker
Foto: Afgani Türkmen